UZAKLARDAN Fotoğrafta Güzellik
Robert Adams Şair William Bronk, şairlerin çoğunun inancını "her zaman fikirler yanlıştır" sözüyle ifade eder. Bu inanış, akademisyen sanatçıların kolay olmayan konumlarını sağlamlaştırmalarına yardımcı olur. "Fikirler değil, fakat şeyler var" diyen William Carlos Williams'ın bu çözümlemesi sanatsal bakış açısından dolayı tümüyle kabuledilebilir. Kesin bulgularla ortaya çıksa bile, genellemeler kabul edilebilir değildir.
Williams'ın bu kuralını bozma çabası, sanatçıyı tamamen felsefenin karşıtı yapmaktatır. Felsefe, deneyimin detaylarını çok kolaylıkla gözardı edebilir. Estetik, stüdyo'da güvenilmeyen bir disiplindir. Çünkü, orada üretilen sanat ürününü kaçınılmaz bir şekilde başka bir yöne kaydırır. Buna bağlı olarak, estetik disiplini, sanatçının yaratma gücünü azaltır. Pekçok yazar ve ressamın, sanatın ne olduğu veya ne olması gerektiği konusunda uzun süre düşünmeleri, onların yazma veya resim yapma güçlerini zayıflatır. Hepimiz, böyle düşünme riskini göze alırız. Şayet bütün çabamız sanatta bir tarz oluşturmak yolunda ise, ben "güzellik" sözcüğü hakkında düşünmeyi yeğlerim. Bunun ardından da, onu fotoğraflayarak tanımlamaya çalışırım.
Tüm bunlara rağmen, bir uyarıda bulunmalıyım. Benim yaklaşımım gerçek dışı oldukları için değil ama kanıtlanamaz oldukları için, bir saniye bile tartışmaya kalkışmayacağım bazı inanışlara bağlıdır. Bana göre, fotoğrafçının görevi tartışmaya açık konuları sıralamak değil, anlayışlı olmak ve umut etme konusunda uyumlu olmaya çalışmaktır. Bu, asla "fotoğrafçı gerçekle ilgilenmez" demek değildir.
Estetik genellikle, "felsefenin, güzelin doğası ve güzelliğin yargısı ile uğraşan bir koludur" şeklinde tanımlanır. Ben öğrenciyken, bu tanıma uygun olarak bir estetik dersi almıştım. O zaman, "güzellik" bana zamanı geçmiş bir sözcük, ölülerin küllerinin konduğu bir vazoya yada onların içindeki ölüye daha uygun bir kavram gibi gelmişti. Ancak, güzellik sözcüğünün, kaçınılmaz bir biçimde herşeyin içinde olduğunu öğrendim. Aslında, fotoğraf çekmeye başlamamın da ana sebebi bu kavramdır. Bana çarpıcı gelen bazı fotoğraf ve resimlerde bir kalite ("güzellik" bunun için en uygun sözcük olarak göründü) ortaya çıktı ve yıllar sonra hala bu kelimeyi kullanmayı utanç verici bulmama rağmen, ben de bu kelime ile yaşamayı öğrenmeye zorlandım.
Eğer, sanatın amacı, benim şimdi inandığım "güzellik" ise, beni ilgilendiren "güzellik", "oluşumun güzelliği"dir. Bana göre "güzellik", hayatın içindeki yapı ve uyumun bir benzeridir. Örneğin, güzellik, Sofokles ve Shakespeare'in oyunlarında, Joyce'un romanlarında, Ozu'nun filmlerinde, Cezanne, Matisse ve Harper'ın tablolarında, Timothy O'Sullivan, Alfred Stieglitz, Edward Weston ve Dorothea Lange'in fotoğraflarında gözlenen tasarımın bir gösterimidir.
