Back to Main Page Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim

Editörden

Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı

Seyit Ali Ak : Bir Fotoğraf Tarihçisi

"Black&White in Colors" YAZIT

Uzaklardan "Sanatsal Fotoğraf, Alfred Stieglitz"

Işık Çiz (Photography - Fotoğraf - Işıkçiz - Ardışık-Işıkçiz)

"Fotografi, Süreçler, Kendi"

Sanat ve Felsefe : "Bir Sanat Yapıtında Estetik Kaygı Zorlamaları"

Yine Sinema Üzerine

Sinema ve Fotoğraf

Fotoğraf ve Uygarlık ve Demokrasi

Sırt Çantalılar

İzahlı Orhan Cem Çetin Külliyatı

Fotoğraf ve Mimari - 4

Temel Tasarım: Kompozisyon

Kaktüs

‘Cam Kent’ : Masumiyet ve Cennetin Dili

Solan Renkler: "Bir Yaprak Dökümü Öyküsü: Kaybolan Zanaatlar"

Okudunuz mu ? Gördünüz mü ?

Bakü'den

Yol Notları:Toskana-2

Ciddiyet

Temel eğitim : Kompozisyon ve Çerçeveleme

İleri düzey : Teknik Denemeler

Haberler

"Çiçeği Burnunda" Yayınlar


Platformlar,Fotoforum


Yeni Umutlar
Emine Denizer
Dicle Türkyılmaz


Sergi Salonu
Mahmut Özturan, Rhythmosthetica
Emrah Can, Bire Bir
Bayramali HALAFOV
Suyunu Çıkaranlar
Bir Ülke Bir Fotoğrafçı : Ken Ligth


Portfolyolar

Emine Ceylan
Hüsnü Gürsel
İzzet Keribar

 






 

 

Sayı 14

SOLAN RENKLER
Erdal Yazıcı

BİR YAPRAK DÖKÜMÜ ÖYKÜSÜ
(KAYBOLAN ZANAATLAR)

"Çağ mı atladık,çağı mı yakaladık ? Yoksa bir tüketim toplumu mu olduk ?" tartışmalarının arasında, medyalar, ülkemizin kabuk değiştirdiğini, her alanda eski değer yargılarının yıkıldığını, yeni üretim ilişkilerinin topluma egemen olduğunu yayıyor ortalığa. Dünyadaki başdöndürücü "teknolojik devrim"in ürünleri ülkemizde de kendi pazarlarında göz kamaştırıyor. 2000 yılında, 'Üçüncü Dünya Ülkeleri' arasında süper güç olacağımız ve diğer "süper güçlerle yarışacağımız" dile getiriliyor. Fakat yaşanan gerçekler ise şaşırtıcı: Otoyollarımızda bilgisayarlarla donatılmış otolarla at arabaları yarışıyor!.. Anadolu'da dev tırlarla katırlar birlikte yük taşıyor. Saatte yüzlerce metrekare halı dokuyan tezgahlarla, asırlık tezgahlar yan yana, iç içe. Ve yün ayaklarla, göğüsle, saatlerce dövülerek (hamamda) pişirilip keçe yapılıyor; hala insan terinin yünü kaynaştırdığına inanıyor keçeciler. Konutlarda, 'klasik-modern' mobilyaların yanısıra, sekilerde, sedirlerde elde yapılmış yastıklar süslüyor köşelerimizi; yorgunluk burada atılıyor, "kırk yıl hatırı olan" kahveler burada yudumlanıyor. İç piyasada, elektronik kumandalı süpürgeyle ot süpürge, hırsızı şaşırtan bilyeli kilitle, çilingirin antika kilidi yan yana boy gösteriyor. Otomotiv sektörünün en yoğun üretimde bulunduğu Bursa'da -tükenme noktasında da olsa- atarabası yapımına devam ediliyor. İstanbul'un orta yerinde küfeciler -sırma saçlı kızının saçını ören anne gibi- ağaçları dilimleyip sepet örüyor. Sapçılar, dededen, babadan kalma aletleriyle (ıçkı'yla) ağaçları yontarak kazmaya, küreğe, baltaya sap yapıyor; dokumacılar tezgahta bu iplerle Bodrum'un, Marmaris'in çokyıldızlı otellerini süsleyen kilimleri dokuyorlar. Geleneksel yöntemlerle, baba-ata yadigar araç gereçlerle ortaya çıkarılan ürünler yabancıları şaşırtıyor; övgüleriyle göklere çıkarıyorlar zanaatkarlarımızıve ülkemizi; "biz bilgisayar kumadalı araçlarla uzayda cirit atarken, siz biraz daha oyalanın atarabalarıyla" dercesine gırgırlarını mı geçiyorlar dersiniz?

