Sabah yüzümü yıkarken aynaya baktım.
En dikkat çekici yanım tepeden dökülmüş saçlarımdı…
Zaten büyük olan burnum, yaşlandıkça daha da büyümüş gibi geldi bana… Yüzümün oranları bozulduğu için mi öyle geldi yoksa burnum zamanla büyüyor mu kestiremedim.
Dolgun dudaklar… Çekik gözler ve artık vücudumun bir parçası olmuş gözlüklerim.
 (Ben bu muyum?)
Sabah yüzümü yıkamak için aynaya bakarken düşündüm;
“Ben bu muyum?”
Üzerinde daha uzun düşünmek için aynadaki görüntümün fotografını çektim.
Fotograf üzerinde düşünürken, ne kadar zaman geçti bilmiyorum, telefonum çaldı. Konuşma yapacağım konferans için beni tanıtacak bir fotoğraf istiyorlardı. Biraz önce aynanın önünde çektiğim fotoğrafım var, onu göndereyim diye düşündüm. Düşününce duramıyorsun, düşünmeye devam ediyorsun;
“Bu ben miyim?”
 (Bu ben miyim?)
***
Bu kadar basit olamazdı! Yüzümü yıkarken aynaya yansıyan görüntüm kadar basit olamazdım! Çekik gözlü, tepesi açık, koca burunlu diye tarihe kalacaksam, o kadar yanlış bir iz bırakmış olacaktım ki! Kendim için içim acıdı… Ve yeniden düşündüm;
“Ben kimim o zaman?”
Eğer aynadaki görüntümden daha başka biriysem, fotoğrafımı isteyen konferans yöneticilerine başka bir fotoğrafımı göndermeliydim.
***
Yeniden aynaya baktım… Bu kez “Ben kimim?” sorusunun cevabını arayarak baktım.
Böyle bir derinliğe inerek bakınca, daha önceleri göremediğin bazı görünmeyenleri de görebiliyorsun. Fotografçıysan eğer, işin de portre veya otoportre yapmaksa eğer, bu görünmeyenleri de göstermen gerekir.

(S. Haluk Uygur ve Derya Yazar; Haluk Uygur Otoportresi / Dünyanın yaşadığı günleri düşününce bu benim!) ***
“Portre fotografının düşünürü” diye isimlendirdiğim Yousuf Karsh (1908-2002) bir röportajında şöyle diyor;
“ Her kadının ve her erkeğin içinde gizli bir fotografçı var. Benim görevim onu bulup çıkarmak.”
Karsh’ın “fotograf” kelimesini kullanırken kast ettiği şey, bir öykü anlatma isteğinden başka bir şey değil. Nitekim herkesin dışarıdan görünenin dışında anlatacağı bir dünyası, bir öyküsü mevcut. Karsh da fotografçı olmasa yazarak anlatacak, yazma kabiliyeti de yoksa şarkı söyleyecek. Derdi nereden yol bulursa oradan çıkarak öykü anlatmak. 
(Yousuf Karsh; Tennessee Williams Portresi /Oyun Yazarı olan Tennessee Williams çalışırken )
Bu öyküyü kendi anlatabilir. Ama ne kadar doğru olur. İkinci yol ise modelinin kendi kendini anlatmasını sağlayabilir. Onların içindeki gizli fotografçıyı çıkarmak dediği bu. Model fotografçının ne istediğini ve kendisinin ne olduğunu düşünmeye başlayınca, bir fotografçı olur çıkar. Kendini anlatan pozlar vermeye başlar. Deklanşöre kimin bastığı önemli değil, önemli olan modelin maskesiz ruh halinin kareye yansıması.
Dolayısıyla Karsh; fotoğrafını çektiği modelin (her kadın ve her erkeğin) burnundan, saçının görüntüsünden çok; iç dünyasını yansıtabilirse, yaptığı işin portre olduğunu düşünür. Yoksa sadece bir yüz!