Neden "Oluşum" güzeldir? Çünkü, galiba bu, bizim en büyük korkumuz olan hayatın bir kaos olabileceği ve dolayısı ile çektiğimiz acıların anlamsız olduğu şüphesi ile yüzyüze gelmemize yardımcı olur. Tabiki sanatın güzelliği çok geniş bir doktrin değildir. "Oluşum", güzel bir şekilde sonuçlandırılmamıştır, en azından gözlerimize. Bu doğrudan teolojiye yada bir ahlak sistemine işaret etmez. William Carlos Williams "bir şair sadece Splendor'a* tanıklık etmek için yazar" der. Splendor, özellikle fotoğrafçılar için, oldukça kullanışlı bir kelimedir. Çünkü, o, ışığı ima eder. Sanatın ifade ettiği "oluşum", şüphesiz çok parlaktır fakat aynı zamanda doğrudan değerlendirmek için çok yoğundur. Bizler, çevremizdeki günlük nesnelerdeki oluşumun yansımaları tarafından "oluşum"u almaya zorlandık. Sanat, asla ışığı tanımlayamaz.
Sanat, "güzellik" ve "oluşumu" nasıl gösterir? Onun özetlediği felsefe gibi; sanat basitleştirir. O asla, tam olarak hayata eşdeğer değildir. Görsel sanatlarda, bu dikkatli sıralamaya kompozisyon denir ve pek çok sanatçı onun önceliğini bilir. Örneğin, Ozu'nun asistanı "Geç Sonbahar"(Late Autumn) filminin çekimi sırasında yaşadığı bir olayı şöyle aktarır;
"Üzerinde bira şişeleri, tabaklar ve kül tablaları olan bir masa vardı. Bu masayı farklı pozisyonlardan görüntüleyecektik. Ozu, masanın farklı pozisyonlarından çekim yapılırken, masanın üzerindeki objelerin yerlerini değiştirmeye başladı. Ben, çok şaşırdım ve bu değişikliğin, filmin sürekliliğine zarar vereceğini ve insanların bunun farkına varacağını söyledim. Ozu, birden durdu ve bana bakarak "süreklilik?" dedi. Hayır, sen hatalısın. İnsanlar asla böyle şeylere dikkat etmezler ve bu şekilde kompozisyon çok daha iyi. Ve tabiki haklıydı. Ben o sahneyi tekrar izlediğimde objelerin yerlerinin değişmiş olduğuna dikkat bile etmedim."
Sanat, şekil değistirmek için riski göze alır. Fakat, bizim de gözlediğimiz gibi, sanatın anlattıkları ile felsefeyi oluşturduğuna inanılan bireysel gerçekler çok farklıdır. Fotoğraf, gerçekleri diğer pek çok sanat dalından daha çok bu belirli gerçekleri kullanmaya çalışır. Fotoğrafı çeken kişi, bu bireysel durumları sevmek zorundadır. Bir fotoğrafçı, gözlerinin önündeki dünyayı, göründüğünden çok daha iyi bir şekilde tanıtabilir. Fotoğrafta buluş, oldukça uzun zaman alır. Edward Weston, günlüğüne, objelere olan hayranlığı sonucunda fotoğrafa başladığını yazar. Herhangi bir büyük fotoğrafçının, fotoğraf makinasına yada herhangi bir fotoğrafik işleme olan hayranlığı yüzünden, fotoğraf çekmeye başladığından şüpheliyim. Fotoğrafçılar, bunu da sevmek zorunda fakat bu bir sanatçı olarak onun temel inanışı olmamalıdır. Weston'ın da üyesi olduğu f64 isimli grubun başlangıç bildirgesinde bu ilişki çok detaylı bir şekilde açıklanmaktadır.
Eğer, sanatın amacı "güzellik" ise ve biz bu amaca bazen ulaşılabildiğini kabul edersek, sanatı nasıl yargılayabiliriz? Bence sanat, her an gözümüze çarpan oluşumları yada yaşadığımız ancak bizim için sıradanlaşmış şeyleri ortaya çıkarır. Başarılı sanat, bizim için "güzellik"i yeniden keşfeder.
