|
|
Amatör Fotoğrafçıların Konu Sıkıntısı Var mı? Bir konu: "Kapımın Önü" |
Hafize Kaynarca |
|
Fotoğraf dernekleri; çok sayıda amatör fotoğrafçının, fotoğrafı ya da daha doğrusu, fotoğraf ile ilgili ön bilgileri öğrendiği yerlerdir kuşkusuz. Fotoğrafla beraber nelerin fotoğrafının çekileceğini / çekilemeyeceğini de öğrenirler. Öğrenirler derken, yani başkaları en çok ne fotoğrafı çekiyor ise onlar da o konulara yönelir. Hoca dedikleri kişiler nelerin fotoğrafını çekiyor ise veya gösteri ve sergilerde en çok ne tür fotoğraflar görüyorlarsa ya da yarışmalarda en çok hangi tür fotoğraflar pirim yapıyor ise o tarz fotoğraflar çekilmeye çalışılır. Böylece, fotoğrafa yeni başlayanlarda, hiç konu sıkıntısı çekmeden kendilerinden önceki fotoğrafçıların çektiği, benzer konulara yönelir. Ve fotoğraf çekmek için sanki, mutlaka uzak diyarlara gitmek gerektiği bellenir.
Zaman içinde bazı kişiler konu sıkıntısı çekmeye başlar. Ve arkasından arayışlara girer… Diğerleri hiç konu sıkıntısı çekmez. Çünkü dernekler bir diğer yönü ile turizm firmalarından farksızdır. Neredeyse hemen her hafta sonu ve bütün tatillerde, yurdun dört bir yanına geziler düzenlenir.
Böyle giderse bir kaç yıl sonra ülkenin fotoğrafı çekilmeyen bir karış toprağı kalmayacak. (Belgelemek, tanıtmak ya da anlatmak demiyorum.Yalnızca fotoğraflamaktan bahsediyorum. Gezi fotoğrafından da söz etmiyorum). Bu gezilerin arkasından da gösteriler / sergiler yapılır. Fotoğrafçılar için, ama özellikle fotoğrafa yeni başlayanlar için bu sergi / gösteriler oldukça önemlidir. Çünkü ürettiklerini başkaları ile paylaşmak ve üzerinde konuşmak, emeklerimizin ödülü olmakla birlikte, aynı zamanda öğrenmenin en iyi yollarından biridir.
Derneklerdeki amatör fotoğrafçılar arasında, fotoğraf çekmek için mutlaka gezmek gerekirmiş gibi yaygın bir anlayış vardır. Sanki, yaşadığımız yerin ne kadar uzağına gidersek o kadar iyi fotoğraf çekeceğimizi sanıyoruz.
Ya da fotoğraf makinemizi her gün yaşadığımız yerlere, sokağımıza, evimize veya birlikte yaşadığımız insanlara çevirmekten korkuyor muyuz? Yoksa çevremizi ve etrafımızdaki kişileri fotoğraflamaya değer görmüyor muyuz?
Bazen de kendi kendime şunu soruyorum. "Acaba, fotoğraf çekmek için mi geziyoruz, gezmek için mi fotoğraf çekiyoruz?" Bu sorunun cevabını bilemiyorum. Ama bu soruyu, derneklerdeki pek çok amatör fotoğrafçının kendi kendine sorması gerektiğini düşünüyorum.
Hatta şunu da sormalılar kendilerine bence. Tanımadığımız ve bizi de tanımayan insanları, yaşamlarını, onlardan izinsiz olarak fotoğraflamak ve fotoğraflar ile başkalarına anlatmaya çalışmak, ahlaksal açıdan ne kadar doğru acaba?
Yine düşünmemiz gereken, acaba, yanıbaşımızdaki çocuklardan, kendi çocuklarımızdan veya yeğenlerimizden daha çok fotoğrafını çektiğimiz, gezerken objektifimize takılan, köyde, kenar mahallede ya da sokakta yaşayan çocukları daha ilginç kılan, onların sefaleti mi? Seyahatlerimiz sırasında yol kenarlarında gördüğümüz yaşlılar, yıkık dökük kapılar önünde duran veya pencerelerden bakan insanlar, anne babalarımızdan ve arkadaşlarımızdan daha mı fotojenikler?
