Back to Main Page
Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim



Editörden

Gezgin Fotoğrafçılar

Amerika'yı Keşfederken

Uzaklardan

Müziğin Resmi

Ben bir Fotoğrafçıyım

Kaktüs

"B & W In COLORS"

Ahmet Kayacık'ı Kaybettik.

Yol Notları

"Öykü"-Eksikliği Duyulan Şeyler

Yüzler

Cadı Kazanı

Gap Projesi

En Eski Fotoğraf Derneği

Siirtli Süpermen

Solan Renkler

Bir Ayrılış Öyküsü

Eğitim

FOTOGEN, FSK

Fotoğraf Dünyasından Haberler

Pano

Okudunuz mu?

Ciddiyet

Bit Pazarı

"Bir Ülke Bir Fotoğrafçı"

Yeni Umutlar
Mehmed Nusreddin Özbay, Lale Öztürk, Ferhunde Çayır


Sergi Salonu, İlkay Muratoğlu, Tekin Ertuğ

Suyunu Çıkaranlar

"Portfolyolar"

Coşkun Aral

Adnan Ataç

Selim Seval

Fethi Sabunsoy

Tanju Akleman

 



Sayı 2


COŞKUN ARAL


Bu yaşlı dünyanın öteki yüzüne bakmak


Çocukluğumda, ilk kez gerçek bir silah gördüğüm günü hatırlıyorum: Soğuk bir kış günüydü; Siirt'te, sıska bir çocukken bahçesinde koşuştuğum, istif edilmiş un çuvalları arasında kardeşlerimle, kuzenimle saklambaç oynadığım, doğduğum bu kente göre oldukça modern sayılabilecek, değirmen irisi un fabrikamızın ambarının önünde nöbet tutan bir askerin mavzeriydi bu...
Akşamları karanlık çöktüğünde, hemen bitişikteki evimize dönüp, yorgun argın yatağa girdiğimi, tavanda bana yönelmiş titreşen namluların hayallerinden korkarak, yorganı hızla başımın üstüne kadar çektiğimi ve gözlerimi yumduğumu daha dün gibi hatırlıyorum. Silahtan korkmuştum ama bu sadece basit bir korkuydu. Beş-altı yaşlarında bir çocuğun korkusu nasıl olabilir ki? O soğuk borudan fırlayan bir kurşunun, bir canlının yaşamına son verebileceğini, bu güzel dünyadan, kuşlardan, çiçeklerden, sevdiklerinden ayırabileceğini, dipsiz karanlıklara yuvarlayabileceğini nereden bilebilirdim? Sonra yıllar geçti, doğduğum o beyaz evlerle süslü kenti terk ettim, ama dünyanın birçok kentini gördüm. Beni çeken başka şeylerin peşinde koştum durdum. Fotoğraflar çektim, kimi zaman ölümle burun buruna geldim, belki daha da geleceğim. Peki neden? Çocukluğumun soğuk gecelerinde ambarın önünde nöbet bekleyen askerin mavzerine benzeyen silahlardan çıkan kurşunların yarattığı ölümün peşine düşmek niye? Ölümü mü sevmiştim? Silaha mı tapıyordum?
Yoksa ölüm mü peşimdeydi? Hiçbiri değil; elbette mesleki yaşamımı anlamlı kılan başka şeyler vardı. Her deklanşöre bastığımda beni alıp götüren şeyleri, sabitleştirdiğim her karede insanoğlunun bu büyük dramını arıyordum. Bu lanet olası dramın, dünyanın her bir yanına dağılmış parçalarını birleştirmek, bu bütünü ibret olsun diye gözler önüne sermekti amacım. Benim gibi birçok dostum, meslektaşım canları pahasına yapıyor bunu; kimbilir benim gibi onlar da savaşların yeryüzünden silineceği güne kadar bu "görevi" sürdürecek. Neden, insanlar en acımasız, en yıkıcı davranışlarını, "savaş"adını verdikleri bir makineyle ifade ediyor, ardından da kendi yaratmış oldukları şiddet seremonisine tapıyorlar...
