KİÇ’E DAİR
Görsel 1
Kültür, en önemli öğrenme alanlarımızı kapsıyorken, bizde en kalıcı olan düşüncelerin oluşum ortamları akademik bilgi disiplinleri ile günlük yaşama ilişkin deneyimlerin çakışıp, birbirlerini tümlediği zamanlardan oluşmaktadır. Bir başka deyişle, öğrendiklerimizle yaşadıklarımız arasındaki sınırların yok olması, bilgiyi kalıcı kılmakta ve dolayısıyla da kültürü toplumla bağdaşık, canlı ve sağlıklı tutmaktadır. Kültürel oluşumların toplumdan uzaklaşması, toplumla paralellik taşımaması ise toplumda çözülmeleri, sınıfsal uçurumları ve kültürel yozlaşmayı beraberinde getirir. Bu durumda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ise, belki de değişimlerin farkında olarak davranabilme yetkinliğine sahip olabilmektir.
Her değişimin gelişim olmadığı, her gelişimin de sağlıklı olmadığının farkındalığıyla hareket edebilmek, kuşkusuz eğitimin gerekliliğine dayanmaktadır. Kültürel yozlaşmalara meydan vermemek becerisi de, görmezden gelerek ya da reddederek ulaşılacak bir sonuç değildir. Özellikle günümüzde ve ‘henüz/hâlâ’ gelişmekte olan ülkemizde, kültürel çözülmelerin, dağılmaların sonuçları çok daha ağır ve hastalıklı yaşanmaktadır. Bir türlü devrini tamamlayamayan, ama aynı zamanda da çözülmeye başlayan kültürel yapı, yıllardır süregelmekte olan bilinçli ‘politik’ sızıntı/ların sonucudur.
Avrupa’da Orta Çağ sonrası başlayan gelişmeler, 19. yüzyıla gelindiğinde çok önemli siyasal, toplumsal, ekonomik, psikolojik değişiklikleri ve değişimleri beraberinde getirmiştir. Bu değişimler Batıda iki tür devrimle sonuçlanmıştır. Birincisi çeşitli teknolojik oluşumlarla ilk belirtileri 18. yüzyılda görülen ve 19. yüzyılda belirginleşen Sanayi Devrimi, diğeri ise özellikle Amerika ve Fransa’da demokrasi adı altında gerçekleştirilen siyasal devrimlerdir. Bu devrimlerden “Sanayi Devrimi Batılı toplumların yaşamlarında köklü değişikliklere yol açmıştır. Tarım düzeninden sanayi düzenine geçilmiş, buhar ve elektrik gücünün sanayiye, tarıma, ulaşıma ve iletişime uygulanmasıyla büyük atılımlar yapılmış; makineleşmeye bağlı olarak yapılan fabrikaların çevresi kentleşmiş, yeşil alanlar azalmış; köyden kente işçi akını sonucunda nüfusun büyük bölümü kentlere yığılmıştır. Giderek güçlenen alt ve orta sınıflar, yönetimden ve işverenden birtakım taleplerde bulunmuş; bunun sonucunda ortaya çıkan yeni kurumlar ve yaşam tarzları, sanatı da önemli ölçüde etkilemiştir” (İnankur 1997:9). Önce ekonomik alanda kendini gösteren farklılıklar ve özellikle sermaye birikimi, kısa zamanda sosyokültürel ve psikolojik yönleriyle de kendini hissettirmiş, hatta bu iki alandaki değişimler ekonomik etkilerin bile önüne geçmiştir denebilir.
Görsel 2
“Dünya eski anlaşılabilir görünümünü yitirmiş, iyiden iyiye karmaşıklaşmıştır, karmaşıklaşmakla kalmamış tam anlamıyla bir bütünleşmeye doğru gitmiştir, buna göre bir ulusun kendi tekliği içinde kendi dileklerine göre yaşaması olanaksızlaşmıştır. Kapitalist düzenin egemen sınıfı olan burjuva sınıfı, hemen tüm değerlerin yerine ticareti koymuştur, insanın bütün özgürlüklerini yok ederek yalnızca ticaret özgürlüğünün geçerli olmasını istemiş ve bunu sağlamıştır” (Timuçin 1992: 69). Marx’ın dile getirdiği altyapının, üstyapı üzerindeki belirleyici etkisi, üstyapının kurumsallaşmasında belirleyici unsur haline gelen ekonomik güçle birlikte bürokratik ve toplumsal gücü de ele geçirmeye başlayan sermaye sınıfı; hümanizmden beri insan getirisi olan sanatı da etkilemiştir. Sanatçı yaşadığı çağı soran/sorgulayan kimliğinden, farkındalık yaratan, dönüştürücü bir misyona doğru yön değiştirmiştir. Sanat, artık bireysel alanın değil, toplumsal alanın oluşumunda önemli araçlardan biri haline gelmiştir.