Etrafımızdaki, tanıdığımız, bildiğimiz insanlar niye uzaktakiler kadar ilgimizi çekmiyor?
Fotoğraf eğer "bireyin kendini ifade etme ve bir şeyler anlatma araçlarından / yöntemlerinden" biri ise, "yani bir anlatım dili ise"en iyi anlatacağımız konu da en iyi bildiğimiz konu değil midir? Neden bilmediğimiz, tanımadığımız yerleri ve insanları fotoğraflamaya uğraşıp duruyoruz?
Ve bazılarımız bunu, belgelemek, tanıtmak hatta bilgi vermek, oraları ve o insanları anlatmak amacıyla yaptığımızı iddia ediyoruz. Hakkında hiç bir şey bilmediğimiz, bazen ilk kez gördüğümüz yerleri ve oralarda yaşayanları nasıl belgeleyip yeterince anlatabiliriz ki. Bunu anladığımı pek söyleyemeyeceğim…
Fakat fotoğrafı çekmeyi böyle görmüyorsak; gezerken gördüklerimizi not almak ve dönünce dostlarımız ile paylaşmak gibi yaklaşıyor, bu amaçla fotoğraf çekiyorsak. Fotoğraf gördüklerimize tanıklık ediyor diyorsak. Paylaşım aracı olarak algılıyorsak eğer, durumun daha farklı olduğunu düşünüyorum. O zaman gezmek ve fotoğraf çekmek gibi hepimizin büyük keyif aldığı ve hayatımıza anlam katan, birbirini besleyen bu güzel iki uğraş bazen gördüklerini paylaşma ve bazen de öğrenme ve öğrendiklerini paylaşma aracı olmaktadır. Buna da kimsenin itirazı olmayacaktır.
Oysa fotoğraf derneklerinde durum hiçte böyle değil. Amatör fotoğrafçılar gezdikleri, gördükleri yerleri, sadece bizlere de göstererek paylaşmak gibi, gayet masumca bir niyetle yapmıyorlar sergi veya slayt gösterilerini. Büyük iddialarla, "falanca yerin belgeseli" "filanca yerde yaşam" gibi sloganlarla sunuyorlar, molalarda ayaküstü, (çoğunluklada öğle sıcağında) çekilmiş fotoğraflarını. Ayrıca, fotoğrafta bir yerler gelmiş, yıllarını vermiş fotoğraf sanatçılarının ürünlerine benzetmeye çalışılan kompozisyonlarda başka bir mesele. Taklit öğrenme aşamasında bir yöntemdir. Artık sergi veya gösteriler ile çalışmalarınızı sunmaya başlayacak bir aşamaya geldiğinize inanıyorsanız, taklit döneminin çoktan geçmiş olmanız gerekmiyor mu?
Tam bu noktada neden fotoğraf çektiğimizin, amacımızın ne olduğunun iyi sorgulanması ve belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Fotoğrafın ve fotoğraf çekmenin bizim için ne anlam taşıdığını iyi bilmek gerekiyor bence. Niyetimiz fotoğraf ile bir şeyler söylemek, seyredene bir şeyler göstermek yada anlatmak ise, fotoğraf çekmek için gezmek gerekmez. Anlatmak istediğimiz konuya bağlı olarak her yerde ve her zaman fotoğraf çekebiliriz. Tabi gezdiğimiz yerleri ve gördüklerimizi anlatmak ise amacımız, o zaman sadece göz ucu ile bakıp geçtiğimiz yerleri fotoğraflamak, anlatım için yeterli olmaz gibi geliyor bana. Daha çok zaman ayırmalı diye düşünüyorum. Anlatabilecek kadar iyi tanımak gerekmez mi, gezdiğimiz yerleri ve gördüğümüz insanları? Bence fotoğrafını çekeceğimiz konuyu tanımak, çekim yapacağımız ortamı keşfetmek, ışık şartlarını hesaplamak ve biraz düşünerek çalışmak için ayıracağımız zaman ve para, aslında, acele ile çektiğimiz fotoğraflar ile boşuna harcadığımız (ve üstelik hiç kullanamadığımız) filmlerin / fotoğrafların sayısını da düşürecek ve ayrıca da fotoğraflarımızın niteliğini her açıdan yükseltecektir.
