Editör

Koray Olşen

Yayın Kurulu

Atila Köksal
Aysel Altun
Ayşe Saray
Berrin Cerrahoğlu
Dora Günel
Mehmet N.Savcı
Meltem Çolak
Necla Can Güler
Nilüfer Zengin
Koray Özbaysal






Fotografya Yayın Kurulu
adına İmtiyaz Sahibi
Ş. Uğur Okçu


E-Mail Fotografya
fotografya@ada.net.tr

Yayınlanmasını İstediğiniz
Fotoğraf Haberleri İçin

fotografya@fotografya.gen.tr

ADANET Fotoğraf Editörü

Ş. Uğur OKÇU
 
ara


    Sayı 33    SİNEMA    Meltem Çolak
Meltem Çolak


                                TIRMANIŞ                                                 
“…mağluplara!”
          (Baudelaire)

“Baudelaire 1860 yılı başlarında yazdığı yazısında: Günü, ayı ya da yılı ne olursa olsun, herhangi bir gazeteyi açıp da herhangi bir haberin herhangi bir satırında insanın sapkınlığının en ürkütücü izlerini görmemek imkansızdır…Savaşlar, işlenen suçlar, hırsızlıklar, cinsel sapkınlıklar, işkenceler, prenslerin, ulusların ve tek tek insanların kötülükleri; tam anlamıyla evrensel bir vahşet orjisi. İşte uygar insanlar her gün sabah öğünlerini yemeye bu iğrenç iştah açıcılarla başlıyorlar. Baudelaire bu satırları kaleme aldığı zaman gazetelerde henüz fotoğraf basılmıyordu. Ama onun (…) getirdiği eleştiri, (…) çağdaş eleştirilerden pek de farklı değildi. Yeni teknolojiler bizi dur durak bilmeyen bir bombardımana tutmaktadır ve biz kayıtsızca izlemeye devam ettikçe onların da bize felaket ve vahşet görüntüleri yağdırmaya devam edeceklerinden şüphe edilmemelidir.”(Sontag.S. Başkalarının Acısına Bakmak, Agora Kitaplığı 2005, sy:107,108)

Baudelaire’in yazısından yola çıkan Sontag günümüzde de geçerli olabilecek saptamalarda bulunuyor. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte her gün evlerimizde izlediğimiz dehşet görüntüleri giderek sayısını, çeşidini, alanlarını ve şiddetini artırıyor. Tarihte yaşanan yığınla trajediye rağmen günümüzde de savaşın yok eden, yıkan, kan döken vahşi yüzüyle karşı karşıyayız. Öyle ki savaş kurbanı masum insanların cenazelerinin günlerce sokak ortasında kaldığı, savaştan kaçan yüzlerce insanın cesetlerinin kıyıya vurduğu, kadınların köle gibi satıldığı, tecavüze uğradığı, binlerce insanın aç ve susuz bırakıldığı…  vahşet ve katliamın giderek çeşitlendiği ve boyutlandığı bir dönem yaşıyoruz.

Savaşın yol açtığı trajediler hiç şüphesiz sanatın da konusu olmuş sanat savaşa karşı bilinç oluşturmak için bütün imkanlarıyla mücadele etmiştir. Resim, müzik, edebiyat, tiyatro, sinema gibi sanatın her dalında bunun örneklerini görmek mümkün. Yaşamının büyük kısmı savaşlarla geçen Sovyet yazarı Vasil Bikov da eserlerinde savaş yıllarının insanlara çektirdiği acıları, ölümleri anlatırken bir taraftan da kahramanları üzerinden sorgulamalar yaptırır.