Sanatın değerlendirmesinin bir standardı da oluşumun yeni bir gösterimini bize sunma ölçüsüdür. Güzel bir fotoğraf, görünce insanı şok etmek zorunda değildir. Fakat daha önceki çalışmalardan onu ayıran ve benzersiz kılan bazı özelliklere sahip olmak zorundadır. Eğer, romantik görüşün ölümcül sonu uyumsuzluk ise, benim savunduğum bakış açısındaki sınıflandırmanın hatası da klişe bir bakış açısına sahip olmaktır.
Bir sanat çalışmasının güzelliği, onun bakış açısından yargılanabilmelidir. En büyük "güzellik", dengeyi en fazla kurabilendir. A.R. Ammons bunu "Küre"(Sphere) adlı şiirinde "bizde en çok merak uyandıran şekilsizliğe yakın şekillerdir, tanrıyı öner" diyerek açıklamıştır. Çoğu zaman, hayatın büyük bir kısmı şekilsiz göründüğü için, bu güçlü ifadeyle şekillenen sanatın, hiç hoş olmayan gerçekle yüzleştiği görülür. Örneğin, Ford Nehri fabrikasında Charles Sheeler tarafından görüntülenen araba kuşkusun güzel olmasına rağmen onun güzelliği Henri Cartier-Bresson tarafından görüntülenen daha kaba ama daha kompleks insan fotoğraflarına göre daha alt sıralarda yer alır. Tabiki, bu kuralın dışında da harika şeyler vardır. Dolma biberler herhangi bir objenin olabileceği kadar sınırlı görünürler. Aslında, onlar Weston tarafından görüntülendiğinde alabildiğine sınırsızdırlar.
Sonuç olarak, sanırım, bir sanat eserinin başarısı sadece onun elemanlarının farklılığı ve yeniliği ile değil aynı zamanda onun performansının sadeliği ile ölçülebilir. Bir sanat ürünü, çok zor aşamalardan geçmek zorunda değildir. Burada "ortaya çıkmak" terimini kullandım, çünkü, hiçbir sanat eseri kolaylıkla üretilemez.
Bazı sanat eserleri, hiçbir çaba sarfetmeden yapılmış gibi göründüğü için unutulmazdır. Aynı şey, fotoğraf için de doğrudur. Savaş fotoğrafçısı Kyoichi Sawada "eğer oradaysan, iyi fotoğraflar çekmek zorundasın" der. Sawada'nın çektiği fotoğraflar bizi buna ikna eder. Biz de Vietnam'da olsaydık, ona Pulitzer ödülünü kazandıran fotoğrafları çekebilirdik. Başka bir şekilde ifade edersek, şans iyi fotoğrafların büyük bir parçasını oluşturur. Bu sadece savaş fotoğraflarında geçerli değildir. Ayın çıktığı akşam, biz de Hernandez'deki o eski kilisede olsaydık, en azından Ansel Adams'ın çektiği fotoğrafa benzer bir fotoğraf çekebilirdik.
Fotoğrafların çoğu, utanç verici bir gerilim içindedir. Garip açılar, ilginç objektifler ve garip karanlık oda teknikleri ile bir kargaşa yaratırlar. Bütün bunlardan sonra, kaç tane önemli fotoğrafçı uzun tele objektiflere güvenebilir ki?
Neden bütün fotoğrafçılar kusursuz fotoğraflar üretmeye uğraşırlar? Eğer, sanatın amacına ulaşıyorsa, kusursuzluk gereklidir. Kolay yapılabilirmiş gibi görünen fotoğraflar, ancak güzelliğin olduğu fotoğraflardır.
Fotoğrafta güzelliğin keşfine başlamadan önce, bazı güzellik tanımlarının, pek çok yirminci yüzyıl heykel ve resimlerini kural dışı bırakıp bırakmadığını tartışmak istiyorum. Eğer öyleyse, biz fotoğrafçılar, ne kadar dar görüşlüyüz?
