Leyla Yücel: Ben aslında önce başlık olarak bir girmek istiyorum. Soyut, kişisel olarak şöyle bir fikrim var ne kadar yanlış doğru bilmiyorum, bende bıraktığı bir his bu belki sadece. İlkel sanatla biraz ilgilendiğimizde bakıyoruz ve görüyoruz ki o onbin, yirmibin, otuzbin yıl önce mağara duvarlarına yapılan resimler ya da işte çömlekler, küçük heykelcikler filan tamamı tahmin edebileceğimizin çok ötesinde aslında birer üstün sanat yapımı. Birer taklidi geçmiş yaratıcılığın, insan yaratıcılığının, bizi o primat akrabalarımızdan ayıran üstün beynimizin korteksin gelişmesiyle ortaya çıkmış soyut düşünme ve soyut eyleme, bir şeyi soyutlayabilme ve yaratma, dönüştürme becerimizin birer kanıtı. Daha sonra bu çok soyut sanat örneklerinden, o insanların beyninde ilk belirtilerini veren üstün yaratıcı farklı olan birşeyi görmediği, algılamadığı, duymadığı şeyi yaratma becerisinden bahsediyorum. Taklit değil, zaman içerisinde bunu mümkün olan en gerçekçi en realistik hale doğru insan evrimiyle birlikte sanatın bu noktaya kadar vardığını. Şimdi bu noktadan sonra tekrar insanoğlunun sanat ve yaratıcılık anlamında yeniden soyuta doğru kaydığını görüyoruz. Neredeyse ancak daha hala belki ilkel akrabalarımızın ulaştığı sanatsal seviyeye belki yeni yeni ulaşacağız tekrar. O yalın, basit, pure yaratıcı, zekâya, yaratıcı nasıl söyleyeyim algıya, yeniden gidiyor belki, bir tür aslında devridaim gibi bir yuvarlak dairenin içinde insan tekrar evriminin başına dönüyor gibi. Ben tam tersi o sanatı hiç hakir görmüyorum çok üstün görüyorum o sanatı çünkü bizi hayvandan ayıran ilk şey bence tam da o, ve orada hiçbir zaman görmediği hissetmediği duymadığı şeyi yaratabilen o insanın zekasına da daha büyük hayranlık duyuyorum.
Gökhan Bulut: Seninle hatırlarsan daha önce yazışmıştık, tartışmıştık. Aslında ilkel toplumda yapılan sanat amacına ulaşan sanattı sonucuna gitmişti tartışma.
Leyla: Aynen, vurucu, çarpıcı hala öyle ilkel toplumların yarattığı sanat eserlerine bakarsan öğretilmiş bir şey de değil ama o kadar çarpıcı ve yalın ki ve o kültüre ilişkin o kadar net şeyler söylüyor ki, zorlandığında, öğretildiğinde tek tipleştirildiğinde, akımlara bölündüğünde sanat insanın o pure yalın saf yaratıcı yanını yansıtamaz hale geliyor diye düşünüyorum, biraz bu.. Senin tanımınla soyut nedir? Felsefi anlamda kavramsal anlamda soyut nedir? Nasıl algılıyorsun soyutu onu bir öğreneyim senden..
Gökhan: Sanat tarihine düz bakarsan çok ilginç bu zıplamalar gelmeler nereden kaynaklandı çözemezsin ama 1800’lerin sonunda bilimsel gelişmeler özellikle psikoloji biliminin gelişmesinin sonucunda bilim adamları işin psikolojisine bakmaya çalışmışlar. Bunu da ilk yapanlardan birisi Worringer, Soyutlama ve Özdeşleyim diye bir kitabı var. Orada “neden” diyor “ilkel toplumdaki insan da soyut görüntü yaptı? Modern toplumdaki insan da soyut görüntü yaptı. Bu çok ilginç diyor, bunu anlamak için işin biraz psikolojisine girmek gerekir diyor. Modern toplumdaki insanla ilkel toplumdaki insanın yaşam koşulları ve bilgileri farklı olduğundan, psikolojilerinin de farklı olduğunu söylüyor. İlkel toplumdaki inanıştan, büyüsel etki yaratma ihtiyacından başlayalım. Şu an içerisinde olduğumuz evi düşün, gayet korunaklıyız, ne zaman yağmur yağacak, ne zaman fırtına çıkacak biliyoruz, doğada bize zarar verecek diğer canlılardan uzaktayız ve onlara karşı kendimizi koruyacak birçok seçeneğimiz var, hastalıklara karşı hastanemiz, ilacımız vs. Doğadan çekineceğimiz her hangi bir durumumuz yok. Ama düşün ki onbin yıl önce yine bu noktadayız, buradayız. Doğaya karşı çok edilgeniz..
Leyla: Ve savunmasız
Gökhan: Tabii ki. Bilinç düzeyin aynı şekilde o günkü insanın bilinç düzeyiyle, sadece bilgimiz eksik. O bilgi eksikliğimizin kompleksini yaşıyoruz bilgi eksikliğimizden kaynaklı doğaya karşı zafiyetimizi biliyoruz ve doğaya karşı etkin olmaya çalışıyoruz. Ne yapabilir bu psikolojisini atlatmak için ilkel toplumdaki insan, doğayı şekillendirmek ister. Bu bir ihtiyaç, psikolojik bir ihtiyaç. Şekillendirmenin en kolay yolu, ilk akla geleni nedir, gördüğün biçimleri yeniden ele alıp onları değiştirmek, deforme etmek ve kendi zihnini katarak yeni imgeler çıkarmak ortaya…
Leyla: İşte ben tam o noktanın, o dehşet bir kırılma noktası, o noktanın nasıl hasıl olduğunu anlamaya çalışıyorum biliyor musun, o ilk, mevcut formları şekilleri biçimleri ya da hayatı, gözlemlediği dünyayı alıp neden değiştirdi, o nokta, o an çok merak ediyorum doğrusu, bunun arkasındaki sahiyi merak ediyorum
Gökhan: Bunun arkasında birkaç şey var. Bir, büyü yaratacak. Büyücü ne kadar şekillendirirse topluma o kadar hitap edebilir, çünkü büyücü gücünü de gösteriyor şekillendirerek. İki, büyücü kendi düş dünyasını da işin içine katıyor ister istemez, şekillendirince mutlaka yeni bir şekil çıkaracak soyut bir görüntü çıkaracak. Ve kendi düşsel şeklini ortaya çıkartıyor, kendisini daha işin içerisinde bulabiliyor. Böyle bir sanat eseri hakikaten vurucu oluyor, büyücüye inanç bakımından güç katıyor. Büyücü kudretli bir insan, şekillendirme gücü var, bunu da oldukça etkili bir şekilde ortaya çıkarıyor. Kendisini işin içerisine katarak o motivasyonda daha da etkili bir rol üstleniyor ve muazzam bir sanat ortaya çıkıyor, toplumu etkileyen. Hani sanat toplum içindir sanat sanat içindir tuhaf bitmez bir tartışma var büyücü bunu çözmüş binlerce yıl önce. Soyut sanat işlevli, yerli yerinde, toplum için yapılıyor. Aslında o çağdaki insanlar çok iyi zanaatçılar, el işçilikleri çok iyi ve çok iyi resimleri de var bazı mağaralarda birebir benzetilmiş renkleriyle vs heykeller filan. Görüntüyü taklit yetenekleri çok iyi olmasına rağmen soyut yapıyorlar. O zamanki büyüsel durumun etkisini katkısını belirleyecek yeni imgelere ihtiyaç vardı, o imgeler de soyut imgelerdi düşsel imgelerdi…
Leyla: Bu sefer modern zamanda niye? Bu soruyu soruyorsun. İlkeli açıklayabilirken..
Gökhan: Tabii aynı psikoloji içinde olman mümkün değil, hemen görünüyor çünkü bizim artık şu anda bilgisayarın başında oturuyorum ben yazıyı okuyorum, fotoğraflara bakıyorum, hakikaten sorun yok, çayım kahvem var içeride. Hastalansam bir şey olsa gideceğim bir acil servis var, doğaya karşı sorunlarım çok aza inmiş ve doğayı biliyorum. Ama modern toplum da soyuta gidiyor. Onun da bir psikolojisi olmalı. Toplumun önünde giden nedir sanat mıdır, bilim midir, felsefe midir, böyle bir soru vardır hep, cevabı çok net olmayan. Tam da karar verilemez hangisi önden gidiyor, birisinin hayal gücü çok yüksektir, diğeri temellendirir…
Leyla: Aslında çok da anlamlı bir tartışma değil bence, yani illa birinin önden gitmesi şart değil bence
Gökhan: -Aslında hep bir arada önde gidiyor
Leyla: Bence de, etkileşimli olmalı
Gökhan: Felsefe bilimden sanattan destekli, sanat ondan, öteki ondan
Leyla: Tabii ki, çünkü hepsi sonuçta insana dair şeyler
B2-Ve şu, bilimin gelişmesiyle ne oluyor, formüller ortaya çıkıyor, insanlar artık hiçbir şekilde göremediği ama gerçekliğini bildiği yeni şeyleri keşfediyor. Mesela enerji, enerjiyi bilemezsin, elle tutulur bir şey değil ama enerjiyi hesaplarsın, varlığını hissedersin. Durum tamamen soyut. Felsefe görünenin gerisini, bütünü düşünmeyi, öğretiyor vs. Bunca görünenin dışında görünmeyen bir gerçekliğin varlığı üzerine düşünceler gelişiyor. Güncel hayatımıza bakalım, savaşı düşünelim. Nedir savaş, Irak’a Amerika neden girdi. Irak’ta kitle imha silahları var, bunun için giriyorum dedi ama hepimiz biliyorduk ki bunun için değildi. Bunun ekonomik, sosyal, politik yanları vardı. Nedir, petrol..