Vasil Bikov’un Darağacı (Sotnikov) adlı eseri Yuri Klepikov ve Larisa Shepitko tarafından senaryolaştırılarak 1977 yılında “Voskhozhdeniye” adıyla sinemaya uyarlanmıştır. İngilizce The Ascent olan ismi Türkçeye Tırmanış olarak çevrilmiştir.
Yönetmen Larisa Shepitko; Tarkovski ile aynı dönemde yaşamış ve hatta sinematografig açıdan onunla birlikte ismi anılırken mesleğinin zirvesinde iken 41 yaşında geçirdiği trafik kazası sonucu yaşamını yitirmiştir. Kısa yaşamına sığdırdığı 4 uzun metraj filmi vardır. Tırmanış filmi ile de 1977 yılında Berlin Uluslararası Film Festivalinde Altın Ayı,  Fıprescı ve Ocıc ile “İnterfilm Özel Mansiyon” ödülünü kazanmıştır.



Larisa Shepitko, bu filminde; savaşın yarattığı fiziksel şiddetin korkunun yanı sıra karakterlerinin iç dünyalarına yönelttiği kamerasıyla insan olmanın sınırlarını keşfe çıkarıyor. Ölüm ve yaşam üzerine düşündürürken yaşamak için ödenen bedelin ağırlığı ile seyirciyi baş başa bırakıyor.       
                
Larisa Shepitko’nun yönettiği film İkinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği 1942 yılında Belorusya’nın ormanla kaplı alanlarında geçer. Rus işgali altındaki bölgede bir kısım partizan ve onlara destek veren yaralılarla, yaşlıların, kadın ve çocukların da aralarında bulunduğu siviller Dubovoi Kampı’na gitmeye çalışmaktadır. Ancak yolları uzundur, soğuk ve kar işlerini zorlaştırmaktadır. Yol boyunca zaman zaman Almanlarla karşılaşır çatışmaya girerler. Böyle bir çatışmanın ardından Barkovskiy ormanına sığınan grup açlık, soğuk ve yorgunluk karşısında daha fazla ilerleyemeyeceğini anlar. Son yiyecekleri bir avuç haşlanmış çavdardır. Artık yiyecek bulmak zorundadırlar. İçlerinde en tecrübeli olan Ribak (Vladimir Gostyukhin) ve başka gidecek kimse olmadığından- çünkü kimi yaralıdır kimi bozulan silahı tamir etmektedir- Sotnikov (Boris Plotnikov) bu iş için görevlendirilir. Filmin ilk yarısı Ribak ve Sotnikov’un karla kaplı alanda, uzun yürüyüşleri ile devam eder. İki karakteri daha iyi tanıma şansımızın olduğu bu bölümde fiziken güçlü olan Ribak daha önce başka çatışmalara da katılmış tecrübeli bir askerdir. Onun için öncelikli olan şey hayatta kalmaktır. Ölüm dışında onu en çok korkutan şey yalnızlıktır. Bu yüzden tek başına göreve gitmeyi hiç istemediğini uzun yürüyüşleri sırasında Sotnikov’a itiraf eder. Sotnikov ise Vitebsk’teki öğretmen okulunu bitirmiş matematik öğretmenliği yapmıştır. Savaş koşulları onu zorlamaktadır. Soğuk hava yüzünden hasta olmuştur. Sürekli öksürmekte,  Ribak’ı takip etmekte zorlanmaktadır. Fiziken zayıf ve duygusal bir yapısı vardır. Filmin adeta manevi yönünü temsil eden İsa figürü gibidir. İlerleyen sahnelerde özellikle sonlara doğru hem görsel olarak hem de diyaloglarda bunu fazlaca hissederiz. Bu anlamda ikonografik bir film izlediğimizi söyleyebiliriz.

Yiyecek almaya gittikleri Kurgaev’in çiftliği yerle bir olmuştur. Nazi saldırısı sonucu yakılıp yıkılmış tek bir canlı bile kalmamıştır. Ribak’ın enkazda bulduğu aynaya baktığı sahnede aynayı tekrar yerine koyarak hala ipte asılı çamaşırlara bakması ile bir an gerçekliği kaybedip bulması ve onun bakışından savaşın yıkıcılığı ve yok ediciliğini görürüz. Çiftlikte yaşayanların kaçarak kurtulmuş olmalarını dilerler. İçlerinde Ribak’ın sevgilisi Zosya’da vardır.