Sosyokültürel, psikososyal ve sosyopolitik farklılaşmalar akıl çağının en önemli göstergelerinden biri olan hümanizmle birleşince oluşumların ve olguların en doğrudan dışavurumu sanatla olmuş ve Rönesans sanatına belki de tepki olarak meydana pek çok sanat türü ve ürünü çıkmıştır.
Bununla birlikte kapitalizm, tarımdan sanayiye, yön değiştirerek belirginleşmiş ve hem sanata, hem de sanatçıya yeni misyonlar yüklemiştir. “Kapitalist çağda kendini oldukça garip bir durumda buldu sanatçı, Kral Midas dokunduğu her şeyi altına çevirmişti: kapitalizm de her şeyi ‘meta’ ya çevirdi. Üretimde ve verimde o güne değin görülmemiş bir artışla, yeni düzeni, dünyanın ve insan yaşantısının her kesimine hızla yayarak eski dünyayı bir toz bulutuna döndürdü. Üretenle tüketen arasındaki her türlü doğrudan doğruya ilişkiyi ortadan kaldırdı ve bütün ürünleri alınmak ve satılmak üzere belirsiz bir pazara sürdü... Böyle bir dünyada sanat bir meta, sanatçı da bir meta üreticisi olmuştu” (Fisher 1995:45).
Görsel 3 Sanat, metalaşarak bir endüstri kolu haline gelmiş ve kültür sanayileşerek yeni boyutuyla ortaya çıkmıştır. Diğer bir deyişle kültür, yoğun bir piyasa mekanizması içinde ‘yeni tüketim alışkanlıkları’ oluşturmuştur. “Bu kültür, gerçek kültürel değerlerin yerini ister istemez ‘sahte’ kültürel değerlerle ikame etmekle kalmaz; ama kriterlerde yaratılan ideolojik boşluğu burjuvazinin dayattığı görüşlerle de ikame eder” (Çalışlar 1983: 60). Bu, bir anlamda kapitalist üretim biçiminin, kültürü, insani özelliğinden tamamen sıyırıp ‘para kültürü’ne ya da kâr mekanizmasına dönüştürmesi demektir. Yani, kültürün kendi özüne aykırılaşması, git gide bozularak yozlaşması, niteliksizleşmesidir.
Görsel 4Kültürel ürünlerin değişim değerine sahip birer endüstriyel ürün haline dönüşmesi, sanat nesnesinin içeriğinin erimesine ve piyasanın egemen dilinin üzerinde hakim olduğu bir ‘mal’a benzemesine neden olmuştur. “Kültür endüstrisi, standartlaşmış üretime dayanan ve böylece sanatsal değer yerine ticari değeri öne çıkaran kültürel üretim koşulları olmaktadır. İletişim araçlarındaki yoğun tek-tipleştirici özellik ise kültür endüstrisine ait ürünlerin benzer beğeni ölçütleri içinde tüketilmesini gerektirmektedir” (Taygun 1986:23). Artık üretim ve tüketimin kaderini belirleyen, bireysel olanın izleri değil, bireye kodlanmış tüketme alışkanlıklarının yansımasıdır. Bu yeni üretme ve tüketme çarkına bunlardan kaçamayacak kadar yakalanmış durumdayız. Tüm beğenilerimiz sanki farklılığımızı yansıtıyormuşçasına bize okutulmakta, daha sonra bunların yine kendimiz tarafından ‘özgür’ irademizmiş gibi yazıya dökülmesi istenmektedir.
Sanayi devrimi, bir açıdan dünyayı gelişmiş-azgelişmiş, sanayici-ziraatçı, doğu-batı gibi ayrımlar yoluyla parçalarken, bir yandan da hem ticari ihtisaslaşmalar, hem de iletişim ve ulaşım alanlarındaki gelişmeler sayesinde dünyayı bir başka boyutuyla birbirine bağlamış ve küçültmüştür. Bu yüzden sanat, hem yöreselliğini, gelenekselliğini horlayıp evrensel boyutuyla kendini var etmek istemiş, hem de her moda akıma ayak uydurarak ‘tecimsel bir meta’ durumuna girmiştir. Kültürün bu anlamda bir ‘sanayi’ye dönüşmesi/dönüştürülmesi demek, toplu bir tüketimin hedef alınarak, buna ilişkin bir ‘toplu üretim’ durumunun oluşturulmaya çabalanması demektir. Yani ortalama çoğunluğu -hem kültürel, hem de ekonomik- anlamda belirleyip, bu ortalama çoğunluğun zevki, olmak isteyip de olamadığı koşulları değerlendirerek, ‘onlarca/onlara’ yakın yeni bir kültürel ‘veriş’ durumunun var edilmesi demektir. ‘Sanatsal ürün’ün neredeyse sıradan bir market alışverişinde rastlanan ve ‘diğer’ alınanlarla birlikte sepete atılan ‘bir şeye’, bir tüketilene dönüştürülmesinin varlık alanıdır bu ‘kitlesel tüketim’ hedefi.
