Editör

Bülent Irkkan

Yayın Kurulu

Özlem Akdağ
Meryem Akköse
Mustafa Alibaşoğlu
Dilek Bal
Erdal Bektaş
Can Gazialem
Elif İnan
Nejat Kutup
Doğanay Sevindik
Ceyda Taşdelen
Gülçin Telioğlu
Aylin Yılmazbayhan
Leyla Yücel






Fotografya Yayın Kurulu
adına İmtiyaz Sahibi
Ş. Uğur Okçu


E-Mail Fotografya
fotografya@ada.net.tr

Yayınlanmasını İstediğiniz
Fotoğraf Haberleri İçin

fotografya@fotografya.gen.tr

ADANET Fotoğraf Editörü

Ş. Uğur OKÇU
 
ara


Dijital Fotoğraf Makinesi Alırken - Bölüm 3 (Dijital makina çeşitleri)

Arkadaşlarımızın sahip olduğu makineler dışında daha detaylı alıp inceleyeceğimiz makine maalesef başka pek bir yerde yok. Türkiye'de bırakın dükkanları ve mağazaları, fotoğrafçılık fuarlarında bile bazı markalar elletmiyorlar makineleri. Fuarlarda ben genellikle flash kartım elimde giderim, “Ben makinenize bunu takıp fotoğraf çekmek istiyorum” diye (izin verirlerse) makineyle fotoğraflar çekerim. Günün sonunda fuardaki makinelerle çektiğim fotoğrafları yan yana koyup bakarım nasıl çekiyorlar diye... Faydalı bir alışkanlık bence.

İkinci durak dükkanlar. Dükkanlara gidin, satış görevlilerini iyice zorlayın, çıkarıp makineleri size göstermeleri için. Beğendiniz modelleri not alın. Satış görevlilerinin makineler hakkında anlattıklarıyla ilgilenmiş gibi yapın ancak inanmayın. Teknoloji çok hızlı gelişiyor ve kendi özel zevkleri değilse sattıkları her şeyin özelliklerini bilmeleri mümkün değil. Siz nasılsa eve gelip bakarsınız internetten o makinelerin özelliklerine.

Burada bence bir parantez açıp ne tür seçenekler olduğunu görmek lazım:

1. En basit anlamda “P&S” (point and shoot - doğrult ve çek) denen her şeyi otomatik ayarlayıp çeken makineler. Objektifler ya sabittir ya da 3x zoom tarzı objektiflerdir. Elle ayar yapmaya pek izin vermezler. Işığın güzel olduğu yerlerde güzel fotoğraf çekerler; karanlıkta çekemezler, kadraj dışında size bir iş bırakmazlar. Flashları vardır ama ya insanları hayalet gibi bembeyaz çıkarırlar ya da yetersiz kalırlar. Pikniğe giderken cebinize koyup götürebilirsiniz. Varlığı ile yokluğu belli olmayan nefis makinelerdir. Yalnız piknikte voleybol oynayan arkadaşlarınızı çekmeye kalkarsanız başarılı olamazsınız, çünkü hareketli nesneleri netleyemezler. Çoğu zaman 1/500’den yukarı hızlarda çekemezler.

2. Gelişmiş 'P&S' makineler. Bunlar SLR makinelerde olan bir çok özelliği içinde barındırır (hatta bazılarının bendeki 300d'de olmayan bir çok özellikleri de vardır; bkz Canon S50). Bu sınıftaki makinelerin bir çoğunda kararları size bıraktığı “manual” moddan tutun tam bir “P&S” halinde kullanabileceğiniz tam otomatik moda kadar hepsi vardır. Boyutları da iskambil kağıdı boyutundan
(pentax optio serisi http://www.dpreview.com/reviews/pentaxoptios/page2.asp)
ufak bir tuğla boyutuna kadar
(canon g5 http://www.dpreview.com/reviews/canong5/page3.asp) değişir. Ama genelde beni hala her görüşte hayretler içinde bırakacak kadar küçüklerdir. Fotoğraf kaliteleri çok iyidir; A4 boyutunda fotoğraf bastırırsınız ve gören hiç kimse o fotoğrafların dijital bir makineden çıktığını tahmin bile edemez (hele mürekkep püskürtmeli bir yazıcıdan çıktığını hiç tahmin edemez). 3 MP fotoğraflarda azıcık uzaktan bakmak koşuluyla A3'e kadar zorlayabilirsiniz. Ama hepimizin fotoğrafçılarda bastırdığı normal boyutlar içinde kalırsanız fotoğraf kaliteleri herkesi memnun edecek boyuttadır. Çok büyük çoğunluğunun objektifleri de hızlıdır (f2-f2,8).