Leyla: Enerji ihtiyacı..
Gökhan: Enerji ihtiyacı. Yeni bir şekil vermek istiyor Orta Doğu’ya bu artık herkes tarafından biliniyor ama neydi toplumların önüne çıkarılan şey, kimyasal silahları yok etmek.. Bunu söylerken Amerika biz gerisini biliyorduk, bu bizim artık güncel düşünce pratiğimizin de yapısı olmuş. E şimdi düşünüyorsun, bu kadar değişkenliğin içerisinde görünenin dışında aslında başka bir şeylerin işaret ettiği başka gerçeklerin ortaya çıktığı şeyde modern çağın insanı da yeniden soyuta yöneliyor, çünkü görüneni kapsayan, görünenin dışında asıl olan, gerçek olan başka bir şey var...
Leyla: Bu yaşamın özü gibi bir şey mi?
Gökhan: Tabii
Leyla: Yoksa daha dini bir noktaya mı ulaşıyor sence?
Gökhan: Dinle paralel yürüyen bir şey gibi görünse de dinle ilgisi yok..
Leyla: Sence insan doğal varoluşunun özüne doğru mu gitmeye çalışıyor o safiyane, o pure, unuttuğumuz özümüze mi dönüyoruz, yalın olanın peşine mi koşuyoruz?
Gökhan: Tarih boyunca insanlar kendi ruhunu dinginleştirecek bir şeye ihtiyaç duymuş, bir güce ihtiyaç hissetmişler. Eskiden ateşmiş, suymuş, sonra tek tanrılı dinlere dönmüş ama şimdi artık din biraz daha öteleniyor sanki, bilim gerçekliği ortaya çıktıkça. Daha bilimsel bir varlık düşüncesi var artık.. Kimi dini motifle bunu düşünebilir. Ama kimi de şöyle düşünebilir, görünen bu kadar rastlantısal, değişken şeylerin dışında bir şeyin olması gerektiği fikri ama bu kesinlikle bir tanrı fikri değil, başka bir açıdan bakıyorum olaya. Tüm evreni şekillendiren aslında düşünce, .
Leyla: Ama bu fikir bazı insanları tanrıya götürürken, bazı insanları da nereye götürüyor?
Gökhan: Nedir, şu anda bir atmosfer içerisindeyiz, aslında bu atmosferi ele almak istersen, bu atmosferin içinde bir sürü şey var, obje var, bir sürü etmen var. Koltuk var, arkadaşlarımız var,vs vs , biraz evvel yemek yedik belki o var, belki şu anda bilgisayarda ekranda okuduğumuz şu yazı var, filan ama bir sürü tekil şey var, ama o atmosferi o ortamı oluşturan başka bir şey var, o başka şey aslında bizim kafamızda olan bir şey, biz oraya bir anlam veriyoruz sonuçta, odamızsa odamıza, salonumuzsa salonumuza , veya ortak bir mekana anlam veriyoruz, o anlam bir bütün anlamdır. Onu bütünleştirmek için ne yapacaksınız, tekillerden kurtulacaksınız. Tek başına artık bir koltuğu ele alamazsın, anlatamazsın çünkü orayı, ifade edemezsin veya tek başına şu anda yanında olan birisini düşünemezsin çünkü tek başına onlar değil, bahsetmek istediğim şey bu. Tekillerden ayırarak bütüne doğru götürmek, o görünenin dışındaki gerçeklik, yani oraya anlam veren fikir nedir. Şimdi böyle bir şeye gittiğiniz zaman..
Leyla: İşte mesela atıyorum, her dinde var bu, tevhit, teklik kavramı, bütünün bir parçası olmak, parçadan bütüne gitmek ve bir olmak, her şey birdir aslında. Tanrı özü diye tanımlayabilirsin, başka bir şey diye tanımlayabilirsin, bir ateistsen belki evrenin ruhu evrenin ta kendisi diye tanımlayabilirsin ama insan zihninin hep buna, bu tarz bir şeye, kavrama ihtiyaç duyduğunu mu söylüyorsun?
Gökhan: O var, ama benim şu anda, son söylediğim şey biraz farklı, orada ben duygusu var, orayı belirleyen çünkü benim. Bu egoizm değil tabii..
Leyla: Yo yo, senin kendi varlık bilincinle alakalı bir şey herhalde
Gökhan: Tabii şu anda ben şu mekân içerisinde bir varlığım, bu mekânın bende bir anlamı var, bir fikri var. Ben bu mekânı özümsüyorum, içselleştiriyorum. İçselleştirdiğim noktada artık ben sanat yoluyla ifade edebilirim, felsefi açıdan ifade edebilirim vs vs bir sürü yolu var, yazın yoluyla, görsel ürüne dönüştürebilirim, resim yapabilirim, fotoğraf çekebilirim, heykel yapabilirim vs. Şimdi düşün bu kadar şeyi ben özümseyip bende oluşturduğu şeyi ifade edeceksem, içselleştirdiğim şeyi ifade edeceksem…
Leyla: Sadece fikirleri mi ifade etmekten bahsediyoruz, hisler de olabilir mi?
Gökhan: Hisler tabii, hepsi
Leyla: Yani bu odanın, bu konuşmanın, içtiğimiz şarabın, şu ışığın bende bütünde uyandırdığı, bu akşamın bende uyandırdığı bir de bir his kalıntısı oluyor, hayatımızdaki her anın böyle bir kalıntısı olduğu gibi, bunun içinde bu atmosfer var, bu nesneler var, insan olarak sen varsın, yaptığımız konuşmanın bizde bıraktığı bir tat, duygu,his var..
Gökhan: Sabahleyin güne başlayış şeklin var, hepsi var. Burada senin içselleştirdiğin bir durum var, yani bu anlık durum hepimizin yaşadığı bir şey. İşte bu anlık durumu biz artık nasıl ifade edeceğiz, bunu biz konuşma dilliyle ifade edebiliriz arkadaşlarımıza aktarabiliriz çok iyi bir şekilde, bu bir sohbet konuşması olabilir, bu başka bir sanat aktivitesinin bir parçası olabilir, müzik vs ama biz sonuçta bir görüntü sanatından konuşuyoruz. Burada şöyle bir durum ortaya çıkıyor, ben bu kadar çok şeyi içselleştirip bunu ifadeye dönüştüreceksem açığa çıkaracaksam ve ben bir görsel sanat dalıyla uğraşıyorsam bu kadar tekilin dışında başka bir şeyi yaratmışımdır demektir aklımda. Bir yaratma süreci var. Ve bu düşünürsen, insanların bireysel yapısına karakterine bağlı olarak değişken olduğunun da fark ederiz. Ne kadar çok insan o kadar çok aslında fikir ki çok özgürlükçü bir durum. Normali de zaten bu,
Leyla: Olması gereken de bu
Gökhan: Doğa bu zaten, buna karşı gelinmez.
Leyla: İstersen karşı çık!!
Gökhan: O zaman ne olacak, ben bu fikri nasıl açığa çıkartabilirim? Ben bir başkasının objesinden yola çıkarak bunu ifade edemem. Nedir, bir koltuk var karşımda, o koltuk zaten birisi tarafından şekillendirilmiş veya bir insan var veya bir televizyon var, vs. Bunlar zaten benim, bütünleşen düşüncemin bir parçası. Ben bütünü ifade edeceksem artık yeni bir şey, yeni bir görüntü açığa çıkaracağım, ister istemez. O yeni şey de eğer görüntü çıkaracaksak soyut bir görüntü olacak ve nesnel gerçeklikten kopup yeni bir görüntüye, yeni bir görselliğe dönüşecek ve bir ifadesi olacak tabii, tüm bunları kapsayan bir ifadesi…
Leyla: Bu ama tamamen sadece ve sadece sana ait bir ifade ve senin anlamlandırabileceğin, özümseyebildiğin ve tamamen, evet evet sana ait bir şey oluyor.
Gökhan: Tabii ki
Leyla: O yüzden belki o sorular, yani bu fotoğrafta neyi anlatmak istedin sorusu belki tamamen yanlış bir soru soyutta, o nedenle sorulmamalı.
Gökhan: Çok yanlış soru. Bir şey anlatılmaz, ifade edilir.
Leyla: Çünkü o fotoğrafın anlattığı ya da ifade ettiği şeyi tek bir kişi bilebilir o da onu yaratan sanatçı. Fotoğraf ya da bütün diğer şeyleri kastediyorum bütün görsel sanatları, plastik sanatları,
Gökhan: Soyut kavramıyla, görsel bir sanat ürünü olarak soyut birbirine çok bulaştırılmamalı…
Leyla: Yaklaştık aslında biraz oraya geldik şimdi soyuttan konuşurken
Gökhan: Yaklaşıyoruz ama, kavram başka, kavramın anlamı çok geniş.. Ama soyut bir görsel ürün yapıyorsanız, bir sanat eseri ortaya çıkarıyorsanız onun belli estetik değerleri olması lazım. Ben bahsettiğim o soyut görüntü içerisinde bir şeyi anlatmaya başlarsam zaten soyutluğu kalmaz, görsel soyutluğu kalmaz…
Leyla: Çok doğru
Gökhan: Bir şey anlatmam için görüntünün içerisine anlatımımı güçlendirecek objeler koymam lazım, o zaman sembolizme doğru giderim, ister istemez…
Leyla: Peki sembolizmle soyutun farkı nedir?