Görsel 5Kapitalist sistemin ister istemez yarattığı ‘fabrika işçisi’ tipi, kısa bir dönem sonunda, kültürel değerlerden uzaklaşmış ve klasik anlamdaki eğitimden nasiplenemez hale gelmiştir. Bu durum ise, 20. yüzyılda adlandırılacak olan ‘popüler kültür’ün ilk temellerini atmış ve farklı bir zevkin ‘sığ zevk’in ‘kolay zevk’in doğmasına neden olmuştur. Kişilerin beğeni düzeyi en aşağıda tutularak, herkesin buluşacağı ortak payda, yeni ve geçerli bir ‘herkesçe kabul görebilecek estetik beğeni’ oluşturmaya dönüşmüştür. Bir anlamda ‘herkese benimsetme’ çabasıdır. “Bu ürünlerde kitlesel bir tüketim, kitlesel beğeniye seslenen bir standartlaşmayı getirmektedir. Beğenilen malzemenin çok sayıda dağıtımının getirdiği bu standartlaşmanın sanatsal ürünler üzerindeki etkisini, sanatsal ürünlerdeki ‘değer kaybı’ şeklinde ele alındığını görmekteyiz” (Benjamin 1995:72).
Değerini kaybeden sanat ürünü, Benjamin’in belirttiği gibi, sanat eserinin ana dokularından birini oluşturan biriciklik niteliğinin kaybolmasına ve auranın ölümüne yol açmaktadır. Aurasını kaybeden sanat eseri ise, şeyleşmeye ve çirkinleşmeye başlar.
“19. yüzyıldan itibaren etkisini göstermeye başlayan Kapitalizmin ve onun ‘yükselen’ sınıfı burjuvazinin sanatı metalaştırma sürecinin, sanatta yaygın beğeni, yani popülerleşme getirmesi ile kabalaşma başlattığını, bu süreç ile beraber kiç olgusunun da kendini belli ettiğini görüyoruz” (Erol 1999:95). Dolayısıyla kiç, modern çağda ortaya çıkan/çıkarılan bir olgu olarak sanat yapıtlarının yozlaşması ve metalaşması ile doğrudan bağlantılıdır.
Kiç anlayış, kendini belki de sanattan önce, yaşam biçiminde, giyim-kuşamda göstermiş, belli toplumlar -ki bunlar çoğunluğu oluşturmaktaydı- arasında kiç, bir moda halini almıştır. Her moda gibi, gittikçe yayılan gittikçe etkili olan bu farklı, belki de zıt moda öylesine etkili olmuş ve olacaktır ki aradan yaklaşık iki yüzyıl geçmiş olmasına karşın varlığını sürdürebilecektir. Sanayileşmiş bir ekonominin sonucu olarak ortaya çıkan kiç; genel beğeni düzeyine indirgenmiş, ‘ucuza’, ‘satın alınabilen’ ‘popüler’, sanatsal bir yapıya sahip olmak yerine -olabilirlik koşulları belki de olanaksızlık içerdiğinden ya da ‘bir uğraş gerektireceğinden’- ‘sanatsal’ bir etkileme yolu ile üretilmiş ve buna göre biçimlendirilmiş, kolay üretilip tüketilen, yüzeysel bir algılanmaya sahip, üretimi ticari kaygı ile yapılan ürünleri tanımlayabilmek için kullanılmaktadır. Kiç olarak adlandırılan beğeni anlayışı, salt sanatsal üretimde belirginleşmemekte; kullanılan giysilerden davranış biçimine, dekorasyondan kullanım eşyalarına kadar çok geniş bir zincir içinde görülmektedir. Bütün bu olgulardan hareketle kiç için, sadece sanatsal bir sonuç değil, ‘dünyaya ve yaşama bakış’, ‘dünyayı ve yaşamı algılayış tarzı’dır demek hiç de hatalı olmasa gerek.
