Back to Main Page Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim

Editörden

Sanat ve Acı

Fotoğrafın Gücü

Uzaklardan

"Black&White in Colors"

Neden Bazı Şeyleri Kategorize Etmek Zorundayız

Merhaba Atina Here İstanbul

Savunma ve Havacılık Dergisindeki Reklam Fotoğrafları Ne Anlatır

Fotoğraf ve Mimari

Temel Tasarım : Çizgi

Kaktüs

Osmanlı İmparatorluğu' nda Fotoğrafçılar İçin Yönerge

Cadı Kazanı

Orojeni

Okudunuz mu ? Gördünüz mü ?

"Kurguların İnsana Ettikleri"

BÜLMETEN

Ciddiyet

Yol Notları : Hindistan

Eğitim
- Renkli Filmler
- Gün Ortasında Fotoğraf Çekimi

Haberler

DASK

Yeni Umutlar
- Gözde Hakverdi
- Asiye Çığrı

Sergi Salonu
- Barış Köse
- Yiğit Saraç

Solan İki Renk

Suyunu Çıkaranlar

Bir Ülke Bir Fotoğrafçı

Fotoğraftan Al Haberi

Portfolyolar
- Ozan Sağdıç
- Gökhan Demirer
- Ali Rıza Akalın
- Fikret Otyam


 

 

Sayı 11

SON BAHAR FOTOĞRAFLARI VE SANAL SERGİLER ÜZERİNE
Hafize KAYNARCA

Bu sayıda sizlere fotoğraf kitaplarının tanıtımı ya da son gördüğüm fotoğraf sergilerinden söz etmeyeceğim. Bu yazıda bugünlerde yaşadığımız mevsimle, “sonbahar” ile ilgili fotoğraflardan ve artık sergi salonlarından ekranlarımıza taşınan “sanal sergilerden” söz etmek istiyorum...

Geçenlerde evime giden yolda yürüyorum, birden içimde garip bir hüzün uyandı. Ayaklarımın altında çıtırdayan yaprakların sesi içimi kabarttı. “Şimdi şöyle ormanlık bir yerlerde olmak vardı” dedim kendi kendime. Ağaçların altında, kurumuş yaprak denizine çıplak ayakla basarak koşmayı nasıl canım çekti. Rengarenk sonbahar renklerinden oluşan sararmış yaprakların tüm toprağı kapladığı yamaçlarda yuvarlanmak, hatta belki sevgilinle el ele romantik takılmak... Kendimi bu düşünceler içinde pek mutlu hissettim. Ama bir taraftan da kaldırımdan değil de, kaldırımın kenarına yığılmış sarı yaprakların üzerinden yürümeye çalıştığımı fark ettim. Kendimi bastıkça ahenkle çıtırdayan yaprakların sesine kaptırmıştım. Sanki bestesini sonbaharın, yorumunu kuru yaprakların yaptığı ve seslendirdiği bir müzik eşliğinde yürüyordum. Etrafıma hiç bakmamaya çalışarak, gözlerimi yalnızca yerdeki yapraklara odaklayarak yürüyordum. Başımı kaldırınca ve etrafımdaki binaları görünce büyü bozulacak diye korkuyordum. Kendimi bir ormanın içinde hayal ediyor, yalnızca ayaklarımın altında çıtırdayan kuru yapraklardan yarattığım kompozisyon karelerine bakıyordum. Ve karelerden onlarca fotoğraf kuruyordum kafamın içinde...

Eve girince gözlerim sonbahar fotoğrafları görmek istedi. Fotoğraflarımı karıştırdım. Ne acıklıydı, pek sonbahar fotoğrafı çeken biri değilmişim meğer. Yalnızca bir iki tane fotoğraf çıktı arşivden. Negatiflere baktım basılmamış sonbahar fotoğrafı sayısı epeyce fazlaydı. Aklıma evde bulunan fotoğraf albümleri geldi. Hemen onları karıştırdım. Nafile onların arasında da beni mutlu edecek fotoğraflara pek rastlayamadım.

