Back to Main Page Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim

Editörden

Canlı Kalkanların Yol Öyküsü

Camevler


Black&White in Colors : "Bir Metropol Paleontologu"

Fotoğraf Sanat İlişkileri

Sanat ve Felsefe : "Bir Sanat Yapıtının Değersel Sınırlamaları"

Uzaklardan : "Man Ray'in çalışmaları, Robert Desnos "

Sanal Dergi Yayıncılığı (Fotografya Bildirisi)

Temel Tasarım : Renk

Sayısal (Dijital) Fotoğrafa Bakış

Video Üstüne

"Ba-şar-Mak"

İzahlı Orhan Cem Çetin Külliyatı; Yumuşak Şeyler (1988-1990)

Kaktüs : "YA, YA, YA, ŞA, ŞA, ŞA, BİZİM TAKIM ÇOK YAŞA"

Eleştirmek İçin Eleştirmek

Afsad 6. Fotoğraf Sempozyumu Hakkında Birkaç Söz

18. İfsak Fotoğraf Günleri'nin ardından

Altın Kamera Yarışması

"Okudunuz mu ? Gördünüz mü ?" :
Fotoğraf İzleyicisi/Tüketicisi Olmak


"Sırt Çantalılar" Kurban Bayramında Ne Yapmak Lazım ?

Yol Notları :Venedik

Bülmeten

Temel Eğitim : Amatör Karanlık Oda ve S/B Baskı


Haberler

Çiçeği Burnunda Yayınlar

Platformlar
Bufsad

Yeni Umutlar
Serra Topal
Amgalan Nadsagdorj

Sergi Salonu
Çizgili Fotoğraflar
Pervane
Çöplükte Yaşam


Portfolyolar :
Yusuf Tuvi
Yusuf Darıyerli
Vahap Akşen


 

 

Sayı 13


KAKTÜS
Ali Rıza Akalın


“YA, YA, YA, ŞA, ŞA, ŞA, BİZİM TAKIM ÇOK YAŞA”


Zapping seanslarından birinde rastlamıştım ilk kez. Ancak, yabancı bir kanal idi ve dil farklılığı nedeniyle izleyememiştim Rönesans dönemine ilişkin olan bu belgeseli.

Çok geçmedi.Yine yakaladım. Bu kez TRT’ deydi. İzledim. Belgesel; Rönesans ürünlerinin niteliklerinden çok, sanatçılar ile onlara sanat ürünü “sipariş” eden ‘egemen sınıf ’ arasındaki ilişkiyi konu alıyordu.

Çoğunlukla himaye altına girmeyi yeğliyorlar sanatçılar. Elde ettikleri güvenceden midir, nedendir, bir süre sonra, siparişçi ile anlaşmazlıklar çıkıyor. Doğal olarak da yerlerini başkalarına devrediyorlar. Yeni gelen “sipariş“ işe pek yatkın değil. O güne kadar özgürce çalışmış, biraz tembel. Ya işi bitiremiyor zamanında, ya da oluşturduğu yapıt, sergilenmesi gereken mekandaki yerini alamıyor, ”sipariş”çinin beğenmemesi nedeniyle. Haydi bakalım bu gitsin, yerine bu günlerde ismi çok konuşulan……… gelsin. Bu kez seçim doğru olsa da, sorunlar bitmiyor. Sanatçı ödün vermiyor. ”Siparişçi” bedelini ödemiyor. Ürün, yaratıcısından daha ünlü olmaya başlıyor. Yüksekte sergileniyor. Kendisi zeminde yaşıyor. Sonuçta Rönesans’ın başkenti Floransa’dan ayrılmak düşüyor sanatçıya.

Bu dönemde başarılı olanların hemen hepsi; bağımsızlığını koruyanlar ile kendilerine özgü biçimi yaratabilen inatçılar. “Sipariş“ de alsalar, yapıtlarını kendi düşünceleri ile özgürce oluşturabiliyorlar. Bugün daha çok onların adı var sanat tarihinde.

Epey bir süre önce izlediğim belgeselin içeriğinin bu yazıma giriş olmasının nedeni: FIAP Bienalleri yarışmalarını çağrıştırmasındandır.