Gökhan: Sembolizm soyut sanatın öncüsü belki. Sembolizmle sanatın içerisine kavramsallık giriyor, soyutlaşması oradandır. Yani soyut kavramının içerisinde belki öyle yer edinebilir. Bir şeyi imgelerle dille getirmek, anlatmak anlamında. O bir evre, bir geçiş evresi, o evreden sonra artık zaten insanlar ister istemez oradan yeni buluşlara gidiyorlar ve soyuta doğru gidiyor. Öyle bir bağ var. Ama soyut görüntü ile oluşan sanat eserine bakıyorsak orada durum değişiyor. Onun ister istemez kendine ait kuralları var. Ama bu kurallar elbette kesin, köşeli hatlı değildir.
Leyla: Bütün sanatlar kişiseldir zaten ama özellikle soyut. Biraz önce de senin verdiğin örnek çok netti, çok bence iyi anlattı onu, özellikle de soyut sanat, tamamen, hakikaten o kadar kişisel, o kadar öznel ki, zaten bunu kurallara dökmeye kalktığın zaman başarılamaz, kimse için mümkün değil yani.
Gökhan: Örnek şöyle vereyim, mesela şu ana kadar Afsad’daki atölyede oldukça fazla katılımcı oldu ama fotoğraflar hep özgündü…
Leyla: Madem ona giriyoruz, atölyeyi ilk ne zaman kurdun? Ondan da öncesini konuşalım, sen fotoğraf çekmeye hangi tarihte başladın?
Gökhan: 1988’de başladım
Leyla: Soyuta ne zaman yöneldin?
Gökhan: 1989’da! Çabuk!
Leyla: Hemen! Niye? Onu sormak istiyorum. Seni soyuta doğru iten şey neydi?
Gökhan: Şöyle söyleyeyim, 88’lerde üniversitede öğrenci iken ve lise sonlarında soyut görüntülere, soyut sanata bir ilgim vardı, resimleri çok takip ederdim hakikaten ve o resimler içerisinde Mondrian’inkiler nedense biraz ön plana çıkardı. Sonradan neden öyle ön plana çıktığını düşündüm, sanırım Mondrian esinlenen çok ressam vardı Türkiye’de. O zamanlar Ankara’da Zafer Çarşısı’nda çok iyi işleyen bir galeri vardı, çokça örneklerini izlemiştim orada.
Leyla: Moda oldu belki, dönem dönem öyle olurdu ya bir akım
Gökhan: Evet çok sık olurdu ve ben orada zevk alıyorum bu görüntülerden. Ama neden soyut? Bu biraz araştırmaya itti işin doğrusu. Ve 88’de fotoğrafa başladım. Doğal olarak 88 yılında yaygın düşünce fotoğraf eşittir belge, kreatif çalışmalar var ama çok yaygın değil.
Leyla: Hep marjinal kalmış zaten
Gökhan: Tabii
Leyla: Fazla çalışma yok
Gökhan: Çünkü bizde sanat örgütlenmeleri sol kesimden bir örgütlenmedir
Leyla: Ağırlıklıdır zaten
Gökhan: Ağırlıklıdır ve sol kesimin de topluma karşı sorumluluğu vardır.
Leyla: Misyon sanatı yapar daha çok yani
Gökhan: Misyonu vardır. Bunu yaparken de özellikle fotoğraf diliyle yaptığı zaman bunu belge anlamında yapar, çok doğru bir yöntemdir bu ve hakim olan fotoğraf tarzı belgeseldir. Belgenin hakim olması da çok normal, biz çok fotoğraf görüyoruz, anı fotoğraflarımızı görüyoruz, basında fotoğraf görüyoruz, dergide görüyoruz, televizyonda görüyoruz, her yerde fotoğraf var. Gördüğümüz ürünlerin de hemen hemen tamamına yakını zaten belge çalışması düşünürsen.
Leyla: Doğru
Gökhan: Ama bunun dışında diğer kreatif çalışmalar filan biraz dediğin gibi marjinal kalmış
Leyla: Şahin Kaygun filan vardı 70lerde, 80lerde
Gökhan: Şahin Kaygun komplike bir sanatçı, resimle beraber yapıyor fotoğrafı ve cesaret veriyor yaratıcı çalışmalara…
Leyla: Resimle beraber götürüyor daha kreatif, daha sanatsal, fotoğrafı kullanan, yaratıcı anlamda kullanan
Gökhan: En aktiflerinden Türkiye’nin, gerçekten çok önemli
Leyla: Ama daha fazla bir isim de o yıllarda çok hatırlamıyorum doğrusu
Gökhan: Fotoğraf camiası içinde bilinen isimler vardı elbette. Şimdi bu atmosfer içinde soyut görüntüye yönelme var, fotoğrafa başlıyorum 88 de. 89 mayısında dernek olarak Amasra’ya geziye gittik
Leyla: Afsad’da mıydınız? Öyle mi başladın yani?
Gökhan: Ben Afsad’ın yönetim kurulundayım o zaman ve gezileri organize ediyorum, iki otobüs insan götürmüştük Amasra’ya. Fotoğraflar çekildi. Mayıs ayında Amasra çok güzeldir gerçekten, görürsün fotoğraflarda. Sonra eskiden paylaşım alanları çok azdı, şimdi internet vs vs., bir dergiye girmek büyük hayaldi, onlar olmadığı için en güzel paylaşım alanı nedir, dernek ortamı. Onun için bir yerlere gidilip gelindiği zaman o çalışmanın slayt gösterileri mutlaka yapılırdı derneklerde. Çok güzel atmosfer olurdu. Amasra gezisi sonrası bir gösteri yapalım dernekte denildi, ben de üç fotoğrafla katıldım gösteriye. Kayıklar var çok güzel, rengarenk, yeni boyanmış. Kayıklarda ben bir dizayn yapmıştım, tamamen Mondrian’ın çalışmalarına özeniyorum, küreğin sapı turkuaz yeşil, kayığın dibi koyu mavi, bir kenarda sarı var, beyaz var, müthiş bir renk düzlemi. Bunları tabii yerlerini değiştirerek bir araya getirdim, düzenledim, bir de eski bir kayıktan detay almıştım, bu fotoğrafları verdim gösteriye. Belgesel çalışmalar geçiyor derken, unutmuyorum şimdi, heyecan da kaplıyor, düşünsene 20 yaşında birisisin o zaman, benim üç tane fotoğraf gelince salondan beğeni sesleri yükseldi ve bunlar benim ilk çalışmalarım…
Leyla: Yani onu, o tarz bir fotoğrafın heyecan yaratacak kadar ilk defa böyle bir imajla karşılaşıyor insanlar..
Gökhan: Evet, soyutlama ama soyuta yakın soyutlamaydı, kayığın nesidir belli değil. Benim de zaten böyle bir tepkiye ihtiyacım var, bu tepki iyice motive etti beni. İlk başlarda, bunlar dışarıda aranıp bulunan fotoğraflar, sonra dedim ki madem ben soyut fotoğraf yapıyorum neden illa gidip de rastlantısal olarak bulup, bulduğumu çekiyorum, ben şekillendirip, görüntüyü kendim oluşturayım dedim. Renkli çekiyorum, renkli fotoğrafı seviyorum, sprey boya aldım, sprey boya ile bir takım şeyleri boyadım bu sefer, dokuları boyadım, şekilleri biçimleri hoşuma gidiyor bu. İlk çok beni etkileyen soyut fotoğrafım karlı bir günde balkonda yaptığım bir fotoğraftı. Kafamda bir fotoğraf var, sadece sarı fotoğraf. Sarı fotoğraf için malzeme düşünüyorum, bir arkadaşıma tarif etmiştim yeğeninin bir oyuncağını getirdi, koni şeklinde, bunu karın içerisine oturttum, kardan bir fon yaptım, spreyle sapsarıya boyadım, sadece o koninin ucu net, bunu çektim, çektiğim fotoğrafı çok sevdim, ilk soyut fotoğrafım, sapsarı bir fotoğraf. Milli Kütüphane’de Afsad’ın sempozyumu düzenleniyor, sempozyum içinde Afsad sergisi olacak, Afsad sergisi için üyelerden birer fotoğraf isteniliyor. Bu fotoğrafı oraya vereyim mi vermeyeyim mi. İlk defa böyle sapsarı bir fotoğraf, nasıl karşılanacak diye düşünerek sergiye bu fotoğrafla dahil oldum. Baskısını yaptırdım, sergiye verdim ve çok beğenildi, o beğenilince benim için yol belli olmuş oldu…
Leyla: -Tamam dedin, oldu, yaptık
Gökhan: Bu noktadan sonra.. Ben de tatmin oldum çünkü yaptığım şeyden
Leyla: Tatmin olmak ve başkalarının takdir etmesi de güzel, doğru yoldayım oluyorsun yani
Gökhan: O yaştayken yani 21-22 yaşlarında ihtiyaç var hakikaten öyle bir şeye sonra, bir ufak grup çalışması oldu. Arkadaşlarla oturduk sanat tarihi vs sanat akımları vs okuyarak soyutu zenginleştirmeye çalıştık fikir anlamında, o bir atölye değildi ama bir sene süren bir çalışmaydı…
Leyla: Hangi yıllar?
Gökhan: Bu zannediyorum 93 filan, Hüsniye Ünal vardı, Hamdi Can Ünsal, Neslihan Erkan birkaç arkadaşla bu çalışmayı yapmıştık. Sonra Sınır Tanımaz Fotoğrafçılar grubu ile oluşturduğumuz Ankara’da ki On Sineması girişindeki galeride 96’da bir sergi yaptım, ondan sonra 97de İzmir’de ki Sınır Tanımaz Fotoğrafçılar grubunun otel lobisinde oluşturduğu galeride bir sergi yaptım. O sergi BUFSAD’ın Fotoğraf Günleri Kapsamında Bursa’da da açıldı. Siyah beyaz baskıda iki sergi oldu bu şekilde. 2002’de de Afsad’da bir soyut fotoğraf atölyesi kurduk, o zaman İsa Özdemir atölyesi vardı soyutlama üzerine gidiyor, soyut fotoğraf açısından onun tarzı çok farklıdır
Leyla: Soyut mu soyutlama mı yapıyor İsa bey?