Ülkemizde, 'Bilgisayarlı üretim'le, asırlık araç-gereç ve yöntemlerle yapılan üretim bir arada yürüyor. İç piyasadaki talepsizlik gereği geleneksel üretim şekilleri yıldan yıla eriyip yok oluyor. Ülkemizdeki çok zevkli zanaatlar adeta bir yaşam savaşı veriyor. Artık zanaatkarlarımız, içinde bulundukları meslek dallarının son temsilcileri; kendi dallarında çırak ve kalfalar da artık yetişmiyor. Yaş ortalamaları ise 40 yaşın çok üstünde... 1988 yılında Elazığ'da tanıştığım Semerci İbrahim Usta'nın (77 yaşındaydı) bir yıl sonra ölmesiyle, yaşamıyla birlikte işi de noktalandı, atölyesi yıkılıp yerine 'işhanı' yapıldı. Sivas'ın son tarakçısı Mustafa Usta (manda boynuzundan tarak yapıyordu) işin sonuna gelindiğinin farkındaydı artık; sudan ucuz plastik taraklar varken kim bakardı hayvan boynuzundan yapılma taraklara!.. Çömlekçi ve bakırcılar ise iş alanlarını çoktan değiştirmiş, turistik eşya yapıyorlardı. Zanaatkarlarımızın ürünleri az da olsa kırsal kesimin, hatta metropollerimizde yaşayan bazı kesimlerin gereksinimlerini karşılamaya şimdilik devam ediyorlar. Bilek gücüyle dövülüp çelikleştirilen baltalar, keserler, el yapımı testereler, elektronik kantarların yanında 'topuz kantarı' ve 'şeytan kantarı' metropollerimizin vitrinlerini süslemeye devam ediyor.

Her geçen yıl eriyip yok olan zanaatlarla ilgili ilk fotoğraf çalışmam 1987 yılında Beykoz'un şirin köyü Dereseki'de başladı. İlk tespit ettiğim an'lar bastoncuların öyküsüydü. 1992 yılında değin süren çalışmalarım sırasında Anadolu'yu karış karış dolaşıp, binlerce kilometre yol katetip, binlerce kare film tükettim. Tanık olduğum an'lar zanaatkarların teknolojiye kafa tutmaları ve o güç karşısında erimeleriydi; adeta ayakta kalmak için insan gücünün ve yaratıcılığının sınırlarını sınırlarını zorluyorlardı.. Makine gücünü dışlayıp, özgüçleriyle beceriyi aynı noktada kesiştirip harika işler ortaya çıkarıyorlardı. Yaklaşık otuza yakın meslek üzerinde çalışmamı yoğunlaştırdım, ve bunlarla ilgili hazırladığım röportajların tamamı birçok gazete ve dergide yayımlandı.

Bu çalışmadaki fotoğraflar zanaatkarların dünyasından sadece bir kesit... Yaptıkları işi alın teriyle sulanıp, emeğiyle yoğuran becerili ellere saygıyla...

Erdal Yazıcı      

Aşını, işini, emeği ve alınteriyle yoğuranlara...


