Back to Main Page
Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim



Editörden

Gezgin Fotoğrafçılar

Amerika'yı Keşfederken

Uzaklardan

Müziğin Resmi

Ben bir Fotoğrafçıyım

Kaktüs

"B & W In COLORS"

Ahmet Kayacık'ı Kaybettik.

Yol Notları

"Öykü"-Eksikliği Duyulan Şeyler

Yüzler

Cadı Kazanı

Gap Projesi

En Eski Fotoğraf Derneği

Siirtli Süpermen

Solan Renkler

Bir Ayrılış Öyküsü

Eğitim

FOTOGEN, FSK

Fotoğraf Dünyasından Haberler

Pano

Okudunuz mu?

Ciddiyet

Bit Pazarı

"Bir Ülke Bir Fotoğrafçı"

Yeni Umutlar
Mehmed Nusreddin Özbay, Lale Öztürk, Ferhunde Çayır


Sergi Salonu, İlkay Muratoğlu, Tekin Ertuğ

Suyunu Çıkaranlar

"Portfolyolar"

Coşkun Aral

Adnan Ataç

Selim Seval

Fethi Sabunsoy

Tanju Akleman

 



Sayı 2



Fotoğraf ve Tarih Bilinci

Simber Atay


Zaman soyut bir kavramdır. Gerçeklik niteliğini kazanabilmesi ya da gerçekliği inşa etmek konusunda aktif bir işlevinin olabilmesi için somut bağlamlarda tanımlanması gerekir. Sözkonusu bağlamlardan biri, popüler düzeyde yaşanan tarih bilincidir. Tarih bilincine sahip olmak, zaman içinde ve coğrafyalar boyunca bireyler tarafından farklı algılanan ve gerçekleşen bir durumdur.

Bazen artık varolmayan bir uygarlığın ardından çaresiz, tarihin coğrafyaya ihanetinden söz eden romantik bir retorik inşa etmeye başlayabiliriz.

Ya da tertemiz bir hafızanın güvenli aydınlığında ebedi bir şimdiki zamanın kıvancını yaşayıp durabiliriz.

Ya da tarihsel gelişmeleri, rastlantı fantezileri geliştirerek metafizik boyutta yorumlayabiliriz.

Ya da bir türlü mülkiyeti ele geçirilemeyen/geçirilemeyecek zamanın akışına karşılık, varlığımızı nostalji bağımlılığına teslim edip, melankolik bir dram kahramanlığı rolünü benimseyebiliriz.

Ya da bireysel olarak onaylamadığımız ama elimizden de birşeyin gelmediği tarihin dönemeçlerinde, zamanın, eninde sonunda gerçeklik üzerindeki ayırtedici gücünü ortaya koyacağına inanıyorsak, diğer bir ifade ile zamanı, adaletle özdeşleştiriyorsak, seyirci olarak konumumuzun hikmetlerinden bahsetmeye başlayabiliriz.

Ya da zaman kipi militanlığını bir yana bırakıp, toplumsal pratikte tarih bilincine sahip olabiliriz: Hafızamızı güçlendirerek, gerekeni yaparak, geleceği hesaba katarak! Doğal olarak bu çabalar kolay değildir ve güçlü bir demokratik sistem, istikrarlı bir ekonomik yapı, evrensel standart ve hayatiyete sahip bir kültür yaşamı gerekir.

Dolayısiyle tarih bilincine sahip olmak, ütopik bir fantazya gibi algılanmaktan çıkar.

Ayrıca şeklindeki naif bir başlangıçtan yola çıkmak da daima mümkündür. (!)

Yine de bazı kişiler - onlara çoğu kez kahramanlar demek de mümkündür!- zamanı tanımlamayı görev edinmişlerdir ve tarih bilincine sahip olmanın evrensel temsilcileridir. Sözü edilenler fotoğrafçılardır.

Onlar, ayrıntıdan genele, fotoğrafa özgü mekanik, elektronik ve teknolojik olanakları kullanarak, doğal algı sınırlarının ötesine ulaşmakta ve böylece gerçekleşen saptamalar boyunca çok boyutlu bir fotoğrafik tarih panoramasını sistematik olarak ve genellikle estetize ederek biçimlendirmektedirler.

Tıpkı filologların ve lingustikçilerin dil dolayısiyle gerçeklik ve ifadesi konusunda sahip oldukları hakimiyet gibi fotoğrafçılar da fotografik dil yetisi dolayısiyle benzer bir genel hakimiyeti yaşamakta ve yaşatmaktadırlar. Bu yüzden, fotoğraf seyircileri, sık sık bilgili olmanın boş gururuna kapılırlar.

Hayatın fotografik deşifresyonu, konformizm tuzaklarına düşmeden, varoluşsal bağlamda, birey olarak sorumluluklarımızı yüklenmenin etik boyutunu netleştirmektedir.