P&S makineler "kullanıcı fotoğrafı çeksin ve hemen götürüp bastırsın ya da bilgisayarında saklayıp ara sıra baksın” prensibi ile tasarlandığı için siz fotoğrafı çektiğiniz anda makinedeki işlemciler, çekilen fotoğraf üzerinde bir takım işlemler yaparlar. Örneğin resmi "sharpen" ederler; yani kenarları keskinleştirirler, çünkü sensörden direk gelen fotoğraf genelde “soft” olur. Kontrastını ve renk ayarlarını değiştirirler; sizin gözünüze güzel görünmesi için bir takım değişiklikler yaparlar. Zaten DSLR ile aralarındaki fark buradan başlar. DSLR'de işlemleri makine yerine siz yapmak istediğiniz için hem sensörlerin önündeki filtreler daha farklı seçilmiştir, hem de fotoğraflar daha 'soft'tur. Ayrıca bu yüzden “P&S” makinelerde “renkli”, “siyah beyaz”, “sephia” gibi modlar vardır ama DSLR makinelerde çoğunlukla böyle modlar yoktur; çünkü siz resmi çekersiniz sonra göz zevkinize ve resmin durumuna göre ayarlayarak istediğiniz tonda siyah beyaz yaparsınız. “P&S” makinede fotoğraf kalitesi kontrolü makinededir. DSLR bir makinede ise sizdedir; bu da biraz uğraşmayı gerektirir. Bu yüzden bir çok dijital SLR sahibi hala eski “P&S” makinelerinin daha iyi çektiğini düşünmekte.

Bunun yanında daha önce bahsettiğim “yavaş netleme”, “az ışıkta başarısız netleme”, “ki fotoğraf çekimi arasındaki sürenin uzunluğu”, “yüksek ASA’larda gürültünün artması (hatta bazen düşük ASA'larda da)”, “fotoğraf kalitesinin detaylarda çok başarılı olmaması” gibi özellikleri de bünyelerinde barındırırlar.

3. SLR benzeri “P&S” makineler. Bunlar “doğan görünümlü şahin” makinelerdir. Dışardan bakılınca SLR hissi verilsin diye yapılmışlardır ama içten gelişmiş bir “P&S” özelliği taşırlar. İyi yanları: Kontroller SLR makinelerdekine benzeyen yerlerde olur. Bir de şimdi yeni modellerinde zoom ve netlik kontrolü düğmeyle değil SLR objektiflerinde olduğu gibi objektif üzerinden kontrol edilmeye başladı. Bir de artık inanılmaz zoom'lar ortaya çıktı. Şu aralar benim en sevdiğim SLR benzeri P&S makine Canon PowerShot S1; objektifi 38-380mm f2.8-3.1 ve “image stabiliation” var ve 450 gram hakikaten nefis. Benim DSLR makinemde aynı aralıkta ve diyaframda bir objektif (2 kilodan aşağı değil) almam için 2500 doları gözden çıkarmam gerekir. Canon S1'in Amerika fiyatı ise 450 dolar (Türkiye fiyatı sanırım 1,5 milyar).

4. “Rangefinder” görünümlü “P&S” makineler. Bunlar da SLR yerine rangefinder denen klasik makine görünümündedir. İyi yanı sanki dijital değilmiş gibi durduğu için hırsızların ve kapkaççıların daha az ilgisini çeker. Halbuki çok pahalı makinelerdir (1500 dolar ve üstü). Diyafram ve "obturator" ayarları, düğmeleri çevirerek yapılır. Ayrıca objektifleri de değiştirilebilir. Benim bildiğim iki tane var; birincisi Panasonic, öteki de Leica.... O kadar benziyorlar ki sanırım aynı üretim bandından çıkıp farklı markalanıyorlar. Tabii Leica'nin havası başka.

