| KAKTÜS
 Ali Rıza Akalın
 
 “YA, YA, YA, ŞA, ŞA, ŞA, BİZİM TAKIM ÇOK YAŞA”
 
 Zapping seanslarından birinde rastlamıştım ilk kez. Ancak, yabancı 
                bir kanal idi ve dil farklılığı nedeniyle izleyememiştim Rönesans 
                dönemine ilişkin olan bu belgeseli.
 Çok geçmedi.Yine yakaladım. Bu kez TRT’ deydi. İzledim. Belgesel; 
                Rönesans ürünlerinin niteliklerinden çok, sanatçılar ile onlara 
                sanat ürünü “sipariş” eden ‘egemen sınıf ’ arasındaki ilişkiyi 
                konu alıyordu. Çoğunlukla himaye altına girmeyi yeğliyorlar sanatçılar. Elde 
                ettikleri güvenceden midir, nedendir, bir süre sonra, siparişçi 
                ile anlaşmazlıklar çıkıyor. Doğal olarak da yerlerini başkalarına 
                devrediyorlar. Yeni gelen “sipariş“ işe pek yatkın değil. O güne 
                kadar özgürce çalışmış, biraz tembel. Ya işi bitiremiyor zamanında, 
                ya da oluşturduğu yapıt, sergilenmesi gereken mekandaki yerini 
                alamıyor, ”sipariş”çinin beğenmemesi nedeniyle. Haydi bakalım 
                bu gitsin, yerine bu günlerde ismi çok konuşulan……… gelsin. Bu 
                kez seçim doğru olsa da, sorunlar bitmiyor. Sanatçı ödün vermiyor. 
                ”Siparişçi” bedelini ödemiyor. Ürün, yaratıcısından daha ünlü 
                olmaya başlıyor. Yüksekte sergileniyor. Kendisi zeminde yaşıyor. 
                Sonuçta Rönesans’ın başkenti Floransa’dan ayrılmak düşüyor sanatçıya. Bu dönemde başarılı olanların hemen hepsi; bağımsızlığını koruyanlar 
                ile kendilerine özgü biçimi yaratabilen inatçılar. “Sipariş“ de 
                alsalar, yapıtlarını kendi düşünceleri ile özgürce oluşturabiliyorlar. 
                Bugün daha çok onların adı var sanat tarihinde. Epey bir süre önce izlediğim belgeselin içeriğinin bu yazıma 
                giriş olmasının nedeni: FIAP Bienalleri yarışmalarını çağrıştırmasındandır. Bu yıl, FIAP’ın siyah-beyaz baskı bienali Çin’de yapılıyor. Türkiye 
                bu yarışmaya, on arkadaşımızın, birer fotoğrafından oluşturulacak 
                takım ile katılacak. Takımı oluşturacak fotoğraflar bir yarışma 
                ile seçiliyor. Seçim için bir konu belirlenmiş: “ “O“. Tek seçicilik 
                getirilmiş; Sayın Tuğrul ÇAKAR. Öncelikle, bir konunun belirlenmiş olmasını takım oluşturma ruhuna 
                uygun buluyorum. Ayrıca, konulu çalışmaların; bireyin konuyu algılama, 
                araştırma, uygulama ve sunma aşamalarından geçmesini zorunlu kıldığından, 
                yaratıcılığı tetikleyen bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, tek seçiciden oluşan juri görevinin, bir süre denenebileceğine 
                ilişkin düşüncelerimi daha önceki yazılarımda (Bursa Büyükşehir 
                Belediyesinin fotoğraf yarışmasındaki uygulama nedeni ile) belirtmiştim. 
                Tek seçiciliğin, çoğulculuğa aykırı olmasına karşın, takımı belirleme 
                ve bienalin sonuçları ile ilgili sorulara yanıt verecek tek muhatabın 
                bulunabilecek olması nedeni ile uygun görülebilir. Bu aşamaya kadar bir problem görülmüyor. Ancak bundan sonra “ 
                O “ konusuyla ilgili bir açılım var ki, durumu çok vahim bir hale 
                dönüştürüyor  “ O “ konusu ile ilgili fotoğrafların nasıl çekilmesi gerektiği, 
                bir başka ifade ile hangi biçimdeki fotoğrafların seçileceği, 
                kesin çizgiler içinde ve ince detayına kadar dikte ettiriliyor, 
                ilaveten örnek fotoğraf basılıyor, kadraj ve biçim çizimlerle 
                destekleniyor. Neler mi isteniyor? *Fotoğraf karesinin tamamında insan olmalı. *Fotoğraf karesinde hiç boş alan bırakılmamalı. *İnsanlardan biri olan 0, diğerlerinden farklı olmalı. *Alan derinliği ile O öne çıkarılıp, diğerleri silikleştirilmeli. *Geniş açılı objektif kullanılmalı.  *Semi-mat kağıt kullanılmalı. *Fotoğraflar, yatay kadrajlı olmalı. *Fotoğrafların baskı boyutu mutlaka 17X30 cm olmalı. Bütün bu kesin istemlere ilaveten , bir de fotoğrafların, siyah-beyaz 
                baskı olması zorunluluğunu eklediğimizde fotoğrafçıya yapabileceği 
                birkaç teknik uygulama dışında ne kalıyor? Hiç. Düşler nerede? Nerede özgürlük? Özgünlük Nerede? Nerde yaratıcılık? Ortalıkta gözükmüyorlar. Oysa, bütün bunlar, bir yapıtı sanat boyutuna taşıyan, sanat 
                söz konusu olduğunda olmazsa olmaz değerler değil midir? Bu “ sipariş ” ile oluşturulan fotoğraflar kime aittir? Fotoğrafçıya 
                mı? Küratöre mi? Başarı ya da başarısızlığın sahibi kim olacaktır? İşin karşı cephesinde, fotografçılar duruyor. Yarışmaya katılacaklar 
                tatmin olma duygusunu yaşayabilecekler mi? “Bu fotografı ben yaptım” 
                diyebilecekler mi? İmzalamak kolay olabilecek mi? Ciddi kaygılarıma ve çokca olumsuz görüşlerime karşın, organizasyonun 
                başarılı bir biçimde gerçekleştirilmesini, sonuçta da bir çok 
                ödül kazanılmasını diliyorum. Belki böylece benim düşünemediğim 
                yararlar ve de kazançlar elde edilebilir. Dergimizin üç aylık periyotlar ile yayımlanıyor olması, bir yandan 
                bazı önemli konuları “ es ” geçmemize neden olurken öte yandan, 
                kaktüs’ün dikenlerinin de paslanmasına neden oluyor. Ancak geleceğe 
                belge olması bakımından işlevini sürdürmeye devam ediyoruz. Bu 
                işlev içinde kaktüs’ün dikenlerinin, uyarıcı bir görevi olmasını 
                hedefliyorum.
 Aslında; duyarlı canları acıtmayan bir cinstendir bizim kaktüsümüz. Kalın sağlıcakla Ali Rıza AKALIN. 
 |