Görsel 6Günümüz, teknolojik gelişmelere bağlı olarak büyük bir üretime ve bunun sonucu olarak da büyük bir tüketime kucak açmıştır. Bu ‘artı’ üretim, insanların gereksinimlerinin karşılanmasında bir kolaylık, geçmişe kıyasla yaşam koşullarını yükseltme, çeşitlendirme -yani önüne bir çok seçeneğin konmasını- sağlamıştır. Bu ‘sağlama’ da, ‘nasılsa bana ulaştırılıyor, hem de fazlasıyla’ gibi bir mantık içinde, ‘herkesin’ işini kolaylaştırmış ve ‘herkesi’, üretmek, üretmeye dönük düşünmek yerine önüne konulan seçenekler doğrultusunda sadece ‘tüketmeye’ yöneltmiştir. “Herhangi bir ürün ne denli fazla tüketiciye ulaşabilirse, kültür fabrikası içerisinde var olan süreçler tarafından ne denli daha fazla yeniden üretilebilirse, bu ürünün ekonomik geri dönüşü de o denli büyük olur. Ürün bu nedenle toplumsal farklılıkları reddedip insanların ortak paydalarına seslenmek zorundadır... Kültür endüstrilerinin ekonomik ihtiyaçları var olan toplumsal düzenin disipline sokucu, hegemonyacı, kitleleştirici, metalaştırıcı (bu sıfatlar daha da çoğaltılabilir) diye adlandırabileceğimiz güçleri şu ya da bu derece taşırlar” (Fiske 1999: 40-41).
Görsel 7Sanatın metalaşarak değişim değeri kazandığı toplumlarda, insanlararası ilişkiler de tüketilmeye ve yozlaşmaya başlamıştır. Günümüz toplumsal yapısını ve bu toplumsal yapı içinde değişen ‘sanatı sorgulama ve sanata bakış biçimini’ -hele ki ülkemiz koşullarında, günün her saati, en umulmadık alanlara, en umulmadık insanlarca sarkıtılan- bu alaturkalığı sorgulamak, tanımlamaya çalışmak ve doğru biçimde değerlendirmek gerekmektedir. Diğer bir deyişle, temelde kiçin uzanabildiği sanatsal oluşumların ülkemiz koşullarındaki karşılıklarını bulmaya çalışmak önemli olacaktır. “Son yıllarda, modernlik projesinin eleştirisi, özellikle bütün dünyada çok yaygın ve popüler bir konu olarak görünüyorsa da, modernleşmenin Batı’ya oranla çok daha kısa ve tartışmalı bir tarihe sahip olduğu ülkelerde de meselenin önemli, hatta daha acil olduğu kanısındayız” (Bozdoğan, Kasaba 1998:1).
Görsel 8Beğeni, beğeninin nesnel ürünü, bu ürünün yarattığı haz, hoşlanma ya da zevk alma şeklinde ortaya çıkan duygusal doyum ve nihayet bu doyumun hem bir yaşam tarzı, hem de bir yaşam amacı olması, bir toplumun kimliğini betimlemede son derece önemli bir göstergeler bütünü olduğu için, kiç üzerine yapılabilecek her türlü saptama, sadece sanatsal bir tanıma olmakla kalmaz, aynı zamanda belli bir toplumun kimliği olarak da ortaya çıkar diye düşünülmelidir.
Sanatın dili, normlarının bütünlüğü ve denetimi kendi iç dinamiğinde hayat bulur. Sanata ilişkin bir değerler bütününden söz edebiliyorsak, bu bütünlük, doğal olarak yaşanan, kendiliğinden gelişen, değişen ve yenileşen bir sistemin varlığından kaynaklanmaktadır. Bu sisteme dışarıdan gelen herhangi bir dayatma, sistemin çözülmesine neden olur ve bu çözülme beraberinde denetimsiz ve kuralsız bir ‘sanat gibi’ durumu oluşturur. Bozulmuş olan, bu kurmaca yeni durum, sanatı özvarlığından kopararak ya da sanatın alanını sınırlayarak, yerine yeni başkalaşımları çoğul kılmaya başlar. Endüstri toplumunun anonim yapısı, sanatı da öznel konumundan sıyırıp anonimleşen bir yapıya oturtmuş ve kiç oluşumlara zemin hazırlamıştır.
Her çağda, her dönemde iyi ve kötü sanat bir arada var olmuştur. Zaman ve toplum, daha iyi sanatı bulunca; kötüyü, hatta ‘daha az iyiyi’ dışlamış, sanat alanının kapsamına sokmamıştır. Oysa 20. yüzyıl, özellikle 20. yüzyıl kötüyü dışlamamış, salt arz-talep ilişkisini ölçüt alarak, ona da bir tanım getirmiş ve sanat alanı içinde yer ayırmıştır. İşte, belki de kiç, bu yeni alanın kendisidir.