Ribak, Sotnikov’a geri dönmesini söyler ama kendisi yiyecek bulmadan eli boş dönmeyecektir. Ribak yoluna devam eder. Ancak tüm hastalığına ve güçsüzlüğüne rağmen Sotnikov onu bırakmaz. Birlikte yola devam ederler. Sonradan ismini öğrenecekleri L’asını köyüne gelirler. Bacası tüten bir ev görürler içeriye girdiklerinde muhtar P’otra Kaçan’ı (Sergei Yakovlev) ayakta İncil okurken bulurlar. Bu sahnede Ribak ve Sotnikov arasındaki ilk görüş ayrılığı ortaya çıkar. Potra Nazilere yardım etmektedir. Naziler onu muhtar yapmıştır. Sotnikov’a göre öldürülmelidir. Ribak Potra’yla birlikte dışarıya çıktığında yaşlı karısı Sontikov’a onu öldürmemeleri için yalvarır. Nazilerin onu öldürmekle tehdit ettiğini, işkence yaptığını anlatır. Kapı açılır, dışarıya çıktıklarında Ribak sırtında kesilmiş koyun ile Sotnikov’u beklemektedir. Ribak muhtarı öldürmemiş onun verdiği koyunu kabul etmiştir. Ribak’ın seçimi hayatta kalmak üzerine olmuştur. Sotnikov ise kadının verdiği yiyeceği kabul etmez.



Birlikte yola devam ettikleri sırada yine Nazilerle karşılaşırlar. Çatışmada Sotnikov bir Alman askerini vurur kendisi de bacağından yaralanır. Ribak onu karlarda sürükleyerek kurtarır. Ancak bu şekilde devam etmeleri mümkün değildir. Sotnikov’u bırakıp yiyecek bulmaya gitmelidir. Dönüşte onu alacaktır ama donmaması için onu yerleştireceği bir yer arar. Bu sırada Sotnikov’un zaman zaman ölüme iyice yakınlaştığını onun gökyüzüne baktığı ve dolunayı gördüğü sahnelerden anlarız. Hatta ağaca yaslanmış olarak yine dolunayı görmeye başladığında önündeki ağaç dallarını tüm gücüyle parçalayarak yaşama tutunmaya çalışmasına tanık oluruz. Kırılan dallar onun önündeki engellerdir. Onları kırmaya böylece ölümden kurtulmaya yaşama tutunmaya çalışır. Bu sırada bir kulübe bulduğunu söyleyen Ribak gelir önce donmakta olduğunu fark ederek onu nefesi ile ısıtarak donmasını engeller. Bu sahnede İsa ve Judas figürünü çağrıştırır.



Belki de savaşın acı yüzünü bize en iyi gösteren sahne kulübede geçer. Ribak ve Sotnikov içeriye girdiklerinde üç küçük çocukla karşılaşırlar. Babaları gitmiş anneleri ise ekmek parası için çalışmaktadır. Küçük kız çocuğuna ekmekleri olup olmadığını soran Ribak olmadığını küçük kardeşin en son parçayı bitirdiğini öğrenir. Cebinden büyük bir parça ekmek çıkararak kıza verir. Küçük kız ondan küçük bir parça alarak diğerini dolaba koyar. Paylaşımın o çaresizlik içinde bile ne kadar güçlü olduğunu o kız çocuğunun hareketiyle görürüz.  Bir süre sonra anne Demchika (Lyudmila Polyakova) gelir. Davetsiz misafirlerden hoşnut olmasa da onlara yardım eder. Sotnikov pencereden baktığı sırada bir grup Nazi askerinin geldiğini görür. Ribak ile birlikte evin çatısına saklanırlar. Bu sırada çocuklar gelen Nazi askerlerine pencereden bakarken bahçede yapmış oldukları kardan adam da onlara bakmaktadır. Savaşın çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisi bu sahnede oldukça yoğun olarak verilmiştir. Naziler, Ribak ve Sotnikov’u çatıda yakalarlar. Aslında bu sahnede de Ribak’ın ölüm korkusuna yenik düştüğünü görürüz. Öldürüleceğini anlayınca ellerini kaldırarak teslim olur. Ribak’ın peşinden teslim olmak zorunda kalan Sotnikov ellerini kaldırmaz, aslında ölüme hazırdır ve teslim olmamıştır. Bundan sonra filmin ikinci yarısı başlar. Artık psikolojik çatışmalar, hesaplaşmalar, ihanet, direniş vardır. Yakın planların çokça kullanıldığı sahnelerde izleyici artık rahatsız seyre dalar.



