Back to Main Page

Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim



Bir Soruya Sahip Olmak

Cumhuriyet Dönemi Fotografçılığımızın Gelişimi

Atatürk Dönemi Basın Fotoğrafçılığının Toplumdaki Yansımaları

Ahmet Elhan'ın Portreleri

Osmanlı İmparatorluğu'nda Fotoğraf

Yüzyirmiyedi Yillik Bir Kitap: Risale-i Fotoğrafya

Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Yıllara, Dönemlere Ayırarak Fotoğrafçılar, Fotoğraflar, Akımlar, Olaylar ve Gelişmeler


Türkiye 'de Fotoğraf Eğitiminin Dünü Bugünü

Fotoğrafımızda Nü ve Sosyal Baskı

Fotoğraf Derneklerimiz

Cumhuriyetin 75.yilinda Fotoğraf Sanatimiza Tarih Perspektifinden Bir Bakış

Fotoğraf Eğitimi

Deneysel Fotoğrafi

Cumhuriyet'ten Günümüze Fotoğrafi

Fotoğraf Sanatı ve Derneklerimiz



Sayı 2


Fotoğraf Eğitimi

İnsanoğlunun yeryüzü serüveni hep "yaparak öğrenme" şeklinde gelişmiştir. Buna "sınama yanılma" yöntemi de denir. Herhangi bir gereksinimi için bir yol denemiş, olmayınca bir başkasını uygulamaya uygulamış, başarınca da bunu bilgi hazinesine kaydedip kullanır olmuştur. Bugün dahi maymunların yaşamını inceleyenler onların daldaki meyvayı düşürmek için önce bir bambu kullandıklarını yetişemeyince ucuna bir parça ekleyerek bunu başardıklarını saptamışlardır. Sınama ve yanılma yöntemi insan tabiatına en uygun yöntemdir. Usta-çırak usulü bunun bir adım ötesidir. Ustanın bir önceki ustasından aldığı bilgileri kendi ekledikleri ile birlikte çırağa aktarmasıdır. Bu bilgilerle çırak ustası ile bir süreç yaşar ve birlikte yeni deneyimler yaparlar ve yeni bilgiler oluşur.

Örgün eğitim ise; usta-çırak eğitimlerinin birikimlerinden yararlanıp genellemeler yapar. İlkeler ve yasalar koyar. Bu tip eğitim çözüm reçeteleri üretmez. Problem çözücü adam hedefler, çünkü yaşanabilecek her çeşit sorunu tek tek öğretmeye gerek yoktur. Ama bunların tümünü çözecek anahtar bulunabilir. Diğerlerine göre daha genel ve soyut bir yöntemdir. Dolayısıyla ilkel insanın doğasına uygun değildir. Ancak soyutlamaları kavrayacak bir gelişmişlik düzeyi gerektirir.

Eğitimin Amacı:

Eğitim ister doğrudan uygulamaya yönelik olsun, isterse üst bilgilere bir alt yapı oluştursun sonuçta amacı üretimin gereksinmelerini yanıtlamaktır. Nasıl ki üretim, tüketimin gereksinmelerini yanıtlıyorsa…