Aman tanrım, ne tuhaf bir durum... Canım sonbahar fotoğrafı görmek istiyor. Nasıl açım son bahar görüntülerine. Etrafta sergi var mı diye düşündüm ama hatırlayamadım. Tamam buldum. Yeni ve eski fotoğraf dergilerine bakmalıyım dedim. Onların arasında mutlaka vardır. Yanılmadım tabi ki. Dergilerin yaprakları arasındaki portfolyolar da bir sürü sonbahar fotoğrafına rastladım. Rastladıklarıma büyük bir açlık ve arzuyla bakmaya başladım. Ama bütün bu fotoğraflara bakarken dışarıda yapraklara basarken aldığım hazzı alıyor muydum acaba? Bu soruyu da kendime sormadan edemiyordum. Sonbaharda çekilmiş bu güzel fotoğraflar açlığımı gideriyor muydu, yoksa ayak üstü atıştırmak gibi öylesine idare mi ediyordu beni.

Başka bir deyişle bu fotoğraflar sadece sonbaharda çekilmiş güzel fotoğraflar mıydı? Yoksa sonbaharı mı anlatıyorlardı? Sonbaharın içimde uyandırdığı hüznü, keyfi, yalnızlığı, melankoliyi, ölümü ve yeniden doğuşu, sararmışlığın, çürümüşlüğün verdiği acıyı, anıların yükünün altında ezilişin piskolojisini, yüzünüze vuran sonbahar esintisini, geçmişin asla geri gelmeyeceğinin bilinciyle duyduğunuz derin pişmanlıklarınızı ve hep yeniden başlayabileceğinizin müjdesini hissettirebiliyor muydu?

O göz kamaştıran yoğun güz renklerinin, ayaklarınızın altında ezilen yaprakların ve kışın habercisi serin esen rüzgarın hışırtısının size yaşattığı bunca karmaşık duyguyu bu fotoğraflar yaşatabiliyormuydu.

Ama hazır bu kadar sonbahar krizine girmişken şöyle bir tane fotoğrafı alsam da evimin duvarlarındaki fotoğrafların arasına katsam diye düşünerek tekrar bakmaya başladım fotoğraflara...

Evet, evimin duvarında, her baktığımda bana güz mevsiminin tüm gizemini, korkusunu, hüznünü ve keyfini hissettirecek bir fotoğraf isteğine kapıldım. Şöyle çerçeveli, altında fotoğrafçısının ismi ve imzası olan, baktıkça bende sonbaharı yaşatacak bir fotoğraf. Bazılarına göre bu istek belki lüks belkide abestir. Ama gönül bu istedi işte.

Onca fotoğraf baktığım halde hala kendimi sonbahar fotoğraflarına doymuş ya da büyük keyif almış gibi hissetmedim. Hala yeni sonbahar fotoğrafları görmek istiyordum. Aklıma bu defada internetteki fotoğraf sergilerine bakmak geldi. Hemen bilgisayarımı açtım ve fotoğraf sitelerini, sergileri gezmeye başladım. Burada da epeyce sonbahar fotoğrafına rastladım. Tıpkı dergilerdeki gibi insanı düşler alemine sürükleyen çok güzel fotoğraflar da vardı, sıradan fotoğraflar da vardı.

Sanal alemde gerçek galerilerden daha çok fotoğraf sergisine rastlamış olmak inanın beni biraz ürküttü. Bunun yanlış olduğunu düşünmüyorum ve de eleştirmiyorum. Fakat bir taraftanda bilgisayarda fotoğraf sergisi izlemek bana biraz garip geliyor. Galeride gözlerimle yakından bakarak, üzerinde düşünerek, bazen ukalalık ederek, kimi zaman eğer varsa fotoğrafçısıyla konuşarak ve gerçekten fotoğrafları hissederek, yakınlık kurarak fotoğraf bakmak başka bir keyif. Ekrandan bakarken aynı keyfi almak benim açımdam pek mümkün değil. Hani sinema salonunda film izlemekle evde TV ya da bilgisayardan film izlemek arasındaki fark gibi. Keyifli yanlarıda var, kötü yanlarıda. Belki sevenler vardır evde ekrandan film ve fotoğraf izlemeyi, ama ben hoşlanmadım. Benim sonbahar görüntüleri özlemimi/açlığımı ekrandan fotoğraf bakmak pek doyurmadı. Hatta diyebilirimki dergilerden izlediğim fotoğraflar, sergi salonunun keyfini vermese bile ekrandan fotoğraf bakmaktan daha yakın ve keyifli geldi bana.

Birde sonbaharın üstümüzde zaten yalnızlık, hüzün ve melankoli yarattığını düşünürseniz, sanal ortamda fotoğraf izlemek, insanı kendinden iyice uzaklaştıran bir hale dönüşüyor. Hepten bunalım içine düşmek içten bile değil. Oysa sergi salonları, galeriler öylemi ya! Fotoğraflara bakarken birilerine çarparsınız, farkında olmadan kendi kendinizle veya birileriyle konuşmaya başlarsınız. Baktığınız fotoğrafın emülsüyonuna yakın olmanız sizi görüntüye ve konuya yakın hissettirir. Böylece fotoğrafla daha kolay iletişim kurabilirsiniz.