Görsel 9Kiç, artık yaygın bir değere sahip bulunmayan ya da moda olmayan kimi ayrıntıların, eklentilerin, kendine özgü bir estetik kaygı ile bir yapıtın temel öğesi gibi kullanılma becerisi ve bu beceri ile çıkan, sanat denilen ürünün adıdır diyebiliriz. Kiçin her anlamdaki içeriksel yoksulluğu, boşluğu, ona görüntüsel olarak katılan abartılı bir ‘albeni’ ile yok edilmeye, gizlenmeye çalışılır. Tüm üretimlerinde, zevksiz, belirsiz, estetik bir değer taşımayan özellikler gösteren kiç, ‘ucuz’, daha doğru bir deyişle, ‘asılların ucuzlatılmış’ ve dolayısıyla artık, ‘benzemeyen’leridir. Burada sözü edilen ‘ucuz’ olma hali, herkesin ulaşabileceği ve satın alabileceğidir. Ve dolayısıyla, ‘yeniden’, ‘herkese göre’lik anlamındadır. Gerçeğini almak olası değilse, ‘gibi’sine ‘yakınlaşabilme’ halidir. ‘Her beğeni, her zevk’ koşulunu düşünerek, tam beğeni fakirliklerini de göz önünde bulundurarak, farklı ‘çeşitlemelerle’, resimden mimarlığa, heykelden endüstri tasarımına, grafik tasarıma yeni ‘rüküş’lükler katmaktır.
Kiç, 19. yüzyılda başlayan sanayileşmenin ve kapitalizmin yarattığı sosyal sınıfın hem kendini kanıtlaması, hem de bir anlamda diğer sınıflardan öç almasıdır, onları protesto etmesidir. Bu öç alma ve protesto öylesine güçlenmiş ve baskın olmuştur ki hemen her ülkede, özellikle de az gelişmiş ülkelerde son derece baskın bir durumdadır.
Görsel 10Kiç’in Türkiye’de ortaya çıkışı, Osmanlı Devleti’ne kadar uzanmaktadır. “19. yüzyıl sonunda Osmanlı Devleti’nin geçirdiği ekonomik ve sosyal değişimler ve bu dönemde Batı’ya açılma eğilimleriyle birlikte sanayileşmenin ülkeye girmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nu ekonomik yönden çökertmek amacıyla işlevsiz ama görkemli, gösterişli mimari ve düzenlemelerin uygulanması, klasik değerlere ulaşmış geleneksel mimari ve dekorasyonun bırakılması, kökenleri Anadolu’da İlk Çağ kültürlerine değin inen geleneksel sanat ve el sanatları ürünleri yerine Avrupa tüketim mallarının piyasaya egemen olması ve bu ortamın kitlelere kısa sürede üstten baskıyla kabul ettirilmesi, geleneksel ve işlevsel bir zevkin üstüne gölge düşürmüştür. Azınlıkların ve onların etkisinde kalan kent soylularının yarattığı yapay görüş, tüketim amacıyla kitlelere yaygınlaştırılmıştır. Kitle bu yeni üretimi özümsemeden kabul etmiş ve kiç için verimli bir temel oluşturulmuştur” (Madra 1989: numaralandırılmamış).
Türkiye; koşulları gereği coğrafi, stratejik, ekonomik, kültürel, sosyal..., tarihsel boyutta bakıldığında da Osmanlı’dan günümüze, hep iki arada bir derede durumunda, çoğunlukla ‘kendisiyle çatışmalar’ yaşayan bir ülke konumunda olmuştur. Var olan yerleşik ve kültürel değerlerin, tarihsel uzantılarının farkında olunamamasına ilişkin ya da ‘bunların’ gerçek anlamda konumlandırılamamasının getirdiği bir çeşit ‘utanma’,‘kabul edememe’ durumunun yerine ‘ne konulması gerektiği’ sorgulamasının -belki de eğitim yetersizliği nedeniyle- yaşandığı tuhaf bir bilinç yoksunluğu halindedir.
Diğer bir deyişle, özgün ve doğru ya da kendine ait olanın farkına varamamanın sıkıntısıdır bu. Bunun eleştirisini yapamamıştır ve yapamamaktadır. Hep bir ‘öykünme’ gereksinimini içinde barındırmaktadır. Zamanında, Anadolu kültürünü, halk kültürünü, saray kültürüne ‘Osmanlı’ kültürüne teslim etmiş, halk, yani esas çoğunluk ya da sayısal yoğunluk, bugün de bu ‘teslimci tavrını’ sürdürmekte ve kendisine dayatılanı kabullenerek yaşamını sürdürmeyi tercih etmektedir.