Gökhan: İsa soyutlama yapıyor, o fotoğrafında belli objelerin seçilmesini istiyor, fotoğrafik değerin artması için. Ben objeler seçildiği zaman soyutundan uzaklaşıldığını düşünüyorum. İlk atölye biraz zorlu atölyeydi. Çünkü dijital henüz yok katılımcılarda, analogla çalışıyoruz. Fotoğrafı çektiğinde göremiyorsun sonucu hemen…
Leyla: Ne çıkacak, sürpriz
Gökhan: Analogda zanaatçılık çok önemli, hakikaten bilmen gerekiyor fotoğrafı. Öyle bir şey vardır ki çekersin çekersin fotoğrafı görmezsin, ama usta fotoğrafçılar şunu bilir, deklanşöre basarsın hah bu oldu dersin, ne çekse doğada çekse vs vs o ”oldu”yu bilir anında görmese de, hisle gidilen bir şey. Atölyede soyut ders anlattık birkaç ay, sonra o arkadaşlarla sergi yapmaya çalıştık ama herkesin elinde analog var film var, yarısı yapabildi, yarısı yapamadı. O zaman yapanlar ve yapmayanlar bir araya gelsin diye kavram olarak siyahı ele aldık sergide, kavramsal bir çalışma oldu diye düşünüyorum onu, soyut bir sergi olmadı açıkçası
Leyla: Orada şunu merak ediyorum, atölye çalışmalarına biraz geldik. Bu atölye sergilerinin hazırlıklarında kavramlar üzerinde çalışıyorsunuz, bir kavram seçiyorsunuz. Bu çalışmalardan önce grup olarak kavram üzerine bir kavramsal çalışma yapıyor musunuz önceden yoksa sadece konuyu verip herkesin, yani hiç aranızda tartışmadan o konuyu kavramsal olarak tartışıp olgunlaştırıp belli bir noktaya getirip de mi onun üzerine çalışmalar yapıyor bireysel olarak insanlar. Yoksa sadece konu belirleniyor, veriliyor, herkes o konudan ne anlıyorsa o konunun kendindeki izdüşümü neyse onu en iyi şekilde ifade edecek bir çalışmayı gerçekleştirip getiriyor burada
Gökhan: Şu anda 5 tane atölye sergisi oldu, dördünün mantığı başka, siyahın mantığı başka.
Leyla: Siyah ilk ama
Gökhan: Siyah kavramsal bir çalışmaydı hakikaten, siyah kavramı üzerine bir soyut görüntü oluşturmaya çalıştık ve birçok arkadaş yapamadı, birçok arkadaş da yaptı. Ama sonra Şey, Hiç , Tin ve Mit, isimler sergiden sonra geldi. Bu dört isim çok önemli
Leyla: A ilginç, siz sergileri, hiç kavramları bile daha..
Gökhan: Yok. Çünkü adlandırmak zaten orada farklı. Bu Şey, Hiç, Tin ve Mit aslında soyut görselliği konuşma içinde ifade etme içinde temel kelimeler, temel kavramlar, bunun için seçildiler. Soyut görselliği en iyi ifade edecek başlıklar olarak düşündük. Şey, belirsiz bir durum, Hiç, hiçlik üzerine gidiyorsun, yani o karşında olan bir şey, hiç, aslında kendince bir şey, bu noktaya gidiyor. Tin,zaten tinsel bir durum var soyut sanatın içinde veya Mit, aslında görsel bir mitos var işin içinde kendi görsel mitosunu yaratıyor fotoğrafçı. Bu anlamda soyut fotoğrafı tanımladığı için bu isimler var.
Leyla: A mükemmel
Gökhan: O dört isim dört sergi aslında şöyle oluyor, arkadaşlarla ders yapılıyor bir altı ay, ondan sonra fotoğraf çalışması yapılıyor. Otuz kişilik bir sınıf düşün altı ay bir arada ders yapıyoruz altı ay sonrasında fotoğraflara bakıyoruz, herkesin fotoğrafları geliyor bir arada konuşuyoruz. Burada fotoğrafı konuşurken kritik nokta şu, soyut bir görüntü ortaya çıkarıyoruz biz. Soyut bir görüntü yaparken fotoğrafçıya bir kalıp sunamayız, şöyle yapmalısın şuradan ışığı vermelisin filan diyemeyiz. Biz fotoğrafı şöyle konuşuyoruz derslerde. Bir fotoğraf geliyor, olumlu olumsuz hiç önemli değil, önemli olan orada fotoğrafçının ne yapmaya çalıştığını çözmek. Fotoğrafçıya fotoğrafını soruyoruz, ne yapmaya çalıştın, o anlatmaya başlıyor ne yapmak istediğini neye ilgi çekmek istediğini. Mesela orada bir sarı varsa sarıya ilgiyi yöneltmek istediğini veya bir koyu gölge varsa orası veya bir biçim varsa üçgen, daire vs. onun üzerine konuşmalar yapıyor, biz onun ifade etmek istediği şey neyse o görüntü üzerinde onu konuşmaya çalışıyoruz ve eksiklikler, teknik eksiklikler, kompozisyon eksiklikleri neyse açığa çıkarmaya çalışıyoruz
Leyla: Ya da estetik eksiklikler
Gökhan: Evet, onları konuşuyoruz, o kendi fotoğrafını bulmaya çalışıyor. Bir daha geliyor, bir daha geliyor derken sonuçta o düzenlemelerle kendi kafasındaki görüntüyü ortaya çıkartıyor. Ve şunu söylemek istiyorum, dört tane sergiden bahsediyoruz, Şey, Hiç, Tin ve Mit. Dört sergide yaklaşık olarak zannediyorum 150- 160 tane fotoğraf vardı toplasan ve 90-100 fotoğrafçı, hiçbirinin fotoğrafı diğerinin fotoğrafına benzemedi ki herkesin fotoğrafı bir arada değerlendirildi
Leyla: Ne kadar öznel değil mi? Sanat..
Gökhan: Öznelliğe gidiyor, ister istemez onu yapacak. Soyutu başta nasıl tarif ettik, içselleşen bir evren kurgusunun ifadesi
Leyla: Kendine ait olan
Gökhan: Eğer bunu gerçekten fotoğrafçı ifade edecekse hiçbir şekilde birbirine benzemesi mümkün değil çalışmaların. Örneğin ben yaptığım fotoğrafları bugüne kadar birçok yerde detaylı anlattım, nasıl yapıldığını, malzemesini de anlattım ama kimse benzerini çekmedi, çünkü onunla örtüşen bir durum değil benim çalışmalarım…
Leyla: Bireyselliği ön planda olan bir çalışma neden bir atölye ile grup olarak sürdürülüyor?
Gökhan: Aslında bu bireysel bir çalışma, soyut. Ama biz niye atölyeyi kurduk ve niye atölyeye bu kadar önem verdik. Soyut fotoğraf biraz ülkemize özgü bir şey. Yurtdışında da yaygınlaşmaya başladı minimalizm başlığında ya da soyut başlığında fotoğraflar var. Ama soyut kavramsal başlık olarak ele alınıyor bu çalışmalarda daha çok. Bütün nesnel gerçekliğiyle görüntüleniyor veya kesitler alıp soyutlama yapılıyor. Bu çalışmalar elbette ki bizim yaptığımız çalışmalardan farklı ve biçimsel soyuttan uzak. Bunlara baktığımızda ve yaptığımız çalışmaların bu açıdan özgünlüğünü gördüğümüzden bu tarzın ülkemizde yer etmesi, yaygınlaşması için atölye çalışmalarına ağırlık verdik. İlk atölye sergisi Siyah, 2003 yılı aralık ayında Ankara’da, FSK’nın Ankara Fotoğraf Günleri içerisinde Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapıldı. Bütün sergiler çok izlenilsin, farklı kesimlere ulaşsın diye Türkiye’nin önemli galerilerinde sergilenmeye çalışıldı. Ve tüm bu işlerin yapılabilmesi için kadro oluşturması gerekiyordu, kadroda atölye içerisinde oluştu ve amaca ulaşıldı sanırım. Örneğin Şey sergisi ni 2006 yılında Ankara’da açtığımızda, soyut ve soyutlamanın soyut fotoğrafın alt başlıkları olarak ayırmamız bile tartışılırken şu an zannediyorum böyle bir tartışma kalmamıştır. Ve fotoğrafın soyutu olur mu sorularıyla aynı sergide karşılaşmıştık. Ya da bu neyin fotoğrafı soruları artık sorulmuyor soyut fotoğrafta. Artık, soyut-soyutlama alt başlıkları, fotoğrafın nesnesinin sorgulanması ve ya fotoğrafta soyut olur mu itirazları gelmiyor sergilerde. Bu gelişim çok hoşumuza gidiyor. Çünkü fotoğrafın bir başlığı olarak kabul görmüş durumda.
Leyla: Oturdu yani
Gökhan: Evet
Leyla: Beş sene gibi yaklaşık bir süre içerisinde, 2006 yılında yapılan Şey sergisini düşünürsek
Gökhan: Daha öncesi var..
Leyla: Siyah tam demedin,
Gökhan: Değil
Leyla: Ama senin var
Gökhan: Benim sergilerim var ama
Leyla: Kişisel kalınca oturmuyor değil mi?