Yine de sanal sergilere haksızlık etmek istemiyorum. Çok güzel fotoğraflar bulabileceğiniz bir sürü fotoğraf siteleri ve galeriler var. İyikide varlar... Lütfen fırsat bulduğunuzda sizde bir gezinti yapın buralarda. (Başka bir yazıda buralardan, beni çok etkileyen bazı özel sergiler hakkında sizlere ayrıca yazacağım.) Özellikle sanal fotoğraf dergilerinde yer alan portfolyalar bence görülmeye değer.

Ama lütfen sanal aleme kaptırıp gerçek fotoğraf sergilerinden ve gerçek fotoğraflardan uzaklaşmayalım. İçinde bulunduğumuz dönem bizi zaten çaresizce yalnızlığa itiyor. Sanal alemde bunu iyice pekiştiriyor. Teknolojinin bizi birbirimizden ve gerçek görüntülerden, gerçek duygulardan ve yaşamın içinden koparmasına izin vermeden fotoğrafın hayatımıza kattığı ve katacağı gerçek güzelliklere izin verelim...

Ah sonbahar ah... Seni ne dergilerdeki fotoğraflarda hissedebildim yeterince, ne de sanal sergilerde... Bunun sebebi fotoğrafları gördüğüm ortamlar mı? Yoksa fotoğrafların kendisi mi? Bilemiyorum. Belkide her ikiside... Ancak ben hala sonbaharı yakından hissetmek ve yaşamak istiyordum...

En iyisi bugünlerde amatör fotoğrafçıların çoğunun yaptığı gibi bende kalkıp şöyle bir Yedigöller’e yolculuk yapayım dedim. Hem de fotoğraf çekerim, onlardan bir ikisini de basar duvarıma asarım diye düşündüm. Ama Yedigöller’e vardığımda paniğe kapıldım. O büyülü güzelliğin karşısında fotoğraf çekmeyi falan unutup sonbaharın içinde kayboldum. Sarhoş oldum. Ve de etrafımda kulağımı tırmalayan deklanşör seslerine sinir oldum. Düşlerime tecavüz ediyorlar gibi geldi bana. Kaçtım onlardan. Çekemedim fotoğraf. Burayı hissetmeden, sonbaharın kendisiyle derinden söyleşmeden, onu tanıyıp anlamadan onu anlatabirmiydik? Hem de fotoğrafla anlatabilir miydik acaba? Bu renklerin ve eşsiz güzelliğin içimizde uyandırdığı onca yoğun duyguları anlatmaya fotoğraflar yeter miydi? Ya da bunları anlatabilecek fotoğraflar çekilebilir miydi?

Bilemiyorum. Umuyorum Yedigöller’e onca giden fotoğrafçıdan bazıları bunu başarmıştır. Ama ben beceremedim. Olmadı işte. Yedigöllerden muhteşem duygular ile ama sonbaharı ve Yedigöller’i anlatmayan fotoğraflar ile döndüm. Ellerim de duvarım da yine boş kaldı...

Anlayacağınız sonuç olarak dergilerden kestiğim sonbahar fotoğraflarını kolaj yaparak bir araya getirdim ve duvarıma astım. Eh şimdilik şimdilik idare ediyorum... Ama anladımki sonbahar fotoğrafı çekmek kolay belki ama fotoğraflar ile sonbaharı anlatmak, hissettirmek, işte o pek kolay değil. Çıplak ayakla üstüne bastığımız yaprakların hışırtısının içimizde uyandırdığı hisleri, fotoğrafla anlatabildiğimizde, gerçekten sonbahar fotoğrafları çekmiş olacağız. İşte o zaman sanal sergilerde değilde duvarlarda asılı sonbahar fotoğraflarımız olacak... Ve böylece, artık duyguları da sanal yaşama tehlikesine karşı, gerçek duyguların güzelliğini de hatırlarız umarım.

Bu arada önümüz kış... Kar fotoğrafları dönemi başlıyor...

Bize yaşadıklarımızı, gördüklerimizi hissettiren fotoğraflar çekmek ve sanal değil gerçek duygular yaşamak dileğiyle.

                                                                                    Hafize KAYNARCA