Back to Main Page Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim

Editörden

Sanat ve Acı

Fotoğrafın Gücü

Uzaklardan

"Black&White in Colors"

Neden Bazı Şeyleri Kategorize Etmek Zorundayız

Merhaba Atina Here İstanbul

Savunma ve Havacılık Dergisindeki Reklam Fotoğrafları Ne Anlatır

Fotoğraf ve Mimari

Temel Tasarım : Çizgi

Kaktüs

Osmanlı İmparatorluğu' nda Fotoğrafçılar İçin Yönerge

Cadı Kazanı

Orojeni

Okudunuz mu ? Gördünüz mü ?

"Kurguların İnsana Ettikleri"

BÜLMETEN

Ciddiyet

Yol Notları : Hindistan

Eğitim
- Renkli Filmler
- Gün Ortasında Fotoğraf Çekimi

Haberler

DASK

Yeni Umutlar
- Gözde Hakverdi
- Asiye Çığrı

Sergi Salonu
- Barış Köse
- Yiğit Saraç

Solan İki Renk

Suyunu Çıkaranlar

Bir Ülke Bir Fotoğrafçı

Fotoğraftan Al Haberi

Portfolyolar
- Ozan Sağdıç
- Gökhan Demirer
- Ali Rıza Akalın
- Fikret Otyam


 

 

Sayı 11
UZAKLARDAN
Aylin Yilmazbayhan

Merhaba,

Bu sayımızda fotoğraf eleştirisi ile ilgili bir denemeyi sizlere aktarmaya çalıştım. Ortaya çıkarılan eserleri eleştirmek oldukça zor bir iş. Robert Adams'ın bahsettiği eleştiri her ne kadar profesyonellerin çalışmalarını profesyonelce eleştirmenin yollarını gösterse de, biz amatörlerin ve bizlerin fotoğraflarının kritiğini yapan kişilerin de bu denemeden öğrenmesi gereken çok şey var.

Son üç sayımızda Robert Adams'ın "Beauty in Photography" isimli kitabından seçilmiş denemelerin çevirilerini sizlere aktardım. Umarım bu kitap dilimize çevrilir ve bu denemelerin tamamını okuma şansına sahip oluruz. Üç denemesine arka arkaya dergimizde yer verdikten sonra sizlere kısaca Robert Adams'dan bahsetmek istiyorum. Robert Adams 1937 yılında New Jersey'de doğdu ama kariyerinin ilk yıllarında Colorado'ya taşındı. Adams, Colorado'nun doğal güzelliğini fotoğraflamak yerine onun belgeselini yapmayı tercih etti. Adams, insanın doğa ile olan ilişkileri ve sanat ile dinin bunu nasıl kontrol ettiği ile ilgilenmiştir. Onun düşünme tarzı tamamen estetik üzerine kurulmuştur.

Fotoğrafçının Düşmanı Var mı?
Robert Adams

Degas, Pissarro ve Seurat gibi ünlü ressamların da aralarında bulunduğu bir grup ressam 1886'da Paris'te beraber bir sergi açtılar. Ancak, açılış gününde kalabalığın büyük bir bölümünün davranışları hiç de dostça değildi. Katılımcılardan biri olan Paul Signac, daha sonra ziyaretçilerin birinden şöyle bahsediyordu: "Adam bütün gününü sergi salonu ve yanındaki kafeterya arasında gidip gelerek ve sergiye gelip onun neşesine katılan herkesin ismini bir listeye kaydederek geçirdi. Bu kadar çok ünlü insanla tanıştığı için çok heyecanlıydı ve bu yüzden kapıda giriş parasını ödediğinde üstünü almayı bile unuttu".

Bu olay John Rewald'ın "Empresyonizm'in Tarihi" isimli kitabında tekrar ele alınmaktadır. Rewald'a göre; eleştiriden öğrenilecek tek şey onların acımasız saldırısına karşı nasıl güçlü olunacağını öğrenmek, bu sayede asıl yapılması gereken işleri başarmaktır. Günümüzde de beklenen bundan çok farklı değildir. Hatta fotoğrafçıların ressamlara göre eleştiriye daha çok ihtiyaçları vardır. Buna rağmen kaç tane sergi eleştirisi görmekteyiz ?

Ben şanslıydım. Bir fotoğrafçının diğerini kıskanmadığı zamanlardan önce fotoğrafa başladım. Günümüz koşullarında fotoğrafa başlayanlarda da bir yavaşlama olmalı. Bu sadece eleştirmenler yüzünden değil, aynı zamanda ayrıcalıklı olma yarışına girmiş fotoğrafçılar ve profesyonelliğe aykırı davranan müzeciler yüzünden de.