Görsel 11“1980’lere kadar arabesk tarz içerisinde gelişimini sürdüren kiç; 1980-1985 arasında hızla bir gelişme olanağı bulan popüler kültürel gelişmelerle daha da yaygınlaşmıştır. Ve yine bu tarihlere kadar kiçin yerli versiyonuyla (Arabesk) yetinen insanlar; hızlı değişim, şehirdeki kuşakların değişmesi, popülizmin etkileri vb. nedenlerle yerli kiçle yetinmeyerek ithal kiçi bir arada tüketmeye başlamışlardır” (Erol 1999). Genel yargı, kiç sanatının 18. yüzyıl sonlarında, hatta 19. yüzyılda çıktığı görünümündedir. Bunun altında bir bakıma da çağın insan ve insanına verdiği değer anlayışı ile cumhuriyetçi, demokratik siyasal tutum yatmaktadır denebilir. Demokratikleşmeyle gelen olumlu ve olumsuz yaşam koşulları, özellikle de dengesiz gelir dağılımı gibi, kültürel ve teknolojik gelişimlerin bireye dönük değerler düzeninde oluşturduğu köklü -ancak herkesçe aynı düzeyde alımlanamaması gibi- değişimler, sınıf farklılıklarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu değişimlerin sonucundaki yeni ‘kozmopolit yaşam’, bir anlamda toplumun genel bütünlüğü içinde, yeni küçük bir araya gelmeleri doğurmuştur. Diğer bir deyişle, sınırlarını net olarak çizemesek de, bir biçimde ‘herkes dengi dengine’ durumu oluşmuştur. Kiç, öncelikle kendini bu sınıflaşma içinde aykırı hisseden bir azınlığın sanat gösterisi gibi ortaya çıkmış, ancak günümüz dünyasında ciddi bir baskın alan haline gelmiştir.
Çok geniş bir yayılım alanına sahip olan kiçin belirlenebilmesi için, öncelikle onu var eden koşullarla birlikte değerlendirmek ve özelliklerini iyi saptamak gerekmektedir. Gerçek sanat veya iyi sanat önce arz edilir ve kendi talebini yaratır. Oysa ki sıradan sanat ‘nabza göre şerbet’ niteliğindedir ve talebe göre var edilir. Bir sanat ürünü, varlığı açısından (ontolojik olarak) kiç kategorisine girmese bile kullanım amacı, kullanım yeri ve kullanan açısından ele alındığında da o ürün kiç olabilir, kiç sayılabilir. Böyle bir durumda kiç, sanatın adı olmaktan çok eylemin adı niteliğe dönüşür. Fakat böyle bir eylem, zaman içinde, belli alıcılar açısından dahi olsa, o yapıtı kiç niteliğine büründürür ve hatta horlatabilir.
Görsel 12Kiç biçim anlayışı ve beğeni eğilimi salt sanatsal üretimde değil, günlük yaşam içinde yer alan çeşitli araç ve gereçten, dekorasyona, giyiniş biçiminden davranış biçimine, kullanılan dilden, jest ve mimiklere değin uzanmaktadır. Diğer bir deyişle kiç, yaşamın her kesitinde görülebilen bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan bakıldığında kiç, bir anlamda ‘moda’ niteliği de taşımaktadır. Yani oluşum süreci itibariyle, üretildiği ana/döneme ilişkin rağbet gören özellikleri içerir. ‘Gibi olmaya’ öykünmekten kaynaklanan ‘bir örneklik’ duygusunun sonucunda bir anda ‘moda’ oluverir. Söz gelimi gündemde olan, beğenilen bir sanatçının imajı-saçı, giysileri, hareketleri... bir anda toplumun büyük bir kesiminde kopyalanabilir. Elbette bu kopyalamada, kendine/kendini uyduramama hali artık ‘moda’ değildir. Plastik çiçekler, üzeri resimli duvar halıları, çiğ renkli manzara resimleri, çocuklara verilen isimler, şıkırtılı ‘avize’ler, perdelere iliştirilen ‘kelebek’lerin tümü, üretildikleri döneme ilişkin ‘moda’ olmuş ürünlerdir.