Dijital  Ortamda Renkler

Hepimizin başına gelmiştir; çektiğimiz fotoğraf makinenin LCD ekranında farklı, evde bilgisayara aktardığımızda monitörde farklı, arkadaşımıza gönderdiğimizde onun monitöründe farklı ve hatta fotoğrafı bir stüdyoya götürüp bastırdığımızda kartta farklı göründüğü durumlar olmuştur. Çektiğimizde makinenin LCD ekranında düzgün görünen bir fotoğraf, evdeki  bilgisayarda kapkaranlık, baskı yapıldığında çok kırmızı görünebilir. Çünkü görevi “renkleri ifade etmek” olan fotoğraf makinemizin sensörü, onun LCD ekranı, monitörler, yazıcılar, tarayıcılar renkleri hep kendi yazılım ve donanım sınırları içinde ifade ederler. Eğer biz müdahale etmez ve ne yaptığımızı bilmezsek her farklı ortamda çektiğimiz fotoğraf bizim istediğimiz gibi değil, ilgili donanımın istediği gibi görünür. Bahsettiğim bu “müdahale”nin adına “renk yönetimi” (color management) denir ve mutlaka her donanım için yapılması gereklidir. Bu yazıda renk  yönetiminin temelleri ve yapılması gerekenler konusunda biraz daha detaylı bilgiler bulacaksınız.

Renk Teorisi

İlkokul resim  derslerinden hatırlayacağınız gibi, nesneler yansıttıkları dalga boylarına göre gözümüze farklı renklerde görünürler. Yansıyan bu ışınların gözümüze göründükleri renkler ise “ana renkler” ve “ara renkler” olarak ayrılmıştır. Ana renkler kırmızı, sarı ve mavidir; ara renkler de bunların karışımından oluşan yeşil, mor ve turuncudur. Ara ve ana renklerin karışımından da ikincil renkler oluşur. Bütün renklerin karışımı (yani nesne ortamdaki tüm ışınları olduğu gibi yansıtıyorsa) ise beyazı oluşturur. Eğer bir nesne üzerine gelen hiçbir ışını yansıtmazsa bu da siyah renktir.

Renk Modelleri

Dijital görüntü ekipmanları (monitörler, yazıcılar, tarayıcılar, dijital fotoğraf makineleri) doğadaki bu renkleri insan gözüne doğru olarak gösterebilmek için bazı standart renk modelleri (yani renkleri ifade yöntemleri) kullanırlar. Bu modellerin amacı, renkleri dijital olarak, yani sayılarla ifade edebilmektir.

L*a*b Renk Modeli
Bu renk modeli, doğadaki renkleri ifade etmek için üç kanal kullanır. Bunlar:
• L :aydınlık
(Bu kanalda 0 değeri en karanlık, 100 değeri de en aydınlıktır.)
• a : kırmızı – yeşil
• b : mavi – sarı
Bu renk modeli genellikle “referans” renk modeli olarak kullanılır. Renkleri bir renk modelinden diğer renk modeline çevirirken önce bu modele çevrim yapılır, daha sonra hedef renk modeline çevrilir. Bu durum bizim yabancı bir para birimini diğer bir yabancı para birimine çevirirken önce YTL’ye çevirip sonra istediğimiz birime çevirmeye benzetilebilir.

RGB renk modeli
Bu renk modeli en çok bilinen renk modelidir. Monitörlerin renkleri göstermek  için kullandıkları renk modelidir. Bu model de renkleri ifade etmek için üç  kanal kullanır.
• R: kırmızı
• G: yeşil
• B: mavi
Bu model, “ışınların oluşturduğu  renk  modeli” olarak adlandırılabilir. Şekilden de görebileceğiniz gibi tüm ışık ışınlarının karışımı beyazı oluşturur.