Güzelliğe eşit tuttuğum "Oluşum", bu yüzyılda orta çağlarda olduğu kadar sanatın vazgeçilmez bir öznesi olamadı. Günümüzde, sanat olarak adlandırdığımız şey sadece ve sadece oluşumun estetik kalitesiyle ilgilenmektedir. Başka bir deyişle, bütün diğer kavramlardan arındırılmış oluşumla. Bizim aradığımız şey tamamen renk, şekil ve yapının estetiğidir. Sanatçının yapmak istediğini bir kenara bırakırsak, Josef Albers, Jackson Pollock ve Frank Stella'nın çalışmaları buna en uygun örnekler olabilir. Görünen o ki, sanat kendini bu anlayışa yerleştirdi. Dolayısıyla modernleşme bizler için geriye dönüş gibi görünen bir testtir.
Bazı yirminci yüzyıl sanat eserleri başlangıçta sadece estetik gibi görünür, fakat, daha sonra zengin bir içerik gösterir. örneğin, heykeltraş David Smith'in Cubi ve Zig serisi benim açıklayamadığım bir şekilde bunu yapar.
David Smith, Cubi, 1963
Kısaca, "güzellik/oluşum" kavramları fotoğrafta olduğu kadar resim ve heykelde de geçerlidir. Aşırı bir edebiyat gerekli değildir. Andrew Wyeth'in gerçekçiliği, insanı hiçbir yere götürmez ama benim deneyimlerime göre Arthur Dove'un manzaraları çok şey anlatır.
Tekrar fotoğrafa dönecek olursak, fotoğraf yüzyılında ve tarihin yarısında hatırlanabilen fotoğrafların büyük bir çoğunluğu bir konuyu ortaya atar; önemli fotoğrafların hepsi güzel midir? Örneğin, Robert Capa'nın çektiği İspanyol asker. Bizim yüzyılımızda gercekleşen vahşi bir ölümün vurucu bir gösterimidir. Peki güzel midir?
Robert Capa, İspanya, 1936
Eğer sadece estetik değerleri göz önüne alarak tartışacak olursanız, fotoğraf şekillerin güzel bir bileşimi olabilir. Fakat, fotoğrafı sadece bu düzeyde savunacak olursanız, bu fotoğrafa zarar verir. Bu, öznenin birincil ögesini reddetmek demektir.
Capa'nın fotoğrafı, kötü olsa da gerçeği gösterir. Fakat, bu fotoğrafı güzel yapar mı? Gerçeklik mi güzel, yoksa tersi mi? Keats'a göre cevap, bizim hangi gerçekten bahsediyor olduğumuza bağlıdır. Güzel olabilen gerçek için, o tamamlanmış ve son gerçek olmak zorundadır. Ve o, beni kaçınılmaz bir şekilde inandığım güzellik tanımına götürmelidir. Bana göre, Capa'nın fotoğrafının gerçeği çok sınırlıdır. O "güzellik"ten daha aşağı sıfatları hak etmektedir.
Bazı fotoğrafların güzel olmasına da gerek yoktur. Bir çok önemli, tamamıyla gerçeği içermeyen, "oluşum"u göstermeyen, derinliğine kadar uyum taşımayan fotoğraflar da vardır. Daido Moriyama'nın "Köpek" (Stray Dog)'i, Jacob Riis'in "Kör Dilenci"si ve Diane Arbus'un "Kılıç Yutucusu"nun portresi benim bildiğim en güçlü örnekler arasındadır. Böyle fotoğraflar ortaya çıktıkça, güçlü ve hala "oluşum" ve "güzellik" için önemli olan son gerçeği yansıtmayan fotoğrafların yapılması da mümkün hale geliyor. Bir fotoğrafçı için, hayatın bütünlüğünü göstermenin en iyi yolu kompozisyondur. Bütün bir fotoğrafın yapısı, güzelliğin oluşumunu gösterebilir. Bu tarz fotoğraflar Matisse'in "ifade" kelimesi hakkında söylediklerini akla getirir;