Toplumdaki fotoğrafa olan ilgi eksikliğinin pek çok sebebi vardır. Bunlardan biri, biz fotoğrafçılar birşey üretmediğimizde fotoğraf öğreten insanların işsiz kalacak olmasıdır. Bu para meselesidir. Çok kısa bir süre önce sadece fotoğraf dersleri vererek çok iyi para kazanabileceğimi öğrendim. Fakat biliyorum ki fotoğraf üreterek, yani öğrettiğim işi yaparak yaşamak imkansız. Bu ironi hayatı hiç de kolaylaştırmıyor.

Fotoğrafta tartıştığımız bu konu aslında çok karmaşıktır. Sorun, şu anda fotoğraf eleştirmenliği yapanların çoğunun bu alanda yeterince tecrübesi olmayan gençler olmasıdır. Ve ayrıca fotoğraf alanının doğası yeterince ürkütücüdür. Fotoğrafta ayırdedilebilen bir tarz elde etmek için fotoğrafçılar çok büyük paralar ve de çabalar harcamaktadır. Diğer taraftan boş fotoğraflar da eleştirmenleri kızdırmaktadır. Fakat bu kötü davranışların sebebinin bir özürü olamaz. Bizim bir elimizde gayrı medeni eleştiri diğer elimizde de fotoğraflar ve bu fotoğrafları yapan fotoğrafçılardan öğrendiklerimiz var. Heykeltraş David Smith kendi dergisinde şöyle demektedir: " İzleyici, sanat eserindeki etkinin miktarını anlamakta mıdır?" Sanatçının yapmaya çalıştığı şey bizi hayatın değerli olduğuna ikna etmektir. Bu gerçekten çok riskli ve acı verici bir çabadır. Buna rağmen, eleştirmenler acımasız bir şekilde saldırdıklarında onların bunu anlayıp anlamadıkları da hala cevaplanmayan bir sorudur.

Camus'un gözlemine göre "sanatçıya yardım edenler onları, kendilerini ve üretenleri sevenlerdir, başkalarının tutkularını kendi tutkuları gibi değerlendirebilenler ve tabiki nasıl eleştireceğini bilenlerdir. Benim tahminim ise bir izleyici ve de bir eleştirmen olarak bizlerin yapmak istediği şey sadece sanatçılara yardım etmektir. Eğer bir eleştirmenin en önemli işi iyi olmayan sanat eserlerini ayıklamak ise, onlar aynı zamanda başarılı sanat eserini de ayıklamak zorundadır. Fakat bu nasıl yapılabilir? Ne tip eleştiriler fotoğraf için uygundur?

Olumsuz olmak her zaman çok daha kolay olduğu için, genelde kullanılan fakat yanlış olan bir öneri ile başlayayım: En popüler yol dürüstlüktür. Bu pek çok insan için oldukça sevimli bir konudur. Fakat, fotoğraf kritiğine bunu uygulamanın en temel sorunlarından biri fotoğrafta birşeyleri ispatlamanın oldukça zor olmasıdır. Riyakarlık, fotoğrafının hatalı olabileceğinden şüphe etmek dürüstlük ise, onun tamamen yanlış olduğunu ilan etmektir. Ortadaki tek kanıt ise eleştirilen fotoğraftır (eğer fotoğrafçı tarafından yazılmış mektup veya yazılar olmadığı düşünülür ise). Fotoğrafın, fotoğrafçının gerçek düşüncelerini yansıtıp yansıtmadığını görmek oldukça zordur.

Emin olun ki fotoğrafçıların hiç biri neden fotoğraf çektiklerinin farkında değildirler. Bu belirsizlik, etkisini izleyiciler için göz ardı ettiğimizde, fotoğrafçılar için bir ilham kaynağıdır. Yemeden yaşayamayız ama bu ihtiyaç ile ruhumuzun ihtiyaçları arasında da kolay kolay bir bağlantı kuramayız.

Eğer dürüstlüğü yerine koyacak olursak, bununla ilgili bir tez öne sürmek istiyorum: Dürüstlük, çoğunlukla bir sanatçı için, sosyal ekonomik ve de politik durumların ötesinde, olumsuz bir davranış biçimidir. Kötü sanatçıların büyük bir kısmı çok dürüsttür. Örneğin, James Joyce iki yüzlü bir İrlanda'lı olarak suçlanabilir. Olaylardaki gerçeği göstermek için fotoğrafçı, İrlanda'nın bağımsızlığını ciddiye almıyormuş gibi görünür. Aynı zamanda Walker Evans da fotoğrafladığı güneyli çiftçilerin sefillikleri ile ilgilenmediği için dürüst olmamakla suçlanmıştır. Peki, Evans onları savunmasız bir şekilde göz önüne sermek için kullanmadı mı?
"Dürüstlük" kelimesi sanat camiasında sanatçının farklılığının dürüstlüğü olarak anılmalıdır. Çünkü, bu yaklaşımla, biz sanatın varlığı ile sanatçının ürettiği fotoğraftaki genel düzenleme ve onun keşfettiği karmaşık hayatın anlamını tartışmaya başlıyoruz.