CMY(K) renk modeli
Bu model yazıcıların ve baskı cihazlarının renkleri ifade etmek için kullandıkları renk modelidir. Bu modeli “baskı” yapan cihazlar kullandığı için “ışınların” oluşturduğu  değil, “mürekkeplerin” karışımlarından oluşan renkleri ifade eder. Bu yüzden tüm  renklerin (mürekkeplerin) karışımından beyaz değil  siyah meydana gelir. Ancak pratik nedenlerden dolayı yazıcılar siyahı bütün mürekkepleri karıştırarak değil de ayrı bir siyah mürekkeple oluşturdukları için kanallara bir de siyah eklenmiştir ve genellikle bu model CMY değil CMYK olarak adlandırılır. Bu kanal da teorik olarak renkleri üç kanalla ifade eder:
C: cyan (camgöbeği)
M: mor
Y: sarı
(K: siyah)
HSB Renk Modeli
Bu model, renkleri üç kanalda ifade eder:
H: Renk (hue)
S: Doygunluk  (saturation)
B: Aydınlık (brigthness)
Renkler bu modeller yoluyla artık rakamlarla ifade edilebilir hale gelmişlerdir. Örneğin bir monitör bir rengi ifade etmek için o rengin mavi, kırmızı ve yeşil cinsinden değerlerini hesaplar ve ekrandaki pikselde bu renkleri yansıtan elemanların geçirgenlik (şeffaflık) değerlerini ayarlayarak gözümüze doğru rengin görünmesini sağlar.

Her kanal 0 ile 255 arasında değerler alır; tüm değerlerin 255 olması durumunda beyaz, tamamının 0 olması durumunda ise siyah renk oluşur. Sadece mavi renk için kırmızı ve yeşil kanallar 0 (yani tamamen şeffaf)  değerini alır ve gözümüz monitörde mavi rengi görür. Ancak diyelim ki fotoğraf makinenizin oluşturduğu R:100, G:255, B:125 değerleriyle ifade edilen bir renk, monitörünüzde aynı sayılarla ifade edildiğinde aynı rengi oluşturmayabilir. Hatta monitörünüzün ışık ayarı sonuna kadar açıkken oluşan renk, ayarı sonuna kadar kapalıyken hala aynı rakamlarla ifade edilmesine rağmen aynı görünmeyecektir. İşte "renk yönetimi"nin önemi burada ortaya çıkar.

Doğru  Renklerin  Görüntülenmesi

Her  görüntü elemanı, renkleri sayısal olarak belli bir modele göre ifade eder. Peki örneğin dijital fotoğraf makinesinde çekilen bir fotoğrafın evimizdeki monitörde doğru, baskı yaptığımız yazıcıda doğru ifade edilmesini nasıl sağlayacağız?

Görüntü ekipmanları; yani tarayıcılar, dijital fotoğraf makineleri, monitörler ve baskı makineleri ya da yazıcılar farklı farklı üreticiler tarafından farklı kalite ve özelliklerde üretilirler. Bu nedenle bu cihazların renkleri oluşturabilme ve görüntüleyebilme yetenekleri fotoğrafın doğru renklerde elde edilmesi, dijital ortamda görüntülenmesi  ve baskısının alınması aşamalarında etkili olur.

Çok kaliteli bir fotoğraf makinesi ile çektiğiniz ya da çok  kaliteli bir tarayıcı ile taradığınız bir fotoğrafın renk yönetimi yapılmamış bir monitörden izlenmesi ya da yine renk yönetimi yapılmamış bir yazıcıdan baskısının alınması orijinal fotoğraftan farklı renklerde bir sonuç elde edilmesini sağlayacaktır. Ancak renk yönetimi yapılmış  bile olsa her görüntü ekipmanı  renkleri aynı kalitede gösteremez. Hepsinin renkleri ifade etme hassasiyeti farklıdır. Zaten bu tür cihazlardaki kalite ve fiyat farkını belirleyen de bu  “renkleri görüntüleyebilme yetenekleri”dir. Bir görüntüleme ekipmanının ifade edebildiği tüm renklerinin oluşturduğu uzaya  “görüntülenebilen renk aralığı” ya da GAMUT denir.