“Kiç, göstergeleri anlamlarından yalıtarak ortaya çıkarabildiği gibi, farklı kültürlere ait göstergeleri bir araya getiren sentezleşmemiş karışımlar biçiminde de belirebiliyor” (Tanyeli 1990:106). Bu özellikler düşünülerek, kiçin karmaşık bir yapıya sahip olduğu düşüncesi doğrulanmış olmaktadır. Ancak bu karmaşıklık, kiçin kullandığı biçimlerle ilgili bir karmaşıklık değil, kiç ürünlerin tek tip bir yapıya sahip olmaması, farklı kesimlerin gereksinimlerine yönelik farklı görüngüler taşıması ve bununla bağlantılı olarak da toplum içerisinde çok geniş bir yayılım alanına sahip olmasından kaynaklanan bir karmaşıklıktır. Çünkü kiç ürünlerde çok kolay beğenilebilecek biçimler kullanılır, ürünler birbirinin veya bir başka ürünün taklidi niteliğindedir, ürünlerde kullanılan biçimler genel beğeni düzeyine göre yapılandırılır, birçok eklentiyle donatılarak albenisi hedeflenir ki pazarda çok ve çabuk tüketilsin, yerine hızla başkaları konulabilsin. Kiç ürün, her yerde, her zaman, tüm duyularımıza sızmaya hazır haldedir.
Gerçek sanat yapıtı-resim, heykel, müzik... dünyanın her yerinde az sayıda insana seslenebilmektedir,oysa kiç-resim, kiç-heykel, kiç-müzik... her yerdedir. “Çamlıca’da sözde geçen yüzyılın koçu arabaları fesli-şalvarlı sürücülerle arz-ı endam etmekteyse, Amerika’da Williamsburg’da da 13. yüzyıl giysili aileler sokaklarda turist gözü oyalamaktadır. Ve nihayet Ludwig Giesz’in ‘Kitschmens’ (kiç adam) teriminin anlattığı bir insan tipi belirmiştir. Giesz, bu kiç-adamı turist olarak tanımlayarak modern dünyada kiçin kapsama alanının ne denli geniş olduğuna ilişkin belki de en önemli saptamayı yapar” (Tanyeli 1990:103).
Günümüzde kiç beğeni anlayışı, tüm sanat alanlarına sızmış bulunmaktadır. Bugün kentleri betona kesen yapı toplulukları çok yoğundur. Yararlı ve güzelin birlikte gerçekleştirildiği mimarlık yarar nesnesine dönüşerek metalaşmıştır. Kentlerde seri üretimin yansıması yapı blokları, gecekondular ve kaldıysa tarihi doku, iç içe sırt sırta yer alabilmektedir. Modern binaların önünde dev boyutlu çirkin heykeller, yapay malzemelerle görünmekte, Mona Lisa’nın binlerce kötü taklidi, evlerin duvarlarını süsleyebilmektedir. Özgünlük yerine özentiyi ve taklidi temel alan kiç üretimler, çay tabağından postere, heykelden tekstil ürünlerine kadar birçok ürün üzerinde sanatsal yapıyı deformasyona uğratarak yansıtmakta ve böylece sanat eserinin değerini indirgemekle kalmayıp, sanat eserine ticari bir kimlik de vermektedir.
Görsel 13Kiç ürünler, sanatsal içerik ve biçimden yoksun olarak üretilmesine karşın, üretim aşamasında sanatsal bir etkilemeyi hedeflediği için, onu tüketen bireyler tarafından belirli bir estetik tutumla algılanmakta ve onu tüketenler açısından güzel veya çirkin kategorisinde değerlendirilebilmektedir. Bu ürünlerden alınan haz, ürüne göre değişen bir bakış açısıyla, ancak kısa süreli olmaktadır.
Sanatsal üretimlerin iç dinamiklerinden yoksun olsa da Kiç Sanat ürünleri, estetik ölçütlere uymamasına karşın, tüketici tarafından belirli bir estetik tutumla algılandığı için, günümüzde varlığını kabul ettirmiş bir ‘estetik’ kategori içindedir. Her geçen gün biraz daha yakınımıza sokulan ve yaşamımıza eni konu girmeye başlayan kiç ve uzantıları karşısında beklenen, teslimiyetçi bir tavır ya da ‘bananecilik’ ya da bir çeşit empati yaratmaktan çok, farkında olarak davranabilmek ve reddedebilme kültürünü oluşturabilmek, kiç karşıtı gerçek sanat ürünlerini desteklemek olmalıdır. En azından doğru bir eğitim ve kültür birikiminin gerekliliğine inanmak ve bu konuda çaba göstererek, gelecek nesillerin bizler gibi ‘gelişmekte olan bir ülkenin’ vatandaşlığı yerine ‘gelişmiş bir ülkenin’ vatandaşları olmalarını sağlamak, hem kiçleşmeyi, hem de içinde yaşamakta olduğumuz keşmekeşi azaltacak bir ortamı sağlayacaktır şüphesiz.