İnsanlık tarihi kadar eski olan savaşlarda ölen milyonlarca insanın bedenleri üzerine kurulu bu yaşlı dünyanın "öteki" yüzüne baktığımızda bunun nedenlerini, o korkunç manzarayı görebiliriz. Bin yıldan beri savaşlarda ölen 147 milyon insanın tek tek öyküsü bile bu yaşlı dünyanın en büyük ayıbı değil mi? Art arda sıralanan rakamların yansıttığı gerçekler sıkar bizleri. Önceleri ben de pek önemsemiyordum. Mesleğe ilk adım attığım 70'li yıllarda, hâlâ failleri ortaya çıkarılmamış 1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'nda çektiğim o dehşetli fotoğrafların Time'da çıkmış olması her şeyden daha önemliydi benim için. Oysa o meydanda o gün 37 masum insan ölmüştü ve ben daha sonra yüzlerce ölüme tanık olacaktım. Ama giderek rakamların dilini de öğrenecektim. Daha dün geride bıraktığımız 20. yüzyılın iki büyük savaşında 60 milyon insanın hayatını kaybettiğini, o soğuk rakamların neler ifade ettiğini zamanla kavrayacaktım. Bugün dünyanın birçok yerinde 30'dan fazla savaş var. Üstelik, bunların çoğunun görüntülerini gelişen teknoloji sayesinde rahat koltuklarımızda otururken anında seyredebiliyor; ölenlerin yüzde 80'nin sivil, bunların da önemli bir bölümünün kadın ve çocuk olduğu bu savaş görüntülerinden sıkıldığımızda ise televizyonumuzun düğmesini kapatabiliyoruz. Sonra da her şeyi unutmak istiyoruz. Sadece on yıldaki çatışmalarda 1.5 milyon çocuğun öldüğü, 4 milyonunun sakat kaldığı, 10 milyondan fazlasının psikolojik travmalar yaşamakta olduğu aklımıza bile gelmiyor. Evet, eskilerin deyişiyle, "İnsan unutmakla malul bir canlıdır." O zaman savaşların nedenleri ne? Kimler, niçin yaratıyor bu savaşları? Bernard Shaw'un o çok güzel ifadesiyle bunlar, "Her savaştan sonra yeni bir dünya kurmaya kalkanlar, bir balıkçı tezgahını bile yönetemeyecek olanlar" mı acaba?..
Evet, öyle ama bunlar en uygar sayılan Batı ülkelerindeki devlet adamlarından tutun da Afrikalı kabile şeflerine kadar hep aynı hamurla yoğrulmuş kişiler; şiddete tapanlar, ekonomilerini şiddet ve savaşla besleyenler, bunun için kendi yurttaşlarını bile ezenler, silahlı grupları, çeteleri, savaştan palazlananları besleyenler, bütçelerini savaş harcamalarıyla dolduranlar...
Bunların hedefleri de hiç değişmiyor: Savaş makinesi durmasın, ölüm çarkları sürekli dönsün...
Tüm bu karanlık tabloya rağmen iyi gelişmeler de var. Örneğin savaş harcamalarındaki bazı düşüşler, gelecek için umut veriyor. Birleşmiş Milletler, 1985- 1995 yılları arasında savunma güçlerinde, silah sayısında ve silahlanmanın modernizasyonunda her ülkeye göre değişen bir gerilemeye dikkat çekmekte. Geri kalmış ülkelerde bile son on yılda askeri harcamalara ayrılan miktarda yüzde 4'lük bir azalma saptanmış durumda. Ancak çatışma olan ya da çatışma yaratılan bölgelerde bu rakam yine yükselmekte, üstelik Çin ve Hindistan gibi ülkelerde bu yükselme daha hızlı seyretmekte...
"Savaşın kaynağı korkudur."
demiş Shaw. İnsanoğlu bu korkuyu üzerinden attığı gün belki savaşlar da bitecek. Savaş kelimesi, eline silah yerine bilgiyi alan insanların oluşturduğu bir dünyada belki de sözlüklerden çıkacak ve bir daha hatırlanmayacak. İşte o zaman bana, benim gibilere ne iş düşer dersiniz? Elbette ki, mutluluğun fotoğrafını çekebilmek.