Tüketimi yönlendirenler üretimi bugün oldukça üniform (standart) bir hale getiriyorlar. Bu eğitimin de standartlaşması demektir. Ama gene de üretimde bir miktar yöresellik olacaktır. Buna kısaca ülke koşulları diyebiliriz. Bunun eğitime bir veri olarak girmesi gerekir. Bu, istihdamı çözümlemek için de gereklidir. Piyasanın istediği adamları yetiştirmezseniz potansiyel işsiz imal etmiş olursunuz. Bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu durum budur. Eğitimi üretim amacına yönelik sayıyorsak yüksek oranda meslek eğitimi yapıyoruz demektir. Meslek eğitimi işçiye nitelik kazandırmkla başlar. Bu bağlamda çıraklık kursları ve üretim içinde eğitim gündeme gelir. Bunun bir adım ötesi çeşitli dal ve düzeyde teknisyen yetiştirmektir. Bu açıdan ülkemize baktığımızda manzara hayret vericidir. Zaman zaman küçümsediğimiz bazı komşu ülkelerde bile tenekeci ya da marangoz dükkanı açmak için diploma koşulu aranır yani o ülkelerde bunların eğitimi vardır. Ülkemizde ise bu koşul sadece doktorluk mühendislik gibi uç noktalardaki serbest faaliyetlerde aranmaktadır. Trilyonluk ihalelere giren müteahhitler için herhangi bir eğitim koşulu yoktur. Ülkemizin en büyük sektörü olan yapı sektöründe demircilik, kalıpçılık, elektrikçilik gibi iş kollarının eğitim kurumları yoktur. Bütün bu işlerin tepesinde binlerce işçinin çalıştığı şantiyenin başında tek bir yasal sorumlu mühendis vardır (Buna fenni sorumluluk denir). Alttaki tüm kadronun eğitimsiz ve sorumsuz olduğu bu durumda tepedeki adamın bu sorumluluğu kaldırabilmesi olanaksızdır. Bu eğitime egemen olamayacağı, bu işlerin ülke ortalamasına ve geleneğine göre "olabileceği kadar" doğru yapılacağı anlamına gelir. Çünkü tepedeki adam, niteliksiz işçi ile karşı karşıyadır, yukarıdan aşağıya bir sorumluluk dağılımı oluşturmak mümkün olmamaktadır.

Bu eksikliği gidermek, tasarımcı ya da uygulama sorumlusu ile alttaki vasıfsız işçinin arasına işin gerçekten doğru yapılmasını sağlayacak teknisyenleri yetiştirmek için devletimiz belli tarihlerde teknisyen ve tekniker okulları açmışsa da rağbet görmemiş ve kapatılmıştır. Çünkü bu dalları bitirenlerin bir iş yerinde birinci değil ikinci adam olacakları baştan belli gibidir. Oysa gönlümüzdeki arslan, birinciden aşağısına razı değildir. Olmuşken en başa geçmelidir. Geçmelidir ki tulum giyerek fiilen çalışma riski ortadan kalksın.

Ülkemizde yüksek öğrenimin altının boş bırakılması pahasına bütün gençlerin üniversite kapısına yığılması ne yöntenlerin hatasıdır ne de gençliğimizin bilim aşkı yüzündendir. Bunun nedeni feodal zihniyetimizdir. Herkesin ideali fiilen çalışmaya mecbur kalmayan bir "ağa" aşiretine doğrudur. Toplumumuzda saygınlık kazanmak buna bağlıdır. Bütün bir ömrün geleceği bir meslek bir iş alanı seçerken doğru karar vermenin yaşamsal bir önemi vardır. Bunun için üniversite girişimi bir iki yıl ertelenebilir. Ama bizde daha da önemsenen ne pahasına olusa olsun dışarıda kalmamak, okula deyim yerindeyse kapağı atmaktır. Çünkü yaşamın bu dalda süreceği, ömür boyu bu dalda çalışacağı, hatta çalışıp çalışmayacağı bile çok kuşkuludur. Esasen bazıları için yüksek öğrenim fiilen çalışmaya mecbur kalmamanın bir yoludur. Böylece herkes gözünü tepeye dikmiştir. Bizim eğitimimiz kuru bir gövdenin üst ucundaki bir tutam yeşilliği ile bir hurma ağacına benzer. Altına pek az gölge verir ve meyvasını toplamak akrobasi gerektirir.