Belgeselciler, fotojurnalisler, toplumcu-gerçekçi espriyle çalışan fotoğraf sanatçıları, yapıtları ile kuşaklar boyu fotoğrafik yaşantılar sürecinde ve farklı bağlamlar içinde olağanüstü zengin, karşılaştırmalı tartışma olanakları yaratmakta; Yeryüzünün, oradaki insan hayatı ve faaliyetinin, gerçek, güzel, sağlıklı, berrak taraflarını yansıtan, entellektüel dekadansın ve Kitsch olma mekanizmalarının işlemeyeceği denli klasik normlara sahip fenomenleri ortaya koymanın yanısıra, irrasyonel taraflarını yansıtan ama sözkonusu niteliği barok bir tavır ve duyarlılıkla estetik bir kategoriye ve parafizyolojik bir fanteziye- simülasyon düzeyinde de olsa- dönüştürmeyi başaran fotoğraflar çekmektedirler.

Ama aynı zamanda da fotoğraflar- yaşamın sonsuzluğuna rağmen! -enstantene prototipleri haline gelebilmekte, aktüel saptamalar, deja-vu şeklinde algılanabilmektedir. Üstelik sözkonusu illüzyon yaşanırken, fotoğraflar, klasik-standart temalı, manierist mise-en-scene' e sahip bir resim sanatı esprisi; değişik coğrafyalarda ve zaman dilimlerinde ritüelleri farklı da olsa temelde aynı, halkbilimleri bir yaşam eşiği fenomeni ,<doğru zamanda, doğru yerde bulunması> fırsatçılığına indirgenmiş bir fotoğrafçılık başarısı v.b. gibi nitelendirilebilmektedir.

Dolayısıyla, entellektüel paranoya, komplo teorileri üretip durmaktadır; öyle ki politik, ekonomik, etik, ekolojik, estetik nitelikli kronik sorunlar, deja-vu yorumlarıyla aktarıla aktarıla, metafizik spekülasyon olanağı şeklinde değerlendirilmeye ve kullanılmaya başlanmış; bu sorunlarla mücadele için geliştirilen stratejiler ve çözüm yeni yöntemler ve stil farklılıkları, neredeyse fantastik bir görünmezlik kazanarak kamufle olmuştur. Dolayısiyle günümüzde, özellikle Basın ve Üniversite, fenomenelojik yaşantılarının ötesine geçemeyerek, paradoksal olarak, toplumsal ilerleme açısından idealize edilmiş öncelikli konumunu kaybetmiş ve gelişmelerin hızına oranla geride kalmış görünmektedir.

Ayrıca, demitizasyon, zamanımızın en işlek kültürel mekanizmalarından biridir. Sonsuz görüntü üretimi ve tüketiminin neden olduğu anlam enflasyonunun ve kitschleşmenin dışında, fotoğrafçılar demitizasyonu tema olarak da işlemeye başlamışlardır.

Bir de hala, modern sanat müzelerinin soyutlanmış atmosferinde muhafaza edildiği sanılan Kavramsal sanat' ın, ortak, popüler bir kültürel espri gibi yaşanmakta oluşudur. Dolayısıyla entellektüalizm, dramatik iddialara sahip duyarlılık alanlarımızı yeniden yapılandırma süreçlerine neden olmuştur.

Ve nihayet, Bruno Serralongue' nin, 1997 tarihi, Santa Clara' da gerçekleştirdiği ve 153 x 123 cm boyutlarında sergilediği adlı fotoğrafını bir örnek olarak incelemek istiyoruz: Bir mit, bir kurban, pop bir ikon olarak Che fenomeni ölümünden yaklaşık otuz yıl sonra, siyasi ve kültürel nitelikli protagonizminden sıyrılarak, bir cityscape' in bill board, afiş, ilan v.b. gibi bir ayrıntısına indirgenmiş halde yansıtılmaktadır. Bu noktada, Fotoğraf Tarihi' nden alışkın olduğumuz üzere, katatonik saptanmışlıkların trajik simgeselliğiyle özdeşleştirilemez, seyir esrimeleri yaşanamaz, fotoğraf, politik bir manifesto gibi algılanamaz. Ama Che' nin biyografisini, Güney Amerika Tarihi için ne ifade ettiğini, yazışmalarını, yazılarını, sahip olduğu marksist doktrinin anlamını, devrim ütopyasını, 1960' lı yılların ilk yarısındaki politik heyecanları ve bütün bunların günümüzde nasıl anlaşıldığını, nasıl anlaşılmasına ilişkin ideolojik, kültürel ve estetik önerileri bilmeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Sözkonusu yalın, sıradan görünümlü, kayıtsız bir ahalinin gündelik olağanlık içinde devindiği bu cityscape, aynı zamanda Güney Amerika Yakın tarihi üzerine bir tarih metnidir.

"Ernesto Che Guevara' nın Portresi" nde Che, portrenin röprodüksiyonu aşamasında sunulmakta, bu da konunun, zaman içinde uğradığı yorum farkını belirtmektedir.

Fotoğraf Retoriği, gittikçe daha sessiz seyreden bir inividüalist iddia haline gelmektedir.

Ocak 2001
İzmir

Doçent Dr. Simber ATAY