“Gençlik kültürleri, aldıkları biçim ne olursa olsun, toplumda bir yatırım aracıdırlar ve işte bu anlamda politiktirler...” (McRobbie 1999:229). Depolitize edilerek ‘kitleleştirilen’ bir gençliğin tek çabasının ‘tüketim’ olması, istenen, kurgulanan yapının yerleşmesine yardımcı olacaktır kuşkusuz. Ve bu durum da kültürün bile kitleleştirilerek istendik bir albeniyle sunulmasını ve tüketilmesini olanaklı kılacaktır.
Görsel 14Kültürel yapının, bir ‘tüketim malzemesine’ dönüştürülmesi ise, bir tür tıkanma ve soluk alamama halidir, bir başka biçimiyle ‘yok oluş’tur. “İnsan ancak kültür var oldukça insan olduğuna göre, kültürel bir his kaybı, bir duygu kütlüğü, doğrudan doğruya insan/insanlar/insanlık gibi yargıları etkiler ve onlar üzerinde oluşturulan değerlerin zedelenmesine, yıpranmasına neden olur. Tıkanma belli bir alanda başlayabilir. Fakat kısa bir dönem sonra etkisini tüm organizma üzerinde gösterir” (Erinç 2004:58).
Sonuç olarak kiçin bir sanat olduğu, hümanistik psikolojinin yarattığı insan ve insanlık anlayışı açısından kabul edilebilir durumdadır. Fakat aydın insan ve gerçek sanatseverin kiçi sorgulaması bitmemiştir ama biçim değiştirmiştir. Artık sorgulama ‘sanat mıdır, değil midir’ biçiminde değil, ‘ne kadar sanattır’ biçimindedir.
Gonca İLBEYİ DEMİR
Anadolu Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Öğretim Üyesi
Kaynakça
Benjamin, Walter, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, YKY, İstanbul, 1995.
Bozdoğan S., Kasaba R., Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, (ed.) Sibel Bozdoğan-Reşat Kasaba, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1998.
Çalışlar, Aziz, Günümüzde Sanatsal Kültür ve Estetik, Cem Yayınevi, İstanbul, 1983.
Erinç, M. Sıtkı, Kültür Sanat Sanat Kültür, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2. Basım, 2004.
Erol, Lütfü, Türkiye’de Popüler Kültür ve Kitsch (Yayımlanmamış Doktora Tezi), HÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1999.
Fisher, Ernst, Sanatın Gerekliliği, çev. Cevat Çapan, Payel Yayınları, İstanbul 1995.
Fiske, John, Popüler Kültürü Anlamak, çev. Süleyman İrvan, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999.
İnankur, Zeynep, 19. Yüzyıl Avrupası’nda Heykel ve Resim Sanatı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1997.
Madra, Beral, “Modern’den Postmodern’e, Hürriyet Gösteri, Haziran, Sayı:127, 1991.
McRobbie, Angela, Postmodernizm ve Popüler Kültür, çev. Almıla Özdek, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1999.
Tanyeli, Uğur, “Aslolan Kitsch’tir”, Arredamento Dekorasyon Dergisi, Aralık, Sayı:21, 1990.
Taygun, Ali, “Kültür Sanayinin Doğuşu”, Adam Sanat, Sayı:10, 1986.
Timuçin, Afşar, Düşünce Tarihi, BDS Yayınları, İstanbul, 1992.
Görsel Listesi
Görsel 1: www.pinterest.com/pin/84372192990172760/ (22.06.2014) Görsel 2: culturacolectiva.com/el-kitsch/ (23.06.2014) Görsel 3: kitschiskitsch.blogspot.com.tr (24.06.2014) Görsel 4:www.edwardtufte.com/bboard/q-and-a-fetch—msg7msg_id=0003pg (26.06.2014) Görsel 5:www.telegraph.co.uk/culture/culturepicturegalleries/8426266/Michael-Jackson-Kitsch-art-paintings (25.06.2014) Görsel 6: www.citypaper.net/Article.php?Jesus-wrote-the-Constitution-according-to-painting-in-weird-press-release-8705 (25.06.2014) Görsel 7: www.unwindingmoments.com/search/label/mensfashion (26.06.2014) Görsel 8: www.pinterest.com/pin/447123069225204992/ (25.06.2014) Görsel 9: www.baskalenews.com (23.06.2014) Görsel 10: agustosbocegininguncesi.blogspot.com (22.06.2014) Görsel 11: webpages.shepherd.edu (24.06.2014) Görsel 12: tablechairwall.com (25.06.2014) Görsel 13: www.resimyagmuru.com (24.06.2014) Görsel 14: bugun.com.tr (22.06.2014)
|