Gökhan: 20 li yaşlarda yapılan bir sergi var, bir de 40 lı yaşlarda
Leyla: Hım, sanatsal olgunluğa da erişiyorsun
Gökhan: Hem o, hem de bir yaş olgunluğu olduğu zaman çevrendekiler daha kabul edebiliyorlar çalışmalarını, görüşlerini, böyle bir durum da var sanırım.
Leyla: Doğru
Gökhan: Atölye sergisi olarak çıkıldığı zaman hakikaten etkili oldu bu çalışmalar ve amaca o zaman ulaşmaya başladık. İlk sergi Siyah çok zor çıktı, analog makinelerle üretmekte zorluklar yaşadı atölye katılımcıları ve Siyah başlığında kavramsal çalışmaya dönüştü, biçimsel soyut sergi olarak 2006 yılında yapılan Şey ilkti ve oda ilk olmasının zorluğunu yaşayarak çıktı. Hatta o serginin içerisinde çok içime sinmeyen fotoğrafları da sergiye koymak durumunda kaldım.
Leyla: Neden
Gökhan: Serginin çıkmasını istiyordum çünkü
Leyla: Yeterli çalışma mı ortaya çıkmadı
Gökhan: Soyut görüntülerdi hepsi ama hepsi estetik değildi işin doğrusu, ifade gücü zayıf fotoğraflar vardı.
Leyla: Anladım fotoğrafik değeri yoktu? Sanatsal değeri..
Gökhan: Evet ama böyle bir serginin çıkması gerekiyordu. Buna rağmen, içeriğine eleştirilerini sunarak, biçimde yakalanan bu durumdan dolayı MSGSÜ deki sergide İsmail Tunalı’dan övgü alması atölye katılımcılarını da etkiledi ve atölyedeki motivasyonu artırdı. Sonra Hiç sergisinde durum daha olgunlaştı, fotoğrafçılar daha bilinçli geldi. Hiç sergisi ilk yurtdışı sergimiz oldu, Salzburg’ta da sergilendi. Bu biraz daha ilgiyi yoğunlaştırdı çalışmalara, yurtdışına taşan bir etkinlik olarak. Sonra Tin sergisi ciddi çok iyi bir sergi oldu. Ve önemli yerlerde sergilendi, hem yurt içinde hem yurtdışında. Özellikle Viyana’da, Hofburg Sarayı’nda sergilenmesi çok önemliydi. Bu sayede ilk defa yurtdışında soyut fotoğrafı anlatmak üzere ortamda bulduk, oranın fotoğraf birliği VÖAV’lı fotoğrafçılarla oturduk bir panel şeklinde soyut fotoğrafı anlattık, sıkı bir dostluk oluştu ve sonra ilk defa zannediyorum böyle bir sergiden ciddi bir satışta oldu Almanya Münih’te. Dokuz tane fotoğraf satıldı 750 eurodan ki galerici daha yüksek fiyat önermişti ama biz 750 euro da karar kılmıştık.
Leyla: Yeter bize deyip!
Gökhan: Önemli bir satış başarısı aslında. Münih’he, gidiyorsunuz yurtdışına ve önemli sanat koleksiyoncuları geliyor, durum anlatılıyor vs ve dokuz tane fotoğraf satılıyor. Bu hakikaten bizi de şaşırttı, böyle bir şey beklemiyordum. Sonra artık bize teklifler gelmeye başladı galerilerden, çok önemli galerilerden yani yıllar önce ulaşamadığımız yerlerden.
Leyla: Onlar çağırmaya başladılar
Gökhan: Tabii. Sonra Mit sergisi. Mit sergisinde ilk hedef yurtdışıydı. Tin sergisinde iki yurtdışımız oldu, Viyana ve Münih. Mit’i ise yurtdışı olarak düşündük. Macaristan’a gitti, Sopron’da önemli bir kültür merkezinde açıldı. Sonra, o kısım önemli bizim için, ilk defa yurtdışında bir workshop yaptık soyut fotoğraf üzerine Atina’da.
Leyla: Öyle mi?
Gökhan: Atina’ya sergimizi götürürken bizden TEİ üniversitesinde workshop istendi. Ciddi anlamda bir kalabalık öğrenci grubuna soyut fotoğrafı anlattık, ciddi ilgi oldu. Şöyle bir etkiyle döndük, Yunanistan’la ilişkiler hakikaten çok sağlam oldu. Biz Atina sergisinden arabayla dönerken, yolda bize telefonla Xsanthi’de bu işi yapın denildi. Orada Fex adında bir dernek var önemli büyük bir dernek, ciddi kültür sanat etkinlikleri var. Tek bir branş yok, fotoğraf, tiyatro, müzik vs. Onların mekanlarında açtık sergiyi ve workshop yaptık. Artık istenmeye başlandı workshoplar, o etkili oldu. Sonra, son Komotini sergisi, bu zamana kadar, oradan da eylülde tekrar gidip workshop yapmamız isteniyor.
Leyla: Harika
Gökhan: Bir hedefimiz vardı, soyut fotoğrafı atölye sergileriyle benimsetmek.
Amacımıza ulaştık sanırım.
Leyla: Tanıttınız, yani kabul görmüş durumda
Gökhan: Şu anda Türkiye’de soyut fotoğraf artık tarz olarak yerleşmiş durumda hatta alt başlığı da yerleşmiş durumda soyut ve soyutlama olarak. Ve bu ülkemize özel fotoğraf çalışmasını yurtdışında anlatmak üzere çağırılıyoruz, bu da önemli bizim için, iyi bir aşama bence. Çünkü biz genelde yurtdışından ithal ederiz sanat görüşlerini, bir şeyleri ihraç etmek güzel bizim adımıza.
Leyla: Biz ihraç ediyoruz
Gökhan: Bunu ben bir başarı olarak görüyorum
Leyla: Yani takip etmek değil de, öncülük yapmış oluyoruz ilk defa hemen hemen, sanatsal alanda bir konuda değil mi
Gökhan: Soyut fotoğrafta bir öncülüğümüz var şu anda
Leyla: Evet evet
Gökhan: Ama şöyle bir sıkıntı var bence. Yurtdışında da ülkemizde de kaynak yetersizliği var soyut fotoğraf üzerine. Bu nedenle entellektüel çevre bu işi tartışmıyor sanırım ve bence bu yan eksik kalıyor.
Leyla: İşte zaten sonradan gelir ya onlar, önce sanatçı yaratır, icat eder, entelektüel camia onu daha sonra, kuramını oluşturur, anlatır konuşur tartışmaya başlar. Biraz bunun şanssızlığı yani siz zaten belki de, işi siz başlattığınız için sıkıntıyı yaşıyorsun, çok da bir şey bulamıyor olmanın nedeni bu. Bundan şikayet etmemek gerekiyor bence
Gökhan: Biz sıkıntılı evreyi geçtik zaten şu anda, şu anda soyut fotoğraf iyi durumda.
Leyla: Ama hala akademi çok ilgilenmiyor değil mi soyut fotoğrafla Türkiye’de
Gökhan: İlgilenmiyor, ilgilenmemesinin nedeni şu
Leyla: Mesela üniversitelerden bu tarz bir ilgi, mesela Türkiye’deki üniversitelerden ya da derneklerden ya da bu tarz oluşumlardan, yurtdışında olduğu gibi size talepler, workshoplar vs geliyor mu?
Gökhan: İlk workshop’umu ben 96 yılında 9 Eylül Üniversitesinde yapmıştım. Beyaz sergisini Sınır Tanımaz Fotoğrafçılar grubun izmirdeki galerisinde açmıştım. Analog yöntemle yapılan o serginin soyutluğu, yoğun ilgi topladı, salonda söyleşi yapıldı, sergi konuşuldu. Sonra ” bu yetmez, gelip bize workshop yapacaksın toplarken sergiyi” denildi, 9 Eylül Üniversitesinde workshop yapıldı. Sonra İstanbul’dan bir üniversite atölye açmamı istemişti uzun bir süre önce, Ankara’da olmamdan dolayı açılamadı atölye. Bildiğim kadarıyla da üniversitelerde soyut fotoğraf ders olarak anlatılmıyor. Ama fotoğraf eğitimi veren üniversitelerin bunu ders programlarına almaları hakikaten önemli, gerekli, bunu da üniversitelerin dikkate alması lazım. Çünkü şunu görüyorum ben, artık soyut fotoğraf başlığında insanlar çokça iş yapmak istiyorlar. Kimisi soyut oluyor, kimisi olmuyor. Soyut olanların da kimisi estetik oluyor kimisi estetik olmuyor ama yoğun bir ilgi var. Bu ilgiye üniversiteler duyarsız kalmamalı.
Leyla: Peki soyut fotoğrafla soyut olamayan fotoğrafı nasıl ayırt edeceğiz?