Ribak, Sotnikov ve onlara yardım ettiği için Demchika kızakla Nazi karargahına götürülür. Kızakla götürülme sahnesinde Ribak’ın kaçma düşü canlandırılır ama öldürülme korkusu ağır basar; kaçamaz. Filmin en etkileyici sahneleri Sotnikov’un Rus sorgucu Portnov (Anatoli Solonitsyn) tarafından sorgulandığı ve işkence gördüğü bölümlerde geçer. Portnov’u Andrei Tarkovski’nin filmlerinden Stalker ve Andrei Rublev’deki rolleriyle tanıyoruz. Bu filmde de oldukça iyi bir oyunculukla yarattığı karakterle filmin önemli bir kısmına hakim olur. Sorgucu Portnov’un Sotnikov ve Ribak’a ilk sorusu “yaşamak istiyor musun?” olur. Ribak tabi ki yaşamak istediğini söyler. Bunun için de tüm sorulara doğru cevap verir. Böylece ona işbirlikçi polis olma statüsünün kapıları açılır. Sotnikov ise tüm işkencelere rağmen konuşmaz. Bu sahnelerde Judas tarafından ihanete uğramış İsa figürü gibidir.

Filmin önemli sekansı mahzende geçer. Ribak mahzene atılır ve yerde Sotnikov’un işkenceden artık ölmek üzere olan bedeni ile karşılaşır. Onu yerden kaldırmaya çalışır. Sotnikov’un Ribak’a ilk sorusu sen de çığlık attın mı? Dayanabildin mi? Olur. Çünkü kendisine yapılan işkenceler sırasında acıdan bağırdığı için utanç içindedir. Bir taraftan da Ribak’ın da işkence görüp görmediğini anlamaya çalışır. Böylece filmin önemli teması olan vicdan üzerine aralarında diyaloglar başlar. Satnikov Ribak’ın işbirliği içinde olduğunu anlar ve ona “pis işlere bulaşma lekesi asla çıkmaz” der. Ribak’ın cevabı “ölüp gidelim o zaman kurtlara yem olalım, olabileceklerin en kötüsü bu değil önemli olan kendimize karşı dürüst olmak, yaşamak istiyorum yaşamak, senin inadın ve prensiplerinden başka bir şeyin kalmamış” şeklindedir. Sotnikov “ Vicdanını bir kenara bırakıp yaşamaya devam edebilir misin?” diye sorduğunda Ribak’ın cevabı “Sen vicdan mı dedin peki şu kadını ve beni bu güçlü kuvvetli adamı bu belaya kim soktu” diye sorar. “Benim vicdanım düşün diyor, görevimizi yerine getirmeliyiz, senin derdin vicdan, vicdan”.



Mahzenin kapısı açılır içeriye Muhtar girer. Onu da verdiği koyun yüzünden partizanlara işbirlikçilikle suçlamışlardır. Ard arda açılan kapılardan Yahudi küçük kız Basya (Viktoriya Goldentul) ve peşinden Demchika mahzene atılır. Hepsi işkence görmüştür. Basya’ya onu kimin sakladığını sormuşlar ama o konuşmamıştır. Mahzende de Demchika ısrarla ondan bilgi almaya çalışır. Açılan can pazarından kendini kurtarıp çocuklarına kavuşmak istemektedir. Bunun için başka birini ihbar edecek ve kendini kurtaracaktır. Konuşmalar sırasında işbirlikçi sorgucu polis müfettişi Portnov’un savaştan önce Sotnikov gibi öğretmenlik yaptığını hatta Basya’nın da içinde bulunduğu müzik korosunu da yönettiğini öğreniriz. Savaş ve ihanet onu bugünkü durumuna getirmiştir. Muhtar Sotnikov’a yaklaşır ve ona kendisinin aslında partizanlara yardım ettiğini söyler. Sonunda Sotnikov bütün suçu kendi üstüne alarak onları kurtaracağını söyler “Ribak benim sabaha kadar ölmeme izin verme” der.