Bir diğer uygun olmayan eleştiri de sanatçının hayatı ile ilgili yapılan eleştiridir. Herkesten farklı giyindiği için Marianne Moore'un şiirlerini beğenmemek, veya çok içki içtiği için William Faulkner'ın romanlarını sevmemek hiç de doğru değildir. Üniversitede ya da bir dergide çalışıyor diye, sosyalist ya da değil diye, v.b, o kişilerin yaptığı fotoğraflara saldırmak uygun bir eleştiri tarzı değildir. Eleştirmen Max Kozloff, sanatçıların özel hayatlarındaki detayları içeren bir kitap olması gerektiğini savunmaktadır. Aslında bu çok yanlıştır; çünkü, bir fotoğrafçıyı diğer insanlardan ayıran onun yapmış olduğu fotoğraflardır ki bizi ilgilendiren de sadece ve sadece onlardır. Eğer, fotoğraflar sanatçının hayatındaki özel detayları bilmeden anlaşılamıyorsa, asıl sebep onların yanlış değerlendirilmesindedir. Çünkü, tanımına göre, bir sanat eseri yaratıcısından tamamen bağımsız olmalıdır. Bir fotoğrafın psikoanalizini yapar gibi onun fikirsel yönünü göstermeye çalışmak bizi fotoğrafın kendisinden ve çalışmanın değerini ve gizini ortaya çıkarmaktan uzaklaştırır. George Orwell, "bir şiir ancak hikayeleştirildiğinde yorumlanabilir. Bu ise çekirdekleri için elma yemek gibidir" der. Cezanne, Stiegltz, Steichen vb gibi sanatçılar tarafından yapılmış mükemmel elma resimleri gözümün önüne geldikçe bu benzetme çok daha hoşuma gidiyor ve böylece onları yerken aldığım zevki unutmak istemiyorum.

Dürüstlükten, insanların özel hayatında ki detaylardan ve ideolojik yorumlardan uzak duracağımız konusunda anlaştığımızı varsayalım. Peki daha sonra?

İlk önce, herhangi bir çalışmanın halk önünde tartışılmasının uygun olup olmadığına karar vermeliyiz. Burada konuşmaya çekinilecek pek çok sebep vardır. En önemli değerlendirme sonuçta kişiseldir. Halka açık yapılan değerlendirmenin iyi olabileceği kabul edilse bile bunun tersini gösteren pek çok yol vardır. Örneğin, hemen akla izleyicilerin yeterince fotoğraf görüp görmediği gelir. "Herkes bir veya iki fotoğraf daha doğrusu bir sürü kötü fotoğraf çekmiştir" diyen Cartier-Bresson çok haklıdır.

Bir eleştirmenin bir çalışmayı kötü olarak değerlendirdiğini varsayalım. Eğer öyleyse, bu, eleştirmenin konuşmaması gereken birşey mi? Bundan kurtulmanın bir yolu yok mu? Kötü kolayca ayrılamıyor ise, iyi çalışma nasıl başarılı olabilir? Bu tip sorular kolayca cevaplanamaz.

Diğer taraftan eleştirmenlerin de yanlış yorum yapabileceği gözönüne alınmalıdır. Empresyonist'lerin savunucularından biri "hiçbir gazete yeni bir yetenek keşfetmemiştir" demişti. Yıkılması zor bir tez gerçekten. Aynı zamanda halk önünde olumsuz eleştiriyi taktik olarak kullananlar da vardır. Pek çok yayıncıya göre olumsuz eleştiriler hiç eleştirilmemekten çok daha iyidir. Her ne kadar bu, ekonomide geçerli olmasa bile, olumsuz eleştiri o çalışmanın önemine işaret etmektedir.

Belki bu şekilde kötü bir çalışmadan düşündüğümüz kadar çok korkmayız. Hatta buna kendimiz bile izin verebiliriz.

Eğer biri eleştirel bir şekilde konuşmaya ya da yazmaya karar verirse, yapacağı tek şey tam anlamıyla açık ve anlaşılır olmaktır. Eleştirilerin çoğu sonuçta yanlış fikir üzerine kurulmuştur. Sanatın kendisi gizemli olduğu için eleştiri de öyle olmalıdır.Fakat eleştiri ve sanat eşanlamlı değillerdir. Eleştirinin görevi, sanatın gizemini yoketmeden ortaya çıkarmaktır. Sanat dergileri okurken Robert Graves'in "iyi bir dille yazılmış yazılar her zaman moral verir" dediğini hatırlarım. Bu cümle, pek çok derginin sorununu çok iyi bir şekilde açıklamaktadır. Bazen bu yazarlara, yazdıklarını yaşlıca bir hanıma okuttuktan sonra onun takıldığı yerleri hemen değiştiren VIII.yy Çinli şairlerden Po Chii'nin uyguladığı bu yöntemi önermek istiyorum.