Yadigar Kaldı..
"Tevellüt: Bin üç yüz küsur…77'ye yakın…"
Adı: İbrahim…
88'in yazı
Dükkanda dizi dizi semerler; istemediğiniz kadar semerci hikayesi…
Yıl: 1989; o öldü
Söylediği gibi- kendisinden sonra işi de son buldu.
Gezidekilere yadigar kaldı
Üç semer, asırlık iğne, makas, yağlı deri ve boncuklar…

Para Kasası Palan Olur Mu?
"Memleket: Elazığ:
gözümü açtım açalı bil fasıl bu işle…"
Palan yapan ustamız; Katıra, ata ve eşeğe…
Üstü keçi kılından kilim, altı keçe, içi semer otudur palanın.
Ve bir hikaye ustadan:
"Ustanın biri, vakti zamanın birinde kasa niyetine kullanmış palanı.
Çırak yanlışlıkla satmaz mı para gizlenmiş kasayı!...Derde vereme gelmiş palancı.
Ve o dertle ölmüş!...
Yıllar sonra tamire gelmiş palan. Ama usta sizlere ömür…
Uyanık çırak kasadan boşaltmış paraları…"

Boynuzlar Arasında Usta
Kasap desen değil, ne işi var marangozların içinde.
Ya keresteler arasındaki boynuzların? Sivas'ın son tarakçısı Mustafa usta.
Çuvallar dolusu boynuz; Manda, öküz, koyun… Orta yerde seccade, usta üstünde öğle uykusunda; kan revan içinde bu ağır kokuda uyku tuttuysa eğer, aşk olsun usta… Boynuzu eritmek, sonra kalıba alarak tek tek diş açmak… Yaptığı tarak çeyiz sandığına, eşe dosta hatıra. İşportacı bağırıyor bangır bangır: "Sudan ucuz tarak…"
Tabii ki plastikten… İşin sonuna geldiğinin farkında usta:
"Ne yapayım, pişpirik oynamaktansa kıraathanede, spor niyetine çalışmanın zararı kime?"
Mehmet Usta
"Öyle semer yapacaksın ki hem hayvanın hem de insanın etine
uygun olacak…"
Bildiği gibi yapar semerleri Mehmet Usta; bir de süsler renkli keçeyle; gelen seyreder, giden… Ya alan?
"Ne arar… Ayağa düştü işler…"
Son günlerde yaptığı iş 'poz vermek' kameralara; şimdilik müşterileri fotoğrafçılar…
Nerede Bu Örgünün Şişi
Şişi yok bu örgünün. Hani, kızının sırma saçlarını örer ya anne,
İşte öyle örüyor sepeti küfeciler… Örgünün adı sepet örgüsü.
Hamal nasıl isterse, örgücü öyle örer sepeti. Kömür taşınacak, su taşınacak,
Pazardan meyva, sebze… Asiye kadın da sepetle çay taşıyacak Rize Çayeli'de; hem de yarım saatlik uzaklıktan çay alım yerine.
Son yıllar sepetin plastiği çıktı Bilir misiniz ustalar?... "İşte o meret çıkalı bozuldu ya işler…"
Körpecik Bir Fidandı
En çok kime sızladı yüreğim bilir misiniz?
Antep'te on yaşında ki çocuğa; ağırlığınca balyozu kaldırdı,
Vurdu da vurdu. Makasın arasında ki maden, kağıt gibi koptu.
Kalıbından patlayacaktı çocuk neredeyse. Soğuk soğuk terler döktü, körpecik bizim fidandı. Ya kamburu çıkmış yetmişlik delikanlılar; o çocuk gibiydiler… Madencilerin işi ağırdır biliriz, ama madeni hamur gibi yoğurup biçimlendirenlerin işi hiç de aşağı kalmaz onlardan. Biçimlendirmek yetmez mi madeni, zamanında vermezsen suyunu, kiremit gibi kırılmaz mı çelik? Beceri nasırlı ellerde; Madenciden ayrılan yanı da bu değil mi demircilerin.
   