Görüntülenebilen Renk Aralığı (GAMUT) ve Renk  Uzayları
 
Her cihazın kalitesine bağlı olarak  görüntüleyebildiği renk  aralığı farklıdır. Bütün bu cihazlar insan gözünün gördüğü tüm renklerin sadece bir kısmını görüntüleyebilir. İnsan gözünün  görebildiği tüm renklerin oluşturduğu uzayı 1931 yılında CIE (Commission Internationale L’Eclairage – International Commission on Illumination) modellemiştir. 1976 yılında bu model gözün ışığa duyarlılığının logaritmik olmasını da göz önüne alarak  yeniden revize edilmiş ve CIE L*a*b ya da CIELAB denen renk uzayı ortaya çıkmıştır.
L*a*b (CIELAB) Renk Uzayı
İnsan gözünün gördüğü tüm renkleri kapsar ve hiçbir elektronik cihazın görüntüleyebildiği renk aralığı bu uzayın tamamını kapsayamaz. Yani hiç bir elektronik cihaz insan gözünün görebildiği renklerin tamamını birden gösteremez.

 sRGB Renk Uzayı

Genel olarak görüntü işleme programlarının ve monitörlerin kullandığı renk uzayıdır. Dijital fotoğraf makinelerinin varsayılan renk uzayı da sRGB’dir. İnternet’e fotoğraf koymak istediğinizde bu renk uzayı tam size göredir; çünkü bir çok web programı sRGB’den başka renk uzayını doğru görüntüleyemez.
Aşağıda sRGB renk  uzayının  sınırlarını görebilirsiniz. Bunun dışında kalan renkler, görüntüleyen cihaz tarafından bu uzayın içinde kalan en yakın renge çevrilir. Ancak bunun  için çevrilecek rengin hangi uzayda olduğunun biliniyor olması gerekir; yoksa renk yanlış çevrilir ve istenenden farklı bir renk görüntülenir.
Kaynak: http://www.drycreekphoto.com/tools/printer_gamuts/gamutmodel.html

AdobeRGB Renk Uzayı

Adobe firması tarafından geliştirilmiş bir renk uzayıdır. sRGB’den daha geniş bir renk aralığını kapsar. Ancak bütün programlar (web gezginleri ya da Adobe dışındaki firmalar tarafından üretilen görüntüleme programları gibi) bu uzaydaki renkleri doğru göstermeyebilir. Genellikle baskısı yapılacak fotoğrafların bu uzayda olması önerilir. Günümüz gelişmiş fotoğraf makinelerinde AdobeRGB renk uzayı ayarı da bulunur.

Aşağıdaki diyagramda kırmızı çerçeve AdobeRGB renk uzayı ve içi dolu olan bölüm sRGB renk uzayıdır.
Kaynak: http://www.drycreekphoto.com/tools/printer_gamuts/gamutmodel.html

Firmaların renk kapasitelerini tanımlayan başka renk uzayları da mevcuttur. Bunlardan bazıları aşağıdadır:
• Prophoto  RGB
• Colormatch RGB
• SWOP
Renkleri gösteren her cihazın bir "gamut"u, yani gösterebildiği renklerin oluşturduğu bir uzayı vardır. Aynı durum, yazıcılarda kullandığımız kağıtlar için de geçerlidir. Fotoğraf baskısı için kullanılan farklı kağıtların gamutları farklıdır. Kimi kağıtlar zengin bir renk doygunluğu sağlarken bazı kağıtlarda renkler o kadar canlı değildir.
http://www.drycreekphoto.com/tools/printer_gamuts/gamutmodel.html adresinde bulunan etkileşimli sayfadan, farklı donanım ve kağıtlar için gamutları karşılaştırabilirsiniz.

Renk Yönetimi

Artık biliyoruz  ki her cihaz gözümüzün gördüğü renklere en yakın renkleri oluşturmak için belli renk modelleri kullanır ve her cihaz kalitesi ve kullanılan sürücü, işletim sistemi gibi sınırlar içerisinde ancak gördüğümüz renklerin belli bir bölümünü oluşturabilir. Yani elektronik cihazların üzerindeki sürücüler (driver) ve işletim sistemleri, renkleri olduğundan farklı yorumlayıp farklı oluşturabilirler.