Gökhan: Aslında şu konuya girmek lazım, onu biraz es geçtik hani soyut sanatı anlattık ama neden soyut fotoğraf. Fotoğraf belge, belge çalışması içinde neden soyut? Soyut sanat yapacaksan resim yoluyla da yapabilirsin, heykel yaparsın veya kolaj yaparsın, sanat üretmenin bin bir şekli var, niye fotoğraf. Fotoğrafın belli olmuş bir çerçevesi var, o çerçeve içinde neden soyut görsellik sıkıştırılmak isteniyor? İkisinin açıklanması lazım. Düşünün bir uzay teleskopundan çekilen fotoğraf milyarlarca ışık yılı öncesinden bir patlamanın görüntüsünü elde ediyor, bilim adamı o görüntüden yola çıkarak onun hangi zaman diliminde patladığını…
Leyla: Ne kadar uzaklıkta olduğunu
Gökhan: Ne kadar uzaklıkta olduğunu, nasıl bir maddeye, kütleye, enerjiye sahip olduğunu sadece bir fotoğraftan çözüyor. Yani fotoğraf bu kadar gerçek aslında. Veya düşün, Vietnam’daki savaşı, bir kız çocuğunun bombadan kaçış fotoğrafı Amerikan toplumunu ayağa kaldırdı ve Amerikan toplumu bu savaşa karşı gelmeye başladı. Yani bu derece etkin bir politik ürüne de dönüşebiliyor gerçekliğiyle. Ama bunun içerisine soyutu sıkıştırıyoruz biz. Oysa ressamlar dahi soyut resmin ilk evrelerinde belleklerinden kurtulup nasıl soyut resim yapacakları üzerine epey bir tartışma yaşamışlar. Bizse kadar gerçek bir materyalden soyut yapıyoruz.
Leyla: Görüntü belleği anlamında mı?
Gökhan: Tabii
Leyla: İmajlar belleğinden,
Gökhan: Düşün ki serbest bir el ile yaparken
Leyla: İster istemez..
Gökhan: Belleğimde ki görüntülerden ben nasıl kurtulurum. Bir sürü kuram üretiliyor, bunun içerisinde bizi rahatlatan bir görüş var, Malevich’in. O da, resimden soyut yapacaksak, ben sadece resmin teknik estetik değerlerini açığa çıkarmalıyım, diyor özetle. Sadece resmin estetik değerlerini açığa çıkarmak ne demektir, tüm objelerden, tüm nesnelerden kurtulup, renk düzlemleri, harmoni, ritim vs gibi resme ait görsek değerlerle yeni bir görüntü ortaya çıkarmak.
Leyla: Burada formlardan da mı kurtuluyor?
Gökhan: Kendi formunu kendisi yaratıyor sonuçta, o bellekten kurtuluyorÜ
Leyla: Ama bildik herhangi bir forma çağrışım ya da gönderme yapmadan yapıyor..
Gökhan: Tabii, bu teorinin en son noktası siyah karesi. Siyah bir kare, hepsi bu…
Leyla: Yapılabilecek en soyut şey
Gökhan: Tabii. Sanatın yamaçları vardır, yamaçlarında bir sürü şey yaparsınız ama teoride son nokta o. Malevich resme böyle bakmış, bizde fotoğrafa böyle bakalım. Düşün, fotoğraf gerçeklik, ama nasıl bir gerçeklik. Fotoğrafta flu alanlar var, bizim odak uzaklığımıza göre ya da konunun uzaklığına göre değişen. Bu alanın kendisine bakarsan orada bir şey göremezsin, orası soyut bir görüntü. Veya ışığın bin bir türlü kullanılması, sert ışık, yumuşak ışıkla biz koyu alanlar açık alanlar yaratarak orada aslında görüntüyü elde etmeden orada yeni biçim, alan yaratıyoruz. Veya düşük enstantane ile çektiğimizde hareketli bir görüntü ile
Leyla: Soyutluyoruz
Gökhan: Tabii. Ayrıca fotoğrafta bizim çıplak gözümüzde olmayan bir şey var, pikseller var, grenler var, bunlar zaten biçimi deforme ediyor. Tüm bu teknik elemanları bir araya koyduğun zaman fotoğrafın aslında bizim düşündüğümüz gerçekten başka bir gerçeklik yaratıyor, kendine ait bir dil yaratıyor. O gerçekliği yaratan elemanları tek tek ele aldığın zaman aslında fotoğrafın çok fazla seçeneği var görüntüyü soyutlaştırmada. Estetik bir soyut olmasa bile soyut bir görüntü oluşuyor. Sırf bir flu alana bakmak veya sırf bir siyah alana bakmak, veya sırf bir beyaz alana bakmak filan, orada bildik bir görüntüyü görmediğin zaman zaten bu tekniğin kendi diliyle bir soyut görüntü oluşturduğunu fark etmek mümkün. Şimdi biz bu açıdan ele alırsak fotoğrafı artık objektifin önüne koyacağımız herhangi bir objeyle soyut görüntü elde edebiliyoruz. Yani bu şunu gösteriyor, bir gerçeklik kurgusu var, bu insana özgü bir gerçeklik kurgusu, kişiden kişiye değişen bir gerçeklik kurgusu, bir de makinenin kendi gerçekliği var. Makinenin kendi gerçekliğini ele aldığımızda, onun görüntüyü ele alış şeklini istediğimiz gibi organize edip oradan soyut yeni bir biçim elde edebiliyoruz. Yani soyut bir görüntü fotoğrafla elde edilebiliyor.
Leyla: Ben eski bir yazımda şöyle bir iddiada bulunmuştum, fotoğraf , en nesnel gerçekçi fotoğraf bile olsa, fotoğraf asla gerçeği yansıtmaz, sadece gerçekmiş gibi yapan, gerçeğin bir illüzyonunu, gerçekliğin bir illüzyonunu yaratır, ama fotoğraf gerçekliği yansıtmaz,
Gökhan: Asla
Leyla: çünkü sen bir fotoğrafçı olarak konunu seçerken, kadrajını ayarlarken, ışığını değiştirirken, hızını diyaframını her şeyini belirlerken mevcut gerçeklik dediğimiz nesnel gerçek dünyayı değiştirip dönüştürüyorsun. Seçtiğin, ayıkladığın, belirlediğin her şey seni gerçeklikten, nesnel gerçeklikten zaten uzaklaştırıyor adım adım. Ve sana ait bir görüntü, sana ait bir dünya yaratıyor. Ve ama bu hiçbir zaman ve asla gerçek, nesnel gerçek dünyanın ta kendisi olmuyor. Bir illüzyonu oluyor. En başta bile aslında en nesnel gerçekliği olduğunu düşündüğümüz bir fotoğraf bile..
Gökhan: Değil..
Leyla: Bir gerçeklik yanılsamasından başka bir şey değil
G-Gerçek ne? Gerçeği biz yaratıyoruz. Biz soyut ve fotoğraf kavramlarını bir arada getirmek için sadece deklanşöre basıldığında çözülmüş fotoğraflardan, doğrudan fotoğraflarla fotoğraf üretiyoruz. Bu şu anlama gelmiyor, tamam doğrusu budur anlamına gelmiyor. Ama biz özellikle şunu vurgulamak için..
Leyla: Doğrusu diye bir şey olamaz zaten
Gökhan: Doğrusu diye bir şey yok
Leyla: O zaman çok mekanik olmaya başlıyor. Ben fotoğrafların hepsine baktığım zaman daha kesin olarak bir karar veririm ama sonuçta eğer hepsini çekim öncesinde kurgularsan sonuçta elindeki materyallere uygun bir şey yaratıyorsun
Gökhan: Bizim derdimiz fotoğrafın yarattığı gerçeklik hissiyle, soyut gerçekliği yan yana koymak. Bunun için doğrudan fotoğrafla yoluyla soyut fotoğraf yapıyoruz.
Leyla: Ama bu sanatçının yaratıcı gücünü engeller
Gökhan: Ama bu gerekliydi.
Leyla: O zaman farklı bir misyonla yola çıktınız ama bu doğrusudur ya da böyle yapılmalıdır demek istemiyor
Gökhan: Ama bu şu anlama gelmiyor illa ki bu şekilde yapılır diye.
Leyla: Ama şöyle olmuyor mu burada çok ilginç bir durum ortaya çıkıyor soyut fotoğraf olarak çektiğin bir fotoğrafı bilgisayarda kolaylıkla yapabilirsin fotoğraf makinasına gerek yok ki
Gökhan: E bir portrede yapılabilir, tek bir pikselle bir portre çizebilir ekranda usta bir ressam.
Leyla: Ama onu yapmak biraz daha zor, öbürünü yapmak biraz daha kolay. Yani çok daha rahatlıkla çok sade şekilleri bir araya getirebilirsin
Gökhan: O zaman dijital sanat yapmış oluyorsun, fotoğraf değil,
Leyla: Evet, dijital sanat farklı bir şey
Gökhan: Tamam, oturup bilgisayar başında bunu yapabilirler, soyut bir eser, estetik bir eser ortaya çıkarabilirler, ama o fotoğraf olmaz. Ama bir fotoğrafın üzerinde yapılan maniplasyon farklı. Fotoğrafı veri olarak aldığında bu çalışmalar fotoğraf olarak tanımlanır.
Uğur Okçu: Tamam dijital artla soyut fotoğrafın arada bir sınırı yok, yani birbirlerinin içine girip çıkabiliyor.. Kesinlikle öyle bir sınır koyamazsın mümkün değil. Neden sana şunu söyleyeyim, ben de uğraşıyorum photoshopla ben de çekmeye çalışıyorum soyut fotoğraf zaman zaman
Gökhan: Yapıyorsun da zaten sen çok iyisini yapıyorsun
Uğur: Benim bildiğim kadar photoshopla bazı şeyleri çok rahatlıkla fotoğraf gibi yapabileceğimi düşünüyorum
Gökhan: Ama o fotoğraf olmaz
Leyla: Siz bu çalışmalara atölye olarak ilk başladıktan sonra bireysel, atölyenin dışında, ne kadar yaygınlaştı, ne kadar sergiler açılıyor, yaygınlaşma ne durumda.