"Bana göre ifade, insan yüzündeki tutkunun veya vahşi bir olayın gösterilmesi değildir. Benim resimlerimin bütün olarak düzenlenmesi bir ifadedir. Figürlerin aldıkları yer, onların etrafındakı boşluk, resimde paylaşılan herşey bir ifadedir." Milton Avery'nin eşi, kocasının çalışmalarını şöyle tanımlamaktadır: "Resimdeki nesneler doğadaki renk ve şekillerin birbiriyle olan ilişkilerinin bir serisidir. Milton'ın ilgisi sıralıydı, tıpkı herşeyin çok güzel bir biçimde oluştuğu doğadaki muhteşem düzenlilik gibi." Bu düzenlilik, Alfred Stieglitz'ın "Akşam, Shelton'dan NewYork" (Evening, New York from Shelton), Nick Nixon'un karısının ve kızkardeşlerinin portresi ve Timothy H. O'Sullivan'ın "Soda Gölü" (Soda Lake) fotoğraflarında görülebilir. Bu fotoğrafların genel kalitesi konusunda bazı endişelerim olmasına rağmen, onların güzelliği sadece şekillerin arasındakı ilişkiden dolayı değildir. Güzellik, en azından bir miktar nesnenin kendisine de bağlıdır. Bir fotoğrafçı, "oluşum"u, aynı zamanda kompozisyona daha az özen göstererek yansıtabilir. Edward Curtis gibi (Joseph'in portresi) izleyicinin ilgisini insan yüzüne çekerek, Ben Shahn gibi (politika tartışan insanlar) insanlar arasındaki ilişkiyi göstererek veya Dorothea Lange gibi (küçük benzin istasyonundaki hava pompası) beraber yaşadığımız nesneleri işaret ederek de güzelliği göstermek mümkündür. Güzelliğin tanımını yapmaya çalışmama rağmen hala bazı büyük fotoğrafların, sınıflandırmak yada yargılamak için mükemmel olduklarını düşünüyorum. Lange'in "Göçebe Anne" (Migrant Mother)'si sadece bir anın görüntüsü müdür yoksa bir savaşın başlangıcı mi? Shahn'ın "Çilek Toplayıcısının Çocuğu" (Strawberry Picker's Child) amaçsız bir toplumsal atık mıdır yoksa kutsal mı? Belki bu fotoğraflarda ihtimal duygusu oldukça değerli bir şekilde ortaya çıktığı için ben bu fotoğrafları güzel bulurum, hatta bazen hepsinin en güzeli.
Ben Shahn, Çilek Toplayıcısının Çocuğu, 1935
Sonuç olarak, eğer fotoğraf sadece gerçeği değil "güzellik"i de bize gösterebilirse, daha detaylı etkilerini açıklamak çok gereksiz olacaktır. Tüm bunlardan sonra fotoğraf çok uzun bir süre daha bizimledir.
Aslında, resim geçici olarak kendi tarihi rolünü fotoğrafa bırakarak çekilmektedir. Sanıyorum, fotoğrafın bu ani yükselişi bizim dile olan güvensizliğimiz ile oldu. Umarım gerçeği bakarak bulabiliriz.
Fotoğrafa olan ilgiyi arttıran sebep belki de edebiyata olan ilginin azalmasıdır. Drama ve edebiyat, oluşumun birincil yansımasıydı. Bir hikaye anlattılar ve bizim inandığımız bu hikaye acıklı fakat gerçekte olabilen bir hikayeydi. Şimdi, bu tip hikayeler, bizim deneyimimizle örtüşmüş gibi görünür. Deneyim, gerçekleşmemiş hikayeleri geçerli kılar. Kabul edebileceğimiz diğer hikayeler ise sıradan ve banal olan olaylardır.
Theodore Roethke, not defterine şunları yazdı; "Keşke görebilecek kadar basit bir olay bulabilseydim". Keşke o bir roman yada drama yazarı olabilseydi. O böyle bir olay bulamadığı için, birşeyleri tanımlayan, hikayelerden bağımsız oluşumları kaydeden, "Güzellik, evrensel bir bakıştır." diyen fotoğrafçı Alfred Stieglitz'in yardımcısı bir şair oldu.
* Bu kelime, muhteşem ışık anlamına geliyor.
Kaynak: Beauty in Photography Essays in Defence of Traditional Values, Robert Adams, 1981
|