Günlük hayatta kullandığımız görüntü ve renkle ilgili cihazları basitçe sınıflandırırsak:

Girdi cihazları:
• Tarayıcılar
• Dijital fotoğraf makineleri

Çıktı cihazları:
• Görüntüleme cihazları
o Monitörler (CRT, LCD)
o Projektörler
o ...
• Baskı cihazları
o İnkjet yazıcılar
o Laser yazıcılar
o Offset yazıcılar
o ...
• Baskı Ortamları
o Fotoğraf kağıtları
o ....
Ancak buradaki problem, her cihazın farklı bir renk aralığını gösterme yeteneğine sahip olmasıdır. O halde farklı girdi cihazlarından elde edilen görüntüleri farklı çıktı cihazlarında doğru renklerle nasıl görüntüleyebiliriz?

Başlangıçta, renklerin cihazlar arasında farklı yorumlandığı anlaşılınca her cihaz için bir “renk çeviricisi” kullanılıyordu. Yani tarayıcınızdan bir fotoğraf taradığınız zaman “bu fotoğraf falanca marka tarayıcıda taranmıştır ve Sony LCD monitörde bakılacak” diye bir çeviriciye ihtiyaç duyardınız. Eğer fotoğrafı bu monitörde işleyip renklerini değiştirdiyseniz, baskı yaparken de baskı yapacağınız yazıcının üretici firmasının o monitörde değiştirilen renklerin yazıcıda doğru görünmesi için ürettiği  bir çevirici gerekliydi.

Ancak üretici firmaların çoğalması ve her cihaz için özel üretilmiş çeviricilerin yarattığı karmaşa, bu soruna standart bir çözüm bulunması ihtiyacını da beraberinde getirdi. Bu nedenle şöyle bir çözüm bulundu: Yine çeviriciler kaçınılmaz olarak var olacaktı, ancak bunlar belli bir cihaz için değil, standart bir renk uzayına çevirmek için kullanılacaktı. Örneğin tarayıcıda taradığınız ya da dijital makineyle çektiğiniz fotoğrafların renkleri siz o fotoğrafı saklarken standart bir renk uzayına çevrilecek, o fotoğrafı görüntüleyecek ya da basacak cihaz da kendisinde o renkleri doğru görüntülemek için bu standart renk uzayından gerekli çeviriyi yapacaktı. Böylece her üretici sadece bu standart uzaydaki renklerin kendi cihazında doğru görüntülenmesinden sorumlu olacaktı.

Bu standart renk uzayını ve çeviricilerin standardını belirlemek üzere 1998’de bir konsorsiyum kuruldu. Bu konsorsiyum “Uluslararası Renk Konsorsiyumu-International Color Consortium – ICC” olarak adlandırıldı. Başlangıçta sekiz firma tarafından kurulan bu konsorsiyumun şu anda 70’in üzerinde üyesi vardır.

Sekiz kurucu üyenin adları aşağıdadır:

• Adobe
• Agfa
• Apple
• Kodak
• Microsoft
• Silicon Graphics
• Sun Microsystems
• Taligent

Bu konsorsiyumun amacı; kolay kullanılabilir, platformdan ve üreticiden bağımsız renk yönetimini sağlamaktır. Belirlenen standarda göre, her cihaz için standart uzaydaki renkleri nasıl göstereceğini belirleyen bir çevirici oluşturuldu. Bu çeviriciye “ICC Profili” adı verildi.

Diyelim ki elinizde çok kaliteli bir fotoğraf makinesi var ve bu makinenin oluşturabileceği renk aralığı (yani "Gamut"u) çok geniş. Bu makineyle çekilen fotoğrafların tam çekildiği renklerle izlenebilmesi ancak gamut'u daha geniş ya da aynı büyüklükte bir monitörden baktığınızda mümkün olur. Renkler, monitörün ICC profili sayesinde doğru olarak çevrilir ve gösterilir.

Monitörün görüntüleyebildiği renk aralığı ya da gamut'u fotoğrafın içerdiği renk aralığından daha düşükse, yine ICC profili sayesinde bire bir görüntüleyemediği renkleri kendi gamutu içinde en yakın renkle gösterir. Bu sayede artık tüm cihazlar renkleri doğruya en yakın şekilde ifade edebilir..

Bir cihazın renkleri doğru göstermesi ancak doğru ICC Profilini kullanmasıyla mümkün olabilir. Bir donanım için yanlış ICC profili kullanılırsa renkler tamamen yanlış çıkabilir. Bu nedenle firmalar genellikle ürettikleri cihazlarla birlikte bu ICC profillerini de birlikte vermektedirler.