Gökhan: Türkiye’de oldukça fazla ilgi var, yaygınlaşıyor. Özellikle dernekler özelinde. Birkaç dernekle workshop yaptık. Örneğin Edirne’de EFOT’la yaptık, Bursa’da BUFSAD örneğin, arkadaşlar doğadan soyutlama yapmak istiyorlar. Sonra Mersin’de MFD ile. Yakın zamanda Eskişehir’de EFSAD’da oldu. Bunun dışında Türkiye’de birkaç tane üniversitede, fotoğraf topluluklarında öğrencilerle çalışmamız oldu. Yurtdışında oldu ve şu anda hakikaten yaygınlaşıyor gelişiyor ve gelişmesi de çok normal. Aslında soyut fotoğrafın gelişmesi çok doğal bir süreç, çünkü bu çok kişisel bir durum. Bu içsel durumu sanata dönüştürmek için soyut en iyi yöntemlerinden birisi. Sonrasında arkadaşlarla bağlantıyı elimizden geldiğince kesmiyoruz. Bu ülkemize özel bir çalışma, biz bir Türkiye sergisi yapmak istiyoruz aslında, böyle bir amacımız var. Türkiye’de bu işe yönelen fotoğrafçılarla sergi yapıp bunu yurtdışına götürmek gibi bir fikir var. Ayrıca şu anda Yunanistan’da ve Macaristan’da konuşmuştuk, bir uluslar arası sergi de olabilir.
Leyla: Bayağı örgütleniyor soyutçular yani diyorsun!
Gökhan: Örgütlenmek zorunda çünkü yeni
Leyla: Yeni bir akım olarak belki
Gökhan: Şimdi, yeni bir çalışma tarzı ve kendisini artık kabul ettirmiş. Bunu artık yerli yerine oturtup, estetik durumunu ortaya çıkartıp daha çok paylaşıma gidilmesi lazım. Bu anlamda düşünceler var, yoğun şeyler var ve bunları yapabiliriz ümit ediyorum. En büyük eksik bizim için, bir türlü yayına çıkartamadığımız soyut atölyenin ders notları. Bu sene içerisinde ders notlarını da çıkarmak niyetindeyiz..
Leyla: Kitap çıkartmak
Gökhan: Evet, nedir mantığı, düşüncesi, fikri nedir, bunu aktaracak bir kitap, üzerinde konuşulması için. Büyük ihtimalle bu yurtdışında da yayınlanacak.
Leyla: Peki bu Fotoğrafya’nın soyut sayısı, bugüne kadar Türkiye’de yapılan soyut çalışmalarının ne kadarını kapsıyor, bayağı bir kısmını kapsayabilecek mi?
Gökhan: Türkiye’de yapılan çalışmaların hemen hemen hepsini kapsadı
Leyla: Bayağı bir o zaman almanak gibi oldu yani
Gökhan: Tabii, şu anda Türkiye’de yapılan kişisel sergileri, grup sergilerini dergiye aldık. Benim kişisel sergilerim yok dergide, çünkü onlar analogdu, onları aktarmam mümkün değil, taramalarda farklılaşıyor çalışmalar, grenlerde ciddi kayıplar olması fotoğrafı da başkalaştırıyor. Bu nedenle veremedim iki kişisel sergimide.
Leyla: Tarandığında çünkü herhalde, hatırladığım kadarı ile konuşmuştuk,
Gökhan: Ciddi kayıp oluyor
Leyla: Bir türlü, evet.. gelsinler baksınlar diyorsunuz!! Onları bir kez daha sergilemeyi düşünüyor musun hiç?
Gökhan: Onları baskı olarak geliştirip bir sergi yapacağım. Ama onları dijital ortama aktardığım anda hiçbir fikir kalmıyor, çok detaylar gidiyor. Onun için veremiyorum ama, şu anda zannediyorum kişisel sergisini yapmış arkadaşların hemen hemen tamamı dergide yer alıyor. Büyük karma atölye sergileri de dergide yer alıyor Türkiye’de. Yani şu anda dergide zannediyorum Türkiye’de soyut fotoğraf başlığında yapılmış çalışmaların hemen hemen tamamı, bildiğimiz tamamı, iyileri yer almış durumda.
Leyla: Bir araya getirmiş olduk yani bu sayı ile, topladık
Gökhan: Evet. Yurtdışında da soyut, orada biraz daha bu işin kavramı oturmamış olduğu için dijital manipülasyon, soyutlama ve soyut karışımı örnekler sergi olarak şimdi dergide yer alıyor. Aslında şu anda sana şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim, soyut fotoğraf yapılan çalışmaların geniş bir perspektifi sizin dergide yer almış olacak. Bu da bir ilk dergicilik için..
Leyla: Yurtdışından sanatçı bulurken çok zorlandınız bu sayıyı hazırlarken editör olarak değil mi?
Gökhan: Evet. Çünkü orada soyut çalışmalara yakın çalışma yapan minimalist gruplar var, böyle adlandırmak gerek
Leyla: Peki nedir onu bir açıklar mısınız? Minimalist fotoğraf ile soyut fotoğraf ayrımı nedir, nasıl tanımlayacağız onu?
Gökhan: Minimalist fotoğraf da aslında fotoğraf içerisine yeni yerleşmiş bir kavram, doğru yerli yerinde. İndirgeme anlamında kelime anlamına karşılık gelecek çalışmalar yapılıyor. Görsel soyutluktan çok, yalınlaştırıcı, nesneler kavramsal etkileşiminden yola çıkarak fotoğraflaştırılıyor. Ama perspektifi çok geniş, içerisinde soyut, soyutlama, doğa, belgesele de yaslayacağınız fotoğraflar yer alabiliyor. Temeli yalın ifadeye dayalı ama amacı soyut görüntü üretmek değil. Zaten sizin şu anda dergide yayınlanan fotoğraf çalışmasından bir kısmı buna yakın…
Leyla: Minimalistler aslında öyle mi?
Gökhan: Evet. Bir minimalist grup içerisinde ama bir tarz olarak soyut tarzı diye adlandırmak onları biraz zor. Ama doğru bir başlık açmışlar hakikaten, o da yurtdışında ağırlıklı olarak yerini buluyor.
Leyla: Peki, makro derdik hani eskiden, soyutlamaya çok yakın bir tekniktir makro çekimler, ya da ne bileyim, minimalistlerden bahsediyorsunuz, biraz önce tartıştıklarımızda dijital art dedik, bunlar aslında birbirleriyle çok yakın çok akraba, her an biri diğerinin sınırının içinden pat diye geçiveren, bazen birleşen, bazen ayrılan çok akraba alanlar gibi görünüyor ama çok temel farkları var mı bunların arasında?
Gökhan: Var. Dijital art ile fotoğraf arasında ciddi fark var. Aydınlık oda kullanılarak dijital anlamda düzenlemeler yapıyorlar ama bunun fotoğrafla aslında ilgisi yok, fotoğraftan başka bir çalışma o. Ama fotoğrafın o aydınlık odasının belli teknik elemanları kullanılarak yapıldığı için fotoğrafla bulaşıyor gibi görünüyor ama değil, fotoğraf değil o başka bir sanat. Şimdi minimalistler de şöyle bir şey, minimalist çalışmaları incelerseniz onlar tam oturmuş biçimsel bir tarz değil, orada çok farklı şekillendirmeler var, asıl şeklin fotoğraf gerçekliğiyle elde edilmesi. Örneğin bir ağaç, bir insan figür olarak yer alabilir fotoğrafta. Oysa soyut şekilleniş daha kuralcı, bir çalışmanın soyut olup olmadığının kuralı çok nettir, izleyici çözümlemesi içinde. Biz soyutun çerçevesini çizebiliyoruz. Nesnel gerçekgerçekliğin yer alamadığı fotoğraflar. Ya da nesnel gerçeklik yer almışsa, soyutlamada olduğu gibi zaman mekân ve işlevinden arınmış sadece figürün estetik görselliği üzerine kurulmuş ve izleyiciye bunu veren fotoğraf. Soyut ve soyutlama biçimsel anlamda oturmuş yapıya sahiptir. Ama minimalist bir çalışmayı gördüğünüzde, evet bu minimalist fotoğraftır deme şansınız yok çünkü onu birçok şekilde görebilirsiniz. Bunu öncelikle bir tarz olarak fotoğrafçının size iletmesi lazım, yönlendirmesi lazım, bu açıdan düşünmeye başlamanız için.
Leyla: Peki bu soyutta dijital tekniklerin, dijital teknolojinin gelişmiş olması da bir avantaj mı?
Gökhan: evet
Leyla: Yoksa olmasaydı da yine soyut, mesela senin başladığın dönem gibi analog dönem filan.. Mesela siyah sergisinde çektiğiniz sıkıntıyı hatırlıyorum konuşmamızda, bu kadar heveskâr insan bulur muydu, yandaş olur muydu, çalışmak bu kadar keyifli olur muydu yoksa daha mı riskli bir fotoğrafik alan olurdu analog olsaydı
Gökhan: Bu kadar çok fotoğrafçı olacağını zannetmiyorum, her şeyden önce bunu söylemeliyim.
Leyla: Dijital teknoloji bu işi biraz kolaylaştırdı mı biraz hilesi midir?
Gökhan: Biraz, hile değil tabii de biraz kolaylaştı
Leyla: Hile derken olumsuz anlamda söylemiyorum, işi kolaylaştıran bişi mi?