Yoksuluna Ağasına Baston
Baston denilince sadece Devrek mi gelir akla? Ya, Beykoz'un yeşillikler arasında yitmiş köyü Dereseki ?... Zanaatkarlarla ilk tanışmamız burada başlamamış mıydı? Osman ve Selahattin ustalar Dereseki'nin en has bastoncuları… Dağdaki kestane, bahçedeki erik ve elma ağacı cana gelir ustaların ellerinde. Herkesin eline ve kesesine göre baston yapılır Dereseki'de: İhtiyarına gencine, yoksuluna ağasına,
çobanına paşasına ve de Reis-i Cumhur'una…

Orkestra


Dan din don… Pekmez, bulgur kazanı dövende
bas ve tok ses çıkarır ustalar, Tiz ses ayrı ustaların hüneri…
Anadolu'da bakırcı çarşıları birer orkestra;
şefleri bakırcılar… Ve bakır kapları birer vurmalı saz…
Orkestranın sesi Kayseri, Elazığ, Malatya ve Sivas'da cılız,
Antep'te gür çıkıyor şu sıralar. Nedeni: Antepli, bakırı mutfaktan çıkarıp hotel, motel lobilerine -antika niyetine" sokmuş da ondan…

Üstü Manda İçi Öküz Derisi…
Bir gün uyanık İstanbullunun biri, Anteplinin ayağında görmüş yemenileri…
Yalvarmış; "Etme eyleme kardeş, ver bu yemeniyi,
alayım sana en kaliteli bir kundura..."
Altı manda, üstü öküz, içi de koyun derisinden alma yemeni
bu kadar 'gıymatlı'… Antep'te üç yemenici var iken,
biri olmuş kırtasiyeci; defter, tükenmez kalem, silgi,yanında bir de yemeni.... Ne edek gardaş alışmışık bir kere kokusuna vazgeçemik yemeniden…"

Çamurun Dansı
Kırklareli'de, Lüleburgaz'da İbrikçi, Karacasu'da Bardakçı soyadları.
Yaptıkları iş, yaşamlarıyla kaynaşmış çömlekçilerin.
Toprağı elemek, hamur yapmak ve mayalamak,
sonra da pişirmek… Hem de gevrek kızarmış ekmek gibi…
Yakmadan ve hamur bırakmadan…
Ya çamurun dansı?...
Sevgiyle okşadıkça çamuru çömlekçi dans eder çamur;
gerdan kırarak, göbek şişirerek…
Ve bu sevgiyle biçimlenir. Titremeye görsün çömlekçinin elleri,
sezdiyse çömlekçinin kızgınlığını kırılır çatır çatır çatlar çamur…
Hamam Faslı

Yünü yoğurdu mayaladı alın teriyle,
Bir saat, iki saat üstünde tepindi ayaklarıyla. Öğleden sonrası hamam faslı
Urfa keçeciler hamamında başlamış işler; inleyen, acı çeken, işkence görenlere özgü sesler... Uuuuhhh, hıhh, huhhh...

Tam tamına üç saat, Yazın hamam sıcağında teriyle keçeyi pişirir keçeciler. Bunca ağır yüke ve kahıra keçeciden gayri kaç babayiğit dayanabilir?...