Ülkemizdeki bu sağlıksızlıktan fotoğraf eğitiminin pay almaması düşünülemez. Fotoğraf eğitiminin başlaması piyasının birikmiş gereksinmeleri ile olmamıştır. Piyasanın ara elemana ihtiyacı vardır. Bu da orta eğitimle, bir fotoğraf meslek lisesi ile karşılanabilirdi. İşlevsel fotoğraf üretimi dışarıda Türk fotoğrafını temsi eden kulvarda belli bir birikim oluşmuş, amatör ve profesyonel örgütler belli bir etkinliğe ulaşmış idi. 1978'de o zamanki Güzel Sanatlar Akademisi bizleri çağırarak bu kuruluşu başlattığında çıkış noktası ülkede fotoğraf dalında yüksek öğrenime duyulan ihtiyaç değildi. Namikawa adlı Japon fotoğrafçısı Topkapı Sarayı ile ilgili kitap yapacaktı ve orada rahatça fotoğraf çekmesi için belli koşullara uyması gerekiyordu. O sıradaki Tokyo Büyükelçimize giderek size bir fotoğraf okulu açalım ve Japon firmalarından yardım alalım dedi. Bu dilek akademide fitili ateşlemiş oldu. Sonra Namikawa sadece iki kez gözüktü ve kaybolup kendi işine baktı. Bir süre sonra beklenen bu Japon yardımının hayal olduğu anlaşıldı ama bu kadar ön çalışma yapılmışken bari kendi olanaklarımızla kuralım denildi. Fotoğraf Enstitüsü böylece kurulmuş oldu. İlki böyle kurulunca diğer üniversitelerde de benzerleri için yol açılmış oldu. Bu kuruluş tek tip üniversite formunun geçerli olduğu YÖK düzenine uygundu.

Pekiyi bu taze kuruluşların program içerikleri yapılırken piyasa taleplerine bakıldı mı? Bakıldı da kolayca tahmin edilebileceği gibi piyasanın ihtiyacı ara elemen idi. Üst düzeyde tasarımcı ihtiyacı pek yoktu; biraz da kuşku ve merakla bekleniyordu

Oysa akademik (üniversite) eğitim üst düzeyde tasarımcı yetiştirmek demektir. Başvurulacak örnekler de her zamanki gibi batıdadır. Batı programları eğitimin amacına yönelik belli çeşitlilik gösterir, bazıları teknoloji enstitülerine bağlıdır. M.I.T. gibi daha çok teknik ve bilimsel yönü ağırdır. Bazıları çok yönlü Art School biçimindedir. Biz de çok amaçlı fotoğrafçı yetiştirmek için bir orta yol seçtik. Ama altı boş bir yüksek eğitimin gerçek anlamda yüksek olması mümkün değildir. 4 yıllık yüksek eğitimin önemlice bir kısmı orta öğretimin yokluğunu telafi etmek için kullanılmaktadır. Eğitimin üniversite düzeyinde olması belli akademik normlara uymayı zorunlu kılmaktadır. Bu yüzden örneğin ilk yılın sonunda ulaşılan düzeyde bilgi bakımından değil ama beceri açısından piyasadaki iki yıllık çırak kadar iş bitirici değildir.

Örgün eğitim için başta dile getirdiğim hedef, akademik yüksek öğrenim için öncelikle geçerlidir. Biz öğrencilere tek tek problem çözümleri belletmek yerine (reçel ve pasta tarifi gibi) onlara henüz hiç karşılaşmadıkları sorunları çözme gücü kazandırmalıyız. Bu ise ögrencilerin soyutlanmış genel bilgilere sahip çıkması ile mümkün olur. Oysa günümüzün hazıra ve markaya düşkün eğitimleri daha çok belli kalıpları belleme isteği şeklinde kendini gösteriyor. Bu eğitim kurumları zora sokar. Bu durumda öğrenciyi problem çözücü değil reçete uygulayıcısı reçete uygulayıcısı olarak yetiştireceksek bu kez akla gelen bütün olasıkları eksiksiz sayıp dökseniz de mutlaka bir şeyler eksik kalacaktır.

Eğitimin bu doğrultuda yürümesi belki orta öğrenim için daha kolay kabul edilebilir. Esasen kişisel olarak ben, hangi dalda olusa olsun yüksek öğrenime bu kadar yüklenmek yerine orta öğretim açığının kapatılması gerektiğine inanıyorum. Bütün dallrda olduğu gibi fotoğraf dalında da bu kadar üst düzey tasarımcıya gerek yoktur. Bu seçkinleşme, orta öğretimde gösterilecek performansa bağlı olarak daha sıkı bir eleme ile meydana çıkabilir.

Prof.Sabit KALFAGİL
M.Ü.Güzel Sanatlar Fak.
Fotoğraf Bölümü
A.S.D.Başkanı

Ana Sayfa