Peki görüntülerle dolu bir dünyada yaşarken, gezmeden, sürekli yaşadığımız, aynı yerlerde fotoğraf çekecek konular bulabilir miyiz gerçekten" diye sorabilirsiniz. Özellikle de fotoğrafa yeni başlayan ve konu sıkıntısı çekenler böyle düşünebilir. Oysa çevremizdeki konu zenginliği, bizim düşüncelerimiz, anlatmak istediklerimiz, hayal gücümüz, bildiklerimiz, bilmediklerimiz, gördüklerimiz, (vs. vs.) ve fotoğrafta hedeflediklerimizle sınırlı olabilir diye düşünüyorum. Örnek mi istiyorsunuz? Yaşadığınız bir gününüzü fotoğraflamayı hiç düşündünüz mü? Ya da üst kattaki komşunuzu, mahalle bakkalınızı, arka bahçenizdeki kedileri, annenizi, babanızı, akrabalarınızı, apartmanınızın kapıcısını, evinizin içini veya kapınızın önünü fotoğraflarla anlatmayı hiç düşündünüz mü.
"Kapının önü" deyip geçmeyin. Kapının önü bizim evden çıkıp dünyaya açıldığımız ilk adımdır. Bizi şehre götüren ilk basamak. Kapının önünde neler yoktur ki. Komşular, sokaklar, sokak satıcıları, çöpçüler, bekçiler, sucular, tüpçüler, çocuklar, kapılar, merdivenler, geceler, gündüzler, sabahlar, akşamlar, arabalar, hayvanlar, dostlar, düşmanlar, bakkal, manav, diğer binalar, gökyüzü, insanlar, vs. vs. ve tekrar vs.
Gördüğümüz gibi sadece "kapının önü" tek başına konu olabileceği gibi, altında daha pek çok yeni konudan da söz edilebilmektedir. Bilmediğimiz uzak şehirlerdeki ahşap kapıları, onların önündeki tanımadığımız insanları anlatmaya kalkışmak yerine, her gün birkaç kez girip çıktığımız, her taşının ve paspasının altını bildiğimiz kendi kapımızın önünü, uzun zamandır tanıdığımız bu kapının önünden geçen insanları, daha yakından gördüğümüz bu kapının önündeki yaşamı fotoğraflarla anlatmaya ne dersiniz? Belki de fotoğraf makinemizi önce, en iyi bildiğimiz ve tanıdığımız insanların yaşamına çevirmeye, yani kendimize çevirmeye ne dersiniz? Bu biraz cesaret istiyor belki. Belki de tanıdığımızı sandığımız ve hatta kanıksadığımız etrafımız bize çok uzakta olabilir. İyi bildiğimizi sandığımız yakınımızdaki insanlar bize yabancıdır aslında belki de. Düşünemeyeceğimiz kadar renkli ve ilginçtir belki çevremiz, etrafımızdakiler veya kapımızın önü. Ne dersiniz?
İşte size bir örnek. Benim kapımın önünden birkaç görüntü. Bu çalışma toplamı yaklaşık yüze yakın siyah / beyaz fotoğraftan oluşmaktadır. Bu görüntüler slayt gösterisi olarak Haziran 1999 tarihinde FSK'da sunulmuştur. Eğitim çalışmalarına ve "ne çekeyim" diye düşünenlere örnek olması için yapılan ve başka hiçbir iddia taşımayan bu gösteriden sonra konu üzerinde söyleşi ve tartışma yapılmıştır. Bu konuda bir şeyler söylemek, düşüncelerinizi paylaşmak veya tartışmak isterseniz ben duymaya hazırım...
Hafize KAYNARCA
Amatör Fotoğrafçı - Öğretmen
|
|
|
Ziyaretçi Sayısı:1000711
|
|