Yastıkçılar Sokağı
"Aman Ahmet Efendi düğüne az kaldı?...
Mahcup olmayalım el-aleme…" Merak edilecek ne vardı canım; "evvel Allah bitecek" ti yastıklar. Önce otu bastırarak telise sonra kılıfı geçirecekti. Yastıkçılıkta uzmandı 'Ahmet Efendi'. Bugüne değin kimi mahcup etmişti ki… Yastıklar çeyiz olacak Zeynep geline. Üzerine sevdaların dokunduğu halılar geçirilecek Kayseri'de.
Ve Zeynep kız, üç çift yastığı -adet üzerine- çeyiz götürecek oğlan evine. Kayseri'nin bir sokağı 'Yastıkçılar Sokağı'. Renkli bir sokak; yastıklar renkli mi renkli. Ya diğer renkleri; yastıkçılar, halıcılar, çeyiz ısmarlayanlar ve gelin kızlar…
Damat Ramazan
"Bakır, bir zamanlar altın gibiydi, ya şimdi?
Teneke kadar değeri var mı ki?" 'Kalaycı Ali' haklı "Kalaycılığın da
'altın devri bitti şükür… Ali Tuttu, Konya'nın 50 yıllık kalaycısı; kalaycılıktan emekli. Elinde tespih, yanında 'tekavüt' arkadaşları…
Dükkanın tabelası kendisi gibi tarihi… Damadı devralmış alaycılığı Ali Tuttu'dan. 'İkind'iye gitti 'Kalaycı Ali'. Fırsat bu fırsat, damat Ramazan Bir cıgara yaktı odun közünde; Nişadır dumanının üstüne tütün dumanı; "oooof be bayram etsin ciğerlerim…" Yazık değimli ciğerlerine 'kalaycı Ramazan'… Yok mu bunca dumanın zararı?... "Çok şükür görmedim zararını şimdiye kadar; sonrası Allah kerim…" Sonra 'büyük tecrübe'sini açıkladı: "Nişadır dumanı temizler ciğerleri; kalay gibi pırıl pırıl eder bilir misiniz?..."
Dişçi mi?
İşi dişlerlerle, ama dişçi değil; Testereci…
Yüzlerce diş açar çeliğe, Ardından çaprazı, bileylenmesi ve sapı…
Her iş bilek gücüyle… "Ustam zahmet olacak şu testereyi…"
"Aaa bu benim testerem.." "Az değil yirmi beş sene önce almıştım da…" "Hey gidi günler hey, ne çabuk geçti bunca zaman".
Yüzlerce aşınmış, eğilmiş eğe raflarda; "Aşınan sadece eğe mi, gözler gitti gözler. Gözlükler beş numara, Şimdilik Tahtakale'den…
Babam dedem kör etmiş gözlerini Testereye diş açarken…" Sıra sende mi usta?
Şair Mustafa Necati
Eğirdiği iple Türkiye'yi kaç kez dolanır bilir misiniz? Günde kilometrelerce keçi kılından ip, çarpı yaşam, eşittir… 'Mustafa Necati kırk yıldır keçi kılından ip eğirir mekiklerde; ip eğirirken şiir yazar belleğine; dinlencede ak kağıda kazınır şiirler… "Sabahları selamlaşıp hayırlı işler dileriz. Her kim olursa müşteri velinimetimiz. Dış patentli malı tercih etmeyiz. Elimizin kirini, alnımızın terini,
Medeniyetin aynasında görürüz… Şair Necati"
Yörük Deseni
Ninem eğirir, Fatma kız dokur.
Eğrilen kıl keçi kılı desenler 'Yörük deseni'…
Ninem karışmaz Fatma kızın desenlerine.
Sevdanın yanına, ninemin ipi gelirse tezgaha,
Desenler düğüm düğüm ayna olur;
Özlemi, umudu ve sevdayı yansıtan…
Sevdalar Dokunur Tezgahta
Dokunan sevdadır, umuttur, özlemdir. Türkü olur desenler ozanın sazında, sözünde; Şairin dizelerinde dile gelir. Her desenin vir dili vardır; Gelinlik çağına gelen Ayşe kızın sevdalarını bir bir okursunuz desenlerinde. Bir can daha mı ister Fatma gelin; düğümlere desenlere yazar. Tezgahta biten halı, Ayşe kızın,
Fatma gelinin, Dürü ninenin öyküsüdür; yüzlerce desen, on binlerce düğüm sözcükleridir bu öykünün. Doğanın mayasıyla renklenir halılar;
koyu kırmızı, lacivert, siyah… Sındırgı'nın 'Yağa Bedir Halıları' işte böylesi bir öyküdür;
özlem, umut, sevda ve doğanın en güzel renkleriyle mayalanan…
Fıçıcılar
Şarap fıçısı içinde poz verdi kameraya;
" bu da mı gelecekti başıma" dercesine doldu kaldı filmde.
Şarap yapılacak, turşu kurulacak, yayık yayılacak fıçılarda…
Ha, isterseniz eğer vurmalı çalgı bile yapar fıçılar.
Ama o, fiyatının yanı sıra biraz allı pullu olur…
Meriç Han
Edirne'de Meriç Han, süpürgeciler mekanı, iki katlı… Her mekanın içinde süpürgeciler, süpürgeleri, Piknik tüpleri, çayları, şarapları var.
Duvarlarında 'artiz' ve 'takım' posterleri, Geçmiş seçimlerden kalma seçim afişleri… Orta yerinde avlusu var Meriç Han'ın. Avluda horozları, güvercinleri;
takla atanı, kuyruklusu, kuyruksuzu, kavgacısı… Meriç Han ayrı bir dünya…
'Süpürge Sektörü'nde şu sıra işler kesat. Bu yıl da talep olmaz,"ihracat patlamazsa" asırlık alet ve yöntemlerle sürer mi imalat? Dayanılmaz bunca ağır yüke Meriç Han ve süpürgeciler; yıkılır.
Bir Baltaya Sap Olamayanlar
Bir baltaya sap olamamış ama, sap yapar baltaya, küreğe, kazmaya…
Tezgah, yontu aleti dede-baba yadigarı. Sap yaptığı ağaç yola gelen cinsten;
fındık ve kestane… Sapları cilalar alın teriyle. İstanbul'un göbeğinde Kastamonulu sapçı, asırlık geleneği bozmadan yeni asra koşuyor 'ıçkı'sıyla, tezgahıyla. Kavga ekmek kavgası, güç, bilek gücü;
hangi güç bükebilir bu bileği?
Boncuklar, Ziller
Saraçların hanesinde aynı koku vardır her yerde; dabakhaneden çıkmış yağlı kösele kokusu… Ama aldırmayın alışırsınız bir zaman sonra… Süsleri yok mu süsleri göz kamaştırır; boncuklar, ziller, nazarlıklar, kayışlar… Bu dıştan görülen yüzü, ya içi? Sergi açmış usta at posterlerinden. Kalıcı bie sergi… Dalmış usta hülyalarına, hangi küheylanın sırtında acep? Kanatlanıp uçuyor mu?
Araba Ressamı Enver…
Tuvali, arabasının tahtaları, esinlendiği yerler; doğanın binbir güzelliği;
kuş, böcek, çiçek, göl, deniz… İsmi, Enver, İşi 'Araba Ressamı'…
Arnavut kaldırımları söküleli beri, tahta tekerlekler ve nal sesleri
yitti gitti toprağın derinliklerinde. Ama her şeye inat ahşap tekerden
vazgeçmiyor at arabacıları… Ve en güzel desenleri işliyorlar arabalarına;
sevdalar, umutlar, özlemler dile geliyor 'Araba ressamı'nın tuvalinde…
Lastik hızıyla dönmese de ahşap tekerlek asfaltta, şimdilik ölmeyecek kadar
doyuruyor arabacıları…