Bu yıl, FIAP’ın siyah-beyaz baskı bienali Çin’de yapılıyor. Türkiye bu yarışmaya, on arkadaşımızın, birer fotoğrafından oluşturulacak takım ile katılacak. Takımı oluşturacak fotoğraflar bir yarışma ile seçiliyor. Seçim için bir konu belirlenmiş: “ “O“. Tek seçicilik getirilmiş; Sayın Tuğrul ÇAKAR.

Öncelikle, bir konunun belirlenmiş olmasını takım oluşturma ruhuna uygun buluyorum. Ayrıca, konulu çalışmaların; bireyin konuyu algılama, araştırma, uygulama ve sunma aşamalarından geçmesini zorunlu kıldığından, yaratıcılığı tetikleyen bir işlevi olduğunu düşünüyorum.

Öte yandan, tek seçiciden oluşan juri görevinin, bir süre denenebileceğine ilişkin düşüncelerimi daha önceki yazılarımda (Bursa Büyükşehir Belediyesinin fotoğraf yarışmasındaki uygulama nedeni ile) belirtmiştim. Tek seçiciliğin, çoğulculuğa aykırı olmasına karşın, takımı belirleme ve bienalin sonuçları ile ilgili sorulara yanıt verecek tek muhatabın bulunabilecek olması nedeni ile uygun görülebilir.

Bu aşamaya kadar bir problem görülmüyor. Ancak bundan sonra “ O “ konusuyla ilgili bir açılım var ki, durumu çok vahim bir hale dönüştürüyor

“ O “ konusu ile ilgili fotoğrafların nasıl çekilmesi gerektiği, bir başka ifade ile hangi biçimdeki fotoğrafların seçileceği, kesin çizgiler içinde ve ince detayına kadar dikte ettiriliyor, ilaveten örnek fotoğraf basılıyor, kadraj ve biçim çizimlerle destekleniyor.

Neler mi isteniyor?

*Fotoğraf karesinin tamamında insan olmalı.

*Fotoğraf karesinde hiç boş alan bırakılmamalı.

*İnsanlardan biri olan 0, diğerlerinden farklı olmalı.

*Alan derinliği ile O öne çıkarılıp, diğerleri silikleştirilmeli.

*Geniş açılı objektif kullanılmalı.

*Semi-mat kağıt kullanılmalı.

*Fotoğraflar, yatay kadrajlı olmalı.

*Fotoğrafların baskı boyutu mutlaka 17X30 cm olmalı.

Bütün bu kesin istemlere ilaveten , bir de fotoğrafların, siyah-beyaz baskı olması zorunluluğunu eklediğimizde fotoğrafçıya yapabileceği birkaç teknik uygulama dışında ne kalıyor?

Hiç.

Düşler nerede?

Nerede özgürlük?

Özgünlük Nerede?

Nerde yaratıcılık?

Ortalıkta gözükmüyorlar.

Oysa, bütün bunlar, bir yapıtı sanat boyutuna taşıyan, sanat söz konusu olduğunda olmazsa olmaz değerler değil midir?

Bu “ sipariş ” ile oluşturulan fotoğraflar kime aittir? Fotoğrafçıya mı? Küratöre mi? Başarı ya da başarısızlığın sahibi kim olacaktır?

İşin karşı cephesinde, fotografçılar duruyor. Yarışmaya katılacaklar tatmin olma duygusunu yaşayabilecekler mi? “Bu fotografı ben yaptım” diyebilecekler mi? İmzalamak kolay olabilecek mi?

Ciddi kaygılarıma ve çokca olumsuz görüşlerime karşın, organizasyonun başarılı bir biçimde gerçekleştirilmesini, sonuçta da bir çok ödül kazanılmasını diliyorum. Belki böylece benim düşünemediğim yararlar ve de kazançlar elde edilebilir.
Dergimizin üç aylık periyotlar ile yayımlanıyor olması, bir yandan bazı önemli konuları “ es ” geçmemize neden olurken öte yandan, kaktüs’ün dikenlerinin de paslanmasına neden oluyor. Ancak geleceğe belge olması bakımından işlevini sürdürmeye devam ediyoruz. Bu işlev içinde kaktüs’ün dikenlerinin, uyarıcı bir görevi olmasını hedefliyorum.

Aslında; duyarlı canları acıtmayan bir cinstendir bizim kaktüsümüz.

Kalın sağlıcakla

Ali Rıza AKALIN.