Eleştirmenin, elinden geldiği kadar açık ve net yazabildiğini kabul edelim. Peki yazmak için en uygun konu nedir? Burada Henry James, sorulması gereken en uygun soruları şu şekilde belirlemiştir: Sanatçı ne yapmaya çalışıyor? Bunu yapabilmiş mi? Bunu yapmaya değer miydi?

Kabul edelim ki ilk soru insani ürkütmektedir. Kim sanatçının ne yapmaya çalıştığını bilebilir ki? Burada gördüğümüz tek şey çalışmanın kendisidir ve biz ancak bu çalışmadaki çabayı tartışabiliriz. Bunun dışında tartışılan herşey çok anlamsızdır.

"Sanatçı ne yapmaya çalışıyor" sorusundan sonra James'in ikinci sorusu ise düz mantıktır. Bunu cevaplamak için eleştirmen çalışmanın kendi içinde bir uyumu olup olmadığını ve sanatçının kendisi tarafindan yaratılmış kurallara uygun olup olmadığını belirlemek zorundadır.

Bazı eleştirmenlerin yaptığı gibi diğer iki sorudan önce sorulması gereken son soru ise en önemlisidir. Pek çok akademisyen bu soruyu sormaktan çekinirler fakat bizler buna izin vermeyiz. Sonuç olarak, eleştirmenin kendi değerlerini ortaya çıkarması için ısrarcı olmalıyız. Örneğin, ben birşeylerin yapmaya değer olup olmadığını anlamaya çalıştığım zaman daha farklı sorular sorarım. "Oluşumu " yani "güzelliği" ortaya çıkarıyor mu? Eski gerçekleri yeniliyor mu? Daha önceden uyumsuz olarak tanımlanan elemanları uyumlu hale getiriyor mu?

James'in bu üç sorusu, doğru metodolojiyi bulmanın yolunu gösterir fakat tanrı biliyor ki onlar başarıyı garanti edemez. Fotoğraf hakkında etkili olarak yazabilen sadece bir kaç kişi vardır. Bunlardan biri olan John Szarkowski ortamdaki yapıcı etkisi nedeniyle Stieglitz kadar hatta ondan bile daha iyi tanınır. Szarkowski'nin eleştiri yazıları onu bu kadar ünlü yapmıştır. Buradaki ironi ise rakiplerinin onun başarısındaki en açık anahtar noktalarını kaçırmalarıdır. O sadece sevdikleri hakkında yazar. Bu sadece rekabeti başından engeller. Şüphe yok ki, saygı duyulması gereken çalışmalar hakkında yazılmış denemeler her zaman ayakta kalır ve bu çalışmalar ortaya çıkar. Zayıf çalışmalar ise kendi ağırlıkları ile düşerler. Dolayısı ile her zaman bizim iyiyi görmemizi sağlayan bu insana minnet borçluyuz.

Son olarak, biri eleştirmenlere, diğeri fotoğrafçılara olmak üzere iki düşüncemi aktarmak istiyorum. İlki Los Angeles'deki Immaculate Heart College'in sanat bölümünün yöneticisi tarafından aktarılan bir gözlem. "Bu dünyada ki herkes birşeyleri göstermeye, kanıtlamaya çalışıyor. Belki bazıları sanatçı olarak yeryüzünün renginin ne olduğunu göstermektedir. Buna rağmen, hala diğerleri onun mavi olduğunu ispatlamaya çalışıyor olabilir". Buna göre, eleştirmen olarak hiç bir konunun önemsiz olmadığını unutmamalıyız. Sonuçta, bütün hümanist yaklaşımlar ilgi göstermeye değer.

Fotoğrafçıları cesaretlendirmek için söylemek istediğim şey Mattisse'nin ressamlar için söylediği şu cümle ile çok iyi ifade edilmektedir: "Bir ressamın asla gerçek düşmanları yoktur fakat kötü resimleri vardır." İyi resim (fotoğraf) her zaman gücüyle kendini gösterir. O yanlış yapılmış bir eleştiriden daha güçlüdür. " Bir ressamın asla gerçek düşmanı yoktur fakat kötü resimleri vardır" cümlesi beni eleştirinin en uygun noktasına getirdi. Bir fotoğraf eleştirmeninin en önemli işi fotoğrafçılara, onların gerçek düşmanlarını (kötü fotoğraflarını) yenmelerine yardımcı olmaktır.

Kaynak: Beatuy in Photography Essays in Defense of Traditional Values, Robert Adams, Aperture, 1981