Nalbant Yakup
O gün böbrek sancıları tuttu 'Nalbant Yakup'un. "Gelecek zamanı mı buldun be adam…" "Gözünü seveyim ustam ağaçlar dağda…" Sızlana sızlana yaktı ocağı, kızardı nar gibi nallar, yaktı tırnaklarını hayvanın. Öyle bir koku çıktı ki yanan tırnaktan, Dayanabilene aşk olsun… Bir kunduracı edasıyla, Oturttu nalları ayağa. Ardından 'mıh'ları çıktı birer birer…"Haydi git selametle, siftah senden, bereket…" "Hanım ne alınacaktı bakkaldan?.."

Şipşakçı Foto Işık
Makinesiyle yaşıt 'Şipşakçı' Foto Işık; 80'ine basamak dayamışlar…
Hem berber, hem de fotoğrafçı iken, ustasının ölümü üzerine; makineyi almış omzuna, göçmüş Siirt'ten İstanbul'a Berberlikle birlikte yürütürken fotoğrafçılığı, hırsızlar silip süpürmüşler dükkanı. Düzeltmiş işi sonradan,
tam ev bark sahibi olmuşken, işler tıkır tıkır giderken, herkes başlamasın mı fotoğrafçılığa, yapa yalnız kalmış İstanbul'da… Şimdiki mekanı Zeyrek SSK önünde bir metre karelik bie alan; düşerse haftada bir 'kafa kağıdı',
çeker üç fotoğraf. Üç ayaklının yanında bir de tezgahı var 'Foto Işık'ın;
işportacılığa başladı 80'ine basamak dayamış şipşakçı; "Ne isterdiniz; otobüs bileti, tükenmez, kağıt, permatik?"