Bu
yaşlı dünyanın öteki yüzüne bakmak
Çocukluğumda, ilk kez gerçek bir silah gördüğüm günü hatırlıyorum:
Soğuk bir kış günüydü; Siirt'te, sıska bir çocukken bahçesinde
koşuştuğum, istif edilmiş un çuvalları arasında kardeşlerimle,
kuzenimle saklambaç oynadığım, doğduğum bu kente göre oldukça
modern sayılabilecek, değirmen irisi un fabrikamızın ambarının
önünde nöbet tutan bir askerin mavzeriydi bu...
Akşamları karanlık çöktüğünde, hemen bitişikteki evimize
dönüp, yorgun argın yatağa girdiğimi, tavanda bana yönelmiş
titreşen namluların hayallerinden korkarak, yorganı hızla
başımın üstüne kadar çektiğimi ve gözlerimi yumduğumu daha
dün gibi hatırlıyorum. Silahtan korkmuştum ama bu sadece
basit bir korkuydu. Beş-altı yaşlarında bir çocuğun korkusu
nasıl olabilir ki? O soğuk borudan fırlayan bir kurşunun,
bir canlının yaşamına son verebileceğini, bu güzel dünyadan,
kuşlardan, çiçeklerden, sevdiklerinden ayırabileceğini,
dipsiz karanlıklara yuvarlayabileceğini nereden bilebilirdim?
Sonra yıllar geçti, doğduğum o beyaz evlerle süslü kenti
terk ettim, ama dünyanın birçok kentini gördüm. Beni çeken
başka şeylerin peşinde koştum durdum. Fotoğraflar çektim,
kimi zaman ölümle burun buruna geldim, belki daha da geleceğim.
Peki neden? Çocukluğumun soğuk gecelerinde ambarın önünde
nöbet bekleyen askerin mavzerine benzeyen silahlardan çıkan
kurşunların yarattığı ölümün peşine düşmek niye? Ölümü mü
sevmiştim? Silaha mı tapıyordum?
Yoksa ölüm mü peşimdeydi? Hiçbiri değil; elbette mesleki
yaşamımı anlamlı kılan başka şeyler vardı. Her deklanşöre
bastığımda beni alıp götüren şeyleri, sabitleştirdiğim her
karede insanoğlunun bu büyük dramını arıyordum. Bu lanet
olası dramın, dünyanın her bir yanına dağılmış parçalarını
birleştirmek, bu bütünü ibret olsun diye gözler önüne sermekti
amacım. Benim gibi birçok dostum, meslektaşım canları pahasına
yapıyor bunu; kimbilir benim gibi onlar da savaşların yeryüzünden
silineceği güne kadar bu "görevi" sürdürecek. Neden, insanlar
en acımasız, en yıkıcı davranışlarını, "savaş"adını verdikleri
bir makineyle ifade ediyor, ardından da kendi yaratmış oldukları
şiddet seremonisine tapıyorlar...
İnsanlık tarihi kadar eski olan savaşlarda ölen milyonlarca
insanın bedenleri üzerine kurulu bu yaşlı dünyanın "öteki"
yüzüne baktığımızda bunun nedenlerini, o korkunç manzarayı
görebiliriz. Bin yıldan beri savaşlarda ölen 147 milyon
insanın tek tek öyküsü bile bu yaşlı dünyanın en büyük ayıbı
değil mi? Art arda sıralanan rakamların yansıttığı gerçekler
sıkar bizleri. Önceleri ben de pek önemsemiyordum. Mesleğe
ilk adım attığım 70'li yıllarda, hâlâ failleri ortaya çıkarılmamış
1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'nda çektiğim o dehşetli fotoğrafların
Time'da çıkmış olması her şeyden daha önemliydi benim için.
Oysa o meydanda o gün 37 masum insan ölmüştü ve ben daha
sonra yüzlerce ölüme tanık olacaktım. Ama giderek rakamların
dilini de öğrenecektim. Daha dün geride bıraktığımız 20.
yüzyılın iki büyük savaşında 60 milyon insanın hayatını
kaybettiğini, o soğuk rakamların neler ifade ettiğini zamanla
kavrayacaktım. Bugün dünyanın birçok yerinde 30'dan fazla
savaş var. Üstelik, bunların çoğunun görüntülerini gelişen
teknoloji sayesinde rahat koltuklarımızda otururken anında
seyredebiliyor; ölenlerin yüzde 80'nin sivil, bunların da
önemli bir bölümünün kadın ve çocuk olduğu bu savaş görüntülerinden
sıkıldığımızda ise televizyonumuzun düğmesini kapatabiliyoruz.
Sonra da her şeyi unutmak istiyoruz. Sadece on yıldaki çatışmalarda
1.5 milyon çocuğun öldüğü, 4 milyonunun sakat kaldığı, 10
milyondan fazlasının psikolojik travmalar yaşamakta olduğu
aklımıza bile gelmiyor. Evet, eskilerin deyişiyle, "İnsan
unutmakla malul bir canlıdır." O zaman savaşların nedenleri
ne? Kimler, niçin yaratıyor bu savaşları? Bernard Shaw'un
o çok güzel ifadesiyle bunlar, "Her savaştan sonra yeni
bir dünya kurmaya kalkanlar, bir balıkçı tezgahını bile
yönetemeyecek olanlar" mı acaba?..
Evet, öyle ama bunlar en uygar sayılan Batı ülkelerindeki
devlet adamlarından tutun da Afrikalı kabile şeflerine kadar
hep aynı hamurla yoğrulmuş kişiler; şiddete tapanlar, ekonomilerini
şiddet ve savaşla besleyenler, bunun için kendi yurttaşlarını
bile ezenler, silahlı grupları, çeteleri, savaştan palazlananları
besleyenler, bütçelerini savaş harcamalarıyla dolduranlar...
Bunların hedefleri de hiç değişmiyor: Savaş makinesi durmasın,
ölüm çarkları sürekli dönsün...
Tüm bu karanlık tabloya rağmen iyi gelişmeler de var. Örneğin
savaş harcamalarındaki bazı düşüşler, gelecek için umut
veriyor. Birleşmiş Milletler, 1985- 1995 yılları arasında
savunma güçlerinde, silah sayısında ve silahlanmanın modernizasyonunda
her ülkeye göre değişen bir gerilemeye dikkat çekmekte.
Geri kalmış ülkelerde bile son on yılda askeri harcamalara
ayrılan miktarda yüzde 4'lük bir azalma saptanmış durumda.
Ancak çatışma olan ya da çatışma yaratılan bölgelerde bu
rakam yine yükselmekte, üstelik Çin ve Hindistan gibi ülkelerde
bu yükselme daha hızlı seyretmekte...
"Savaşın kaynağı korkudur."
demiş Shaw. İnsanoğlu bu korkuyu üzerinden attığı gün belki
savaşlar da bitecek. Savaş kelimesi, eline silah yerine
bilgiyi alan insanların oluşturduğu bir dünyada belki de
sözlüklerden çıkacak ve bir daha hatırlanmayacak. İşte o
zaman bana, benim gibilere ne iş düşer dersiniz? Elbette
ki, mutluluğun fotoğrafını çekebilmek.
|