Back to Main Page Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim

Editörden

Canlı Kalkanların Yol Öyküsü

Camevler


Black&White in Colors : "Bir Metropol Paleontologu"

Fotoğraf Sanat İlişkileri

Sanat ve Felsefe : "Bir Sanat Yapıtının Değersel Sınırlamaları"

Uzaklardan : "Man Ray'in çalışmaları, Robert Desnos "

Sanal Dergi Yayıncılığı (Fotografya Bildirisi)

Temel Tasarım : Renk

Sayısal (Dijital) Fotoğrafa Bakış

Video Üstüne

"Ba-şar-Mak"

İzahlı Orhan Cem Çetin Külliyatı; Yumuşak Şeyler (1988-1990)

Kaktüs : "YA, YA, YA, ŞA, ŞA, ŞA, BİZİM TAKIM ÇOK YAŞA"

Eleştirmek İçin Eleştirmek

Afsad 6. Fotoğraf Sempozyumu Hakkında Birkaç Söz

18. İfsak Fotoğraf Günleri'nin ardından

Altın Kamera Yarışması

"Okudunuz mu ? Gördünüz mü ?" :
Fotoğraf İzleyicisi/Tüketicisi Olmak


"Sırt Çantalılar" Kurban Bayramında Ne Yapmak Lazım ?

Yol Notları :Venedik

Bülmeten

Temel Eğitim : Amatör Karanlık Oda ve S/B Baskı


Haberler

Çiçeği Burnunda Yayınlar

Platformlar
Bufsad

Yeni Umutlar
Serra Topal
Amgalan Nadsagdorj

Sergi Salonu
Çizgili Fotoğraflar
Pervane
Çöplükte Yaşam


Portfolyolar :
Yusuf Tuvi
Yusuf Darıyerli
Vahap Akşen


 

 

Sayı 13

İZAHLI ORHAN CEM ÇETİN KÜLLİYATI
Yumuşak Şeyler (1988-1990)



Yumuşak Şeyler serisi aslında Tanıdık Şeyler ile aşağı yukarı aynı yıllara rastlıyor. Yani 80'lerin sonları. Sadece diapozitif film ile çektiğim ve saydam gösterisi olarak izlenen bir işti. Tanıdık Şeyler'de olduğu gibi herhangi bir buluş veya özel bir çekim sonrası işlem de içermiyordu. Ne kadraj, ne başka bir şey. Doğrudan fotoğraflar!

Fotoğrafçı Sedat Antay'ın benzer işlerinden etkilenerek başlamıştım bunları çekmeye. Nesi cazip geliyordu bana? Galiba ayrıntıların silikleşmesi ve bu sayede fotoğrafı oluşturan ana lekelerin temiz bir biçimde ortaya çıkması. Yoksa sisli puslu görüntülerin yarattığı duygusal atmosfer değil. Ama belli ki o atmosferi de seviyordum ki kabullendim.

O zamanlar, şimdi efsaneleşmiş olan Rütte Fotoğraf Grubu (Reha Akçakaya, Sedef Antay, Hadiye Cangökçe, Kaan Çaydamlı, Çetin Şan, Tayfun Özel ve ben) yeni kurulmuştu. Grup olarak ilk kez Ankara'da, Türk İngiliz Kültür Derneği ve AFG'nin ortaklaşa düzenlediği 1. Saydam Haftası sırasında toplu gösteri yapmış, manifestomuzu da o sırada duyurma fırsatı bulmuştuk. (Özeti: Biz deneysel fotoğraf yapıyor, fotoğraf yoluyla kendimizi araştırıyoruz. Birlikte fotoğraf yapmamızın nedeni birbirimize benzemeye değil, benzememeye çalışmak. Fotoğraflarımızı tokuşturmak için biraraya geliyoruz. Bu grup, işlevini yitirdiğinde kendiliğinden dağılacaktır. [Nitekim öyle oldu, 5 yıl içinde dağıldık.]) Yumuşak Şeyler serisinden 10 kare de ilk kez bu toplu gösteri sırasında izleyici karşısına çıkmıştı.

Bugün Yumuşak Şeyler'e baktığımda, artık yenilerini yapmadığım ve yapmayı da aklımdan geçirmediğim halde gözüme pek de fena görünmüyorlar. İyi huylular. İyi etmişim diyorum. Yeteri kadar da çekmişim. Daha fazlasına gerek yok. Bugünkü aklıma göre, bu fotoğrafların sorunu derinliksiz olmaları. Güzel ve etkileyici görünmelerinden başka hiçbir hususiyetleri yok. Dekoratifler. Alıp duvarına asmak isteyenler çıkıyor ama bana kalırsa gözün zamanla alışacağı, bakanı değiştirme potansiyeli olmayan görüntüler. Bakalım sizler ne hissedeceksiniz.


Kullandığım birkaç teknik vardı. Hepsi aynı amaca hizmet ediyordu: keskin görüntünün üzerinde bir pus tabakası oluşturmak. Bulabildiğim en iri grenli filmleri kullanıyordum. İtalya'dan Scotch Chrome 1000 diye bir film getirmiştim bol miktarda. Berbat derecede iri grenleri vardı. Hiçbir film onun yerini tutmadı! Sonra da üretimden kaldırıldı, bir daha bulamadım. Onun yerine Fujichrome 1600'ü iterek kullandım sonraları. Pus için "Diffuser" ve "Duto" tipi filtreler kullanıyordum. Sonra yine Sedat Antay'dan öğrendiğim bir teknikle çok tuhaf bir objektif yaptım. Şöyle ki, bir Praktica MTL5 fotoğraf makinem vardı. Bu makinelerin objektifleri bayonet değil vidalıdır. Zenit'ler gibi. Elimde bir de Praktica için yakın çekim körüğü vardı. Özel bir ara halka edindim. Bu halkanın bir tarafında 52mm filtre için diş açılmıştı, diğer tarafında ise objektifin gövdeye bağlanmasını sağlayan vidanın aynısı vardı. Bu tip halkalar, objektifleri gövdeye ters yönde takmaya yarar, yakın çekim için. Ben şunu yapıyordum: Önce gövdeye körüğü takıyordum. Sonra körüğün ucuna ara halkayı. Onun ucuna da +1, +2 ve +3 yakınlaştırıcı mercekleri (bildiğiniz Close-Up lens) grup halinde takıyordum. Yani objektif yok. Onun yerine grup halindeki yakınlaştırıcı mercekler var. Bunlar biraraya geldiklerinde yaklaşık 200mm odak uzaklığı olan bir teleobjektif ortaya çıkıyordu. Ama ne teleobjektif! Diyafram yok, netlik ayarı yok, her türlü iç parlama, renk hataları, ne istersen var. Ama ortaya çıkan görüntü tam istediğim gibiydi. Netlik ayarı körük boyuyla yapılıyordu. Diyafram yerine sol elimin parmaklarını V haline getirip merceklerin önünde tutuyor, parmaklarımı birbirine yaklaştırıp uzaklaştırarak ışıkölçer ibresini ortalıyordum. Kendi halinde biraz mavi sonuç veren bu tuhaf objektifin renkleri parmak diyaframı (ten rengi) sayesinde biraz düzeliyordu da.

İşte böyle. Umarım beğenirsiniz. Bir sonraki seride buluşmak üzere, iyi seyirler.

Orhan Cem Çetin