 Sabah mahzenden çıkarıldıklarında Sotnikov bütün gücü ile bağırarak Portnov ile görüşmek istediğini söyler. Portnov geldiğinde ona sorgusu sırasında sorduğu kimlik bilgilerini vererek, ölen Nazi askeri kendisinin vurduğunu itiraf eder. Portnov’un yüz ifadesi sürekli değişir. Güzel bir oyunculukla onun ruh halini keşfe çalışırız. Nazi Komutan az kişi yakalandığı için memnun değildir. Ribak dışındakiler Darağacına yerleştirilir. Boyunlarına ipler dolanır. 5. İp boştur. Ribak korku içinde ipe bakar. Hala asılıp asılmayacağından emin değildir. O korkuyla Sotnikov’un asılması sırasında yardımcı olur. Sotnikov ölmeden önce onları ibret için izleyen kalabalık içinde bulunan küçük bir çocukla göz göze gelir. Çocuk ağlamaktadır. Sotnikov ona bakarak gülümser çocuk da ona gülümser. Bu Sotnikov’un verdiği işaret geleceğin kurtuluş olacağıdır. Kendisini hayatın içinde yeniden var ederek ölmektedir. Ribak asılmaz ancak kalabalıkdağılırken bir kadın ona “Judas” diye bağırır. İhanet etmiştir. Artık yaşamına kara bir leke ile devam edecektir. Her ne kadar kendini asmaya çalışsa da başaramaz. Garnizon kapısının aralığından karlı ormana baktığı sahne de artık kaçış onun için imkansızdır. Film başlangıç sahnesindeki uzak kilise binasının daha yakından görünümü ve karlı dağ görüntüleri ile biter. Alabildiğine uzanan bembeyaz karın kör ettiği gözler ile tırmanırken aslında batan insanların öyküsü gözlerimize yansır. 







THE ASCENT / TIRMANIŞ
Yönetmen  :Larisa Shepitko
Senarist     :Yuri Klepikov, Larisa Shepitko
                   Vasil Bikov (roman)
Oyuncular  :Boris Plotnikov,Vladimir Gostyukhin
                   Anatoli Solonitsyn, Sergei Yakovlev,
                   Lyudmila Polyakova
Müzik          :Alfred Shnitke
Görüntü Yön.  :Vladimir Chukhnov
Türü           :Savaş, psikolojik dram
Yapım yılı     :1977
Süre           :111 dakika




Ziyaretçi Sayısı:1000633
 
   
 
   
 

Barındırma: AdaNET

 

Copyright and "Fair Use" Information

Dergimiz ticari bir kuruluş olmayıp amatör bir yayındır. Fotoğrafçıları ve dünyada yapılan fotoğraf çalışmalarını tanıtmak amacıyla bilgi ve haber yayınları yapmaktadır.
Bir kolektif anlayışıyla çalıştığı için makalelerde yer alan fotoğraflar ve alıntıların sorumluluğu makalenin yazarına, fotoğrafçısına aittir.
Dergide yer alan içeriklerden ve ihlallerden derginin herhangi bir sorumluluğu yoktur.

Fotoğrafya'da yayınlanan yazıların, fotoğrafların ve kısa filmlerin sorumluluğu
yazarlarına/fotoğrafçılarına/sanatçılarına/film yönetmenlerine aittir.

Dergimiz fotoğrafla ilgili gelişmeleri duyurmak amacıyla çalışmaktadır. Ek olarak, ülkemizde yeterince tanınmayan yabancı fotoğrafçılar ve fotoğraflarıyla ilgili bilgi de aktarmaktadır. Makalelerde yer alan fotoğraflar HABER amaçlı kullanılmaktadır.

AdaNET Ana Sayfa X-Hall Instagram