Gökhan: Neden kolaylaştırdı, kolaylaştırmasının tek nedeni var, Analog da çektiğiniz zaman çektiğiniz görüntüyü kameranın arkasını çevirerek göremezdiniz, yıkadıktan sonra fotoğrafı görebiliyordunuz. Işık filme uygun mu, alan derinliği nasıl bir sonuç vermiş, grenler görüntüye nasıl bir katkı vermiş. Kurguyu çekimi yapmaya devam ederken yeniden düzenleyemezdiniz. Ön tasarımın fotoğrafın tüm bileşenlerinin üzerine iyi oturması gerekirdi. Ama şimdi dijitalde teknolojide, çekimi anında görüyorsunuz. Özellikle dikkat edin, çalışmaların büyük bir kısmı hareket fotoğrafı, hareket fotoğrafını estetik kılmak için çekip görüp biraz rastlantıya dayalı üzerinde denemek gerekiyor, eğer dijital olmasaydı o anlamda kurgu oluşturmak biraz daha zor olurdu. Dijitalde çekimin hemen sonrasında hataları gidermek, yeniden doğru çekimi yapmak kolaylaştığı için bugün artık soyut fotoğraf ciddi yaygınlaştı. Dijitalin çok büyük katkısı, kolaylığı var bu anlamda.
Leyla: Peki bilgisayarda yapılan manipulasyonlar?
Gökhan: Biz Şey, Hiç, Tin ve Mit sergisinde hiçbir şekilde diijital manipulasyona yer vermedik, doğrudan fotoğrafla, direk fotoğrafla soyut görüntünün oluşturulduğunu hissettirebilmek için izleyiciye.
Leyla: Yani bu aslında böyle de yapılabilir gibi bir iddia var orada ama bu sizin de dediğiniz gibi diğerlerini bağlamak zorunda değil
Gökhan: Değil. Biz sadece bunda üstün bir yan görüyoruz bir de doğrudan fotoğrafla soyut fotoğraf yapıldığını, soyut sanatın yapıldığını göstermek. Ama bu şu anlama gelmiyor, fotoğrafın üzerinde yoğunluklu dijital manipulasyonla soyut fotoğraf yapılmaz diye bir şey yok, o bize uzak bir şey sadece, bizim tarzımıza uzak bir şey ama o da fotoğraf olarak kabul edilebilir. Ama tamamen dijitale dayalı bir çalışma elbette ki fotoğraf değildir.
Leyla: Benim kişisel fikrimde şöyle bir sorunum var, fotoğrafı çekerken oluşturmak her şeyi ile bana daha kolay geliyor, bilgisayarın başına oturup fotoğrafı manipule etmek, photoshoplamak, onu bunu yapmak bana daha zor geliyor
Gökhan: Daha sahici çünkü, neden biliyor musun?.
Leyla: Bilmiyorum yani hatası kusuru ile de sahici kısmı belki daha hoşuma gidiyor
Gökhan: Fotoğrafı direkt deklanşöre basıp, çekip doğrudan fotoğraf yoluyla soyut yaptığın zaman şunun la örtüştürüyorsun. Biz soyut sanatla içselleşen gerçekliği dışa vuruyoruz bu kendi gerçekliğimiz. Bir gerçek kavramı var işin içerisinde. Şimdi fotoğrafa bakıyoruz, fotoğrafın genel kabul gören yanı nedir, gerçekliğin aynasıdır. Biçimi olduğu gibi alır ve gerçektir öyle bir tartışılmaz yanı vardır fotoğrafın. Biz tartışıyoruz ama toplum içerisinde kabul gören yanı bu. Ben fotoğrafın gerçeklik duygusuyla kendi gerçekliğimi, soyut gerçekliğimi bir araya getirdiğim zaman kendi yeni görselliğimi daha kabul edilebilir bir gerçeklik olarak ortaya çıkarmış oluyorum. Resme göre bu biraz daha izleyiciyi rahatlatan bir pozisyondur. İzleyici orada artık, o soyut bir görüntü ama orada bir gerçek ifade var diyebilir. Bunu örtüştürende fotoğraf, fotoğrafın kavram ifadesinin belleğimizdeki yer etmiş durumu, fotoğraf gerçektir..
Leyla: Doğadan alınmış bir görüntü ne olursa olsun sonuç itibariyle
Gökhan: Evet.
Leyla: Benim çıplak gözle görmediğim, algılayamadığım bir form, biçim ama yine de doğada var bu
Gökhan: Düşsel gerçekliğin doğada gerçekleşebileceğine yönelik bir duygu da insana yaşatabilir. Bir de şöyle bir şey var, onu vurgulayayım, özellikle bu bizim için önemli. Şimdi bizim yaptığımız soyut çalışmalarda, belli bir hikâyenin anlatılması ya da fotoğrafların isimlendirilerek bir şeyin empoze edilmesi yok. Burada en önemli şey demokrasi. Neden? Bir şey yaratıyorsunuz siz ortaya bir görüntü, yeni bir gerçeklik yaratıyorsunuz ve o görüntüyü estetik olarak izleyiciye ulaştırmak istiyorsunuz ve izleyici onunla bir bağ kuruyor, sadece bir görüntüden yola çıkarak kendi gerçekliğini yaşıyor. Fotoğraf orada herhangi bir şeyi empoze etmiyor.
Leyla: Ne anlıyorsa o, ne hissettiriyorsa o,
Gökhan: tabii, ne hissettiriyorsa
Leyla: Ne görüyorsa o
Gökhan: Önemli olan, zor olan sizin sadece bir biçimle estetik bir durum ortaya çıkartmanız
Leyla: Bu sefer o kendi öznel gerçekliğine ilişkin bir şey algılıyor orada
Gökhan: Müthiş bir demokratik ortam doğmuyor mu sence de? Orada hakikaten insanlar kendisini gerçekleştirebileceği özgür bir ortam yaşıyorlar. Ben demokrasi kavramı ile özgürlük kavramı ile soyut fotoğrafı çok yan yana koyuyorum
Leyla: Peki bir isim verseniz fotoğraflarınıza, bu bağı koparır mı kopardığını mı düşünüyorsunuz?
Gökhan: Kesinlikle.
Leyla: O yüzden de izleyiciyi manipule etmiyorum, yönlendirmiyorum diyorsunuz
Gökhan: Onun için sadece sergiye isim veriliyor. Sergiye isim nasıl veriliyor, “Gri Kırıntılar”, “Beyaz”, “ Şey”, “Hiç”, “Tin” veya “Mit”. Tek tek fotoğrafların altına koysan bile soyutluluğu gidermeyecek kavramlar bunlar. Bu bence zor olan ama doğru. Bir şeyi anlatmak daha kolay yazı diliyle ama zor olan sadece kendi başına yalın bir görüntü ile estetik görüntü yaratmak...
Leyla: İfade edebilmek, evet. Peki bundan sonraki serginin adı ne olacak sence
Gökhan: Bundan sonraki serginin adı..bilmiyorum ??!!!
Leyla: Çünkü belirsizlik kavramlarını yokluk kavramlarını bitirmek üzeresiniz
Gökhan: Şimdi önümüzde şöyle bir şey var, Mit sergisi bizim için yeni bir sergi. Mit sergisi bir defa Macaristan’da, üç defa Yunanistan’da sergilendi ve çok beğenildi hakikaten, sonbaharda Almanya’ya gidecek, Almanya’dan da bağlantılar filan, belki başka yerlere. Henüz ülkemizde sergilenmedi Mit sergisi şu ana kadar..
Leyla: Daha henüz hiç burada sergilenmedi o
Gökhan: Evet. Mit sergisi en doygun sergi, estetik değeri en yüksek fotoğraflar hakikaten bizim çok önem verdiğimiz..
Leyla: Kaç fotoğraf var orada?
Gökhan: 40 fotoğraf var
Leyla: Kaç fotoğrafçının eseri var?
Gökhan: 40
Leyla: 40-40, birer tane aldınız
Gökhan: 40'ı da birbirine benzemiyor.40 katılımcıda bir arada, yan yana fotoğraflarını değerlendirdi. Çok hoşuma gidiyor. Oturuyor herkes derslikte, herkesin tek tek fotoğrafları altı ay boyunca herkesin gözünün önünde değerlendiriliyor. Eleştiriliyor, yapılması gerekenler detaylı konuşuluyor ama sonunda hiç kimsenin fotoğrafı bir diğerininkine benzemiyor.
Leyla: Harikulade
Gökhan: Süper hakikaten bu ve beni mutlu ediyor. Hani ne olabilir, ben Leyla’nın fotoğrafına bir gönderme yapar çekerim filan..
Leyla: İnsan farkına bile varmadan, gözü esinlenir yani başkasının bakışına… Ama dediğiniz gibi demek ki çok kişisel çok öznel bir çalışma bu soyut
Gökhan: Ama ona götüren şey şu biraz da
Leyla: Çünkü her birimiz ne kadar birbirimizden farklıysak o kadar farklı ürün çıkarıyoruz
Gökhan: Çünkü herkesin dünyaya bakışı farklı
Leyla: Kendisi farklı
Gökhan: Bu, herkes kendisini ifade edecek bir görüntüsü olduğunu ortaya çıkartıyor zaten. Son serginin Mit sergisinin başarısı da buradan geliyor, her fotoğrafçı kendi görsel mitini oluşturdu sergide. Ve serginin tamamı için estetik değerinin yüksek olduğunu söyleyebilirim.
Leyla: Belki gittikçe olgunlaşıyor işte, kendi kendine de olgunlaşıyor
Gökhan: Şey sergisine sırf soyut olduğu için giren fotoğraflar oldu, sonra Hiç sergisinde bu nedenle giren fotoğraf sayısı azaldı, estetik değer biraz daha yukarıya çıktı. Sonra Tin sergisi hakikaten büyük ölçüde çok iyiydi. Şimdi bakıyorum Mit sergisine, katılımda çoktu, estetiği yüksek ifadesi güçlü fotoğrafları seçtim. Gittiği her yerde ilgi yüksek oldu, basında sıkça yer aldı. Leyla: Olmaz mı, iyi bir şey yapıldığı sürece Gökhan: Tin sergisinde olduğu gibi Mit sergisi de Münih’te satış başarısı gösterecek ümidindeyim…
|