Fakat cihazların kullanımları çok farklı ortamlarda olduğundan (örneğin arkasında bir pencere olan ya da florasan lambayla aydınlatılan bir odada kullanılan monitör, önerilen mürekkep ya da kağıttan farklı mürekkep ya da kağıt kullanan yazıcı gibi), her cihaz için bu ortamlarda doğru renklerin görüntülenebilmesini sağlamak amacıyla ICC profillerinin tekrar oluşturulması gerekir. Bu işleme “kalibrasyon” denir. Kalibrasyonu yapılmayan monitörler ya da yazıcılar istenen doğru renkleri görüntüleyemezler. Bu nedenle ciddi çalışan her kurum ve kişinin kullandığı cihazları “kullanıldığı ortam ve şartlarda” kalibre etmesi gerekir.

Renk Kalibrasyonu

Kalibrasyon işlemi farklı yazılımlar ya da bu iş için özel üretilmiş donanımlarla yapılabilir.

o Yazılımla kalibrasyon
Şu anda piyasada satılan ya da internetten ücretsiz indirilebilen pek çok kalibrasyon yazılımı mevcuttur. Bu yazılımlardan bazıları, mevcut ICC profili kullanıp kullanıcıyı görsel olarak yönlendirerek cihazın “ışık”, “kontrast” gibi ayarların, renkleri en doğru gösterecek şekilde ayarlanmasını sağlar. Bazı programlar ise bu ayarların sonunda yeni bir ICC profili oluşturur. Kalibrasyon işlemi "ekrana bakarak" yapıldığı için kalibrasyonu yapan kullanıcıya göre değişen sonuçlar elde edilir ve kesin sonuçlar vermez. Ancak ev kullanıcıları için yeterli sonuçlar verirler. Bu yazılımlara örnek Adobe Photoshop programıyla gelen ve Kontrol Panel’de bulunan “Adobe Gamma” yazılımıdır.

o Donanımla kalibrasyon
Bu iş için özel üretilmiş profesyonel cihazlardır. Renkleri ölçerek referans aldıkları renklerle uyumunu sağlayıp ICC profilleri oluştururlar. Kullanıcıdan bağımsız kesin sonuçlar verirler.

Cihazların kalibrasyonları, ortamdaki değişen etkenlere bağlı olarak zamanla değişebileceği için bir kaç haftada bir yeniden kalibre edilmesi önerilir

Bazı donanım kalibrasyon cihazlarını aşağıdaki sayfalardan bulabilirsiniz:

http://www.colorvision.com/
http://www.gretagmacbeth.com/
http://www.xrite.com/

Renk yönetimi ve kalibrasyon, farklı ortamlarda renklerin orijinaline en yakın görünmesini sağlar ve dijital ortamda fotoğrafçılık için mutlaka üzerinde önemle durulmalıdır.




Ziyaretçi Sayısı:1000869
 
   
 
   
 

Barındırma: AdaNET

 

Copyright and "Fair Use" Information

Dergimiz ticari bir kuruluş olmayıp amatör bir yayındır. Fotoğrafçıları ve dünyada yapılan fotoğraf çalışmalarını tanıtmak amacıyla bilgi ve haber yayınları yapmaktadır.
Bir kolektif anlayışıyla çalıştığı için makalelerde yer alan fotoğraflar ve alıntıların sorumluluğu makalenin yazarına, fotoğrafçısına aittir.
Dergide yer alan içeriklerden ve ihlallerden derginin herhangi bir sorumluluğu yoktur.

Fotoğrafya'da yayınlanan yazıların, fotoğrafların ve kısa filmlerin sorumluluğu
yazarlarına/fotoğrafçılarına/sanatçılarına/film yönetmenlerine aittir.

Dergimiz fotoğrafla ilgili gelişmeleri duyurmak amacıyla çalışmaktadır. Ek olarak, ülkemizde yeterince tanınmayan yabancı fotoğrafçılar ve fotoğraflarıyla ilgili bilgi de aktarmaktadır. Makalelerde yer alan fotoğraflar HABER amaçlı kullanılmaktadır.

AdaNET Ana Sayfa X-Hall Instagram