Back to Main Page
Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim



Editörden

Gezgin Fotoğrafçılar

Amerika'yı Keşfederken

Uzaklardan

Müziğin Resmi

Ben bir Fotoğrafçıyım

Kaktüs

"B & W In COLORS"

Ahmet Kayacık'ı Kaybettik.

Yol Notları

"Öykü"-Eksikliği Duyulan Şeyler

Yüzler

Cadı Kazanı

Gap Projesi

En Eski Fotoğraf Derneği

Siirtli Süpermen

Solan Renkler

Bir Ayrılış Öyküsü

Eğitim

FOTOGEN, FSK

Fotoğraf Dünyasından Haberler

Pano

Okudunuz mu?

Ciddiyet

Bit Pazarı

"Bir Ülke Bir Fotoğrafçı"

Yeni Umutlar
Mehmed Nusreddin Özbay, Lale Öztürk, Ferhunde Çayır


Sergi Salonu, İlkay Muratoğlu, Tekin Ertuğ

Suyunu Çıkaranlar

"Portfolyolar"

Coşkun Aral

Adnan Ataç

Selim Seval

Fethi Sabunsoy

Tanju Akleman

 



Sayı 2


YÜZLER : BAŞKA FOTOĞRAFINIZ YOK MU SİZİN?

Mustafa Kurt



İki adam… İki yalnızlık… İki umutsuzluk… İki coşku… Aynalarda kırılan iki görüntü… Nihayet, ikiliklerden doğan yekpâre bir yazgı:

Jorge Luis Borges: (1899-1986)-Ahmet Hamdi Tanpınar: (1901-1962).
İşte siz de bir parantezin içine sığabilen iki yaşamdınız sadece. Ve gün geldi o parantezler usulca kapanıverdi. "Bu da oldu işte." Bakın, şimdi ikinizin resmini çıkarmışlar yan yana…

Hiç tanımadınız birbirinizi; bilmem, belki de çok iyi tanışıyordunuz. Birbirinden o kadar uzak yerlerde yaşadınız ki; bir yazgıdan başka hiçbir şey birleştiremezdi sizleri. Yazgılarınızın aykırı cümleleri bile "hoş bir geçim içindeydi hep." Aynı yazgıyı farklı iklimlerde sürdürdünüz. Doğum ve ölüm aynı aya hapsetti sizi.

İkiniz de sürgit rüyâlar gördünüz; ancak bir rüyâdan öte, bir hayat boyu yaşanan karabasanlardı bunlar… Karabasanlarınıza "aydınlıklar" kattınız; hayatınızı zenginleştiren korkularınız da oldu… Kitaplardan dünyalar kurulur muydu? Kitaplardan kırpılıp umutlar yapılır mıydı? Kitaplarla mutluluklar çoğaltılır mıydı? Öyleydi işte; bir kütüphane karanlığına ya da bir üniversite kürsüsüne kilitlenmiş zamanlar yaşadınız. Güneşli günler, çalınmış zamanlar olarak eklendi hanenize… Yoksa hiç bitmeyecek bir "Kum Kitabı" mı yazıyordunuz ikiniz de…

Sen! "Hayatta hâlâ çürümeyen şeyler var"diyen! Ölmeden önce konuşabilseydin eğer -ki buna vaktin olmadı, kalbin ancak oraya kadar yürüyebilmişti seninle-"Sizleri kıskanıyorum, benden sonra yaşayacağınız için kıskanıyorum sizi" demek istiyordun. Hayat sana ne vermişti?.. Ama gene de yaşamak coşkusunu senden öğrendik biz. Bu da çölde geçen bir hayatta seraplar görebilmeyi öğretmek gibiydi…

İki şehir kurdunuz ikiniz de. O şehirler ki sizinle tekrar var oldular. Biriniz mezar taşlarına kazındı o şehrin: "Ne içindeyim zamanın /Ne de büsbütün dışında"diyerek… "Baksak aynalara" dedi, sonra. Oysa Buenos Airesli "Gezegendeki bütün aynaları gördüm ve hiçbiri yansıtmadı" diyordu. Nasıl yansıtırdı ki birinizin aynası diğeriniz değil miydiniz; değil miydik birbirimize ayna: her baktığımızda kendimizi gördüğümüz. Sonra kendi içinden başka bir aynaya bakacak gözleri de olmadı. O zamanlarda en çok "siyah"ı özlemişti değil mi?

Ağlıyordun. "Neden?" denildiğinde "Çünkü anlıyorum" dedin… Gittin de, anladığında ağlayanlar yok şimdi. Ya da huzursuzluğunda "Huzur"u arayanlar…

Kadınlar geldi; kadınlar geçti bin yüzlü aynalarınızdan. Geride isimlerini bıraktılar sadece. Ama hiçbiri küçük bir çocuğun puslu bir akşamda kaybettiği anne kadar acı bırakmadı sizlere. "Bir kadın gider ve bir şair doğar(dı) bundan" Onlar, hangi kadın(lar)dan şair olduğunu çok iyi biliyordu.

Ben daha size ne diyeyim? Karanlıklarda bile sevdiğiniz yazgılarınızla gözümün önünden gidin artık. Hem tebessüm eden hiç fotoğrafınız yok mu sizin? Yoksa bütün fotoğraflarda böyle hüzünlü ve kırılgan mı çıkarsınız siz?