(Yousuf Karsh; Judith Jamison Portresi / Zannederim altına dansçı yazmama gerek yok. Fotograf bırakın mesleğini, dans ederken yaşadığı ruh halini dahi hissettiriyor) “Fotografik Düşünme Tarihi” isimli kitabımda Yousuf Karsh’ın portreciliği hakkında şöyle bir yorum yapmışım; “Karsh, birinin fotografını çekmeye başladı mı onun kimliği ile birleşir. Biraz kendisi o olur ama daha önemlisi; fotoğrafı çekilen kişiye bu işi o kadar benimsetir ki, onların içindeki fotografçıyı ortaya çıkarır. Yani portre sahibi de kendini anlatmaya hazır bir öykücü, bir fotografçı olmuştur. Karsh ile birlikte davranarak neredeyse kendilerinin otoportrelerini yaparlar. 
(Yousuf Karsh; Salvador Dali Portresi / Fotograftaki mercekten Dali’nin iç dünyasına hemencecik girebiliyorsunuz) Böylece model ile Karsh birbirine karışır. Portre, modelin öyküsü kadar, Yousuf Karsh’ın da ruh halidir. Kısacası fotoğrafı çekilen kişi fotografçı, fotografçı da model haline gelmiştir.
Görüldüğü gibi deklanşöre basmak kısa bir süredir. Asıl süreç ise tam anlamıyla psikolojik bir analiz olan, fotografçı ile modelin birbirinin ruh hallerinin anladığı düşünsel bir süreçtir.
Hekim olduğum için rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu düşünsel süreç, Sigmund Freud’un (1856-1939) psikoanaliz denilen yöntemine çok benzer. 
(Yousuf Karsh; Peter Lorre Portresi/ Günümüzde unutulmuş biri olsa da bu fotoğrafla Peter Lorre’nin kişiliği hakkında fikir sahibi olabiliyoruz)
***
Konferans yöneticilerinin benden istediği fotografa geri dönersek eğer; fotografçı ile modelin aynı kişi olduğu oto portrelerde, fotografçının bu ruhsal analizi kendi kendine yapması gerekir. Ve kendine arka arkaya sorular sormalıdır; “Ben kimim?” 
(S. Haluk Uygur- İsmail Ökke; Haluk Uygur Otoportre/ “Ben kimim?” sorusuna cevap)
Tepesi dökülmüş uzun saçlı biri mi, yoksa dünyadaki değişimin yarattığı olumsuzlukların kırıp döktüğü bir kişilik mi?
Koca burunlu bir adam mı, yoksa kadın özgürlüğünü, cinsiyetçi yaklaşımdan uzaklaşarak, insan özgürlüğü ile eşleştiren insan mı? 
(S. Haluk Uygur ve Semra Sem; Hanife ve Haluk Uygur Portresi / Kadın ve erkek kavramı konusunda yaptığım bir kolaj)
Beni ben yapan, çekik gözüm, kocaman gözlüğüm mü, yoksa sanatın yaratıcılığının yaşamın her alanında uygulanabilecek potansiyel bir güç olduğunu düşünmem mi? 
(S. Haluk Uygur ve Uğur Cıngıl; Otoportre)
Arka arkaya sorular gelecek dedim ya, öyleyse kendi kendime;
“Beni ben yapan görünmeyenimi nasıl göstereceğim?” diye de sormalıyım.
Bilime inanan, matematiğe güvenen yanımı nasıl anlatayım?
Aksiliğimi nasıl göstereyim?
Söyleyeceklerimi, her şeyi göze alarak söyleme isteğimi fotoğrafıma dökebilir miyim? 
(Ali Fırat ve Şebnem Ragıpoğlu; Haluk Uygur Portresi)
Aynada gördüğüm yüzümü mü, yoksa dünyaya bakış biçimimi belirleyen psiko-sosyal varlığımı mı anlatmalıyım?
***
Sabah yüzümü yıkadıktan sonra aynaya bir daha baktım.
Bu kez sadece burnumu kulağımı görmedim…
70 yıllık yaşantımın görünenleri içerisine saklanmış görünmeyenlerimi de görmeye çalıştım.
Yüzüm yüz olmaktan çıktı, iz haline geldi.
Yüzümde izdir öykülerim… 
(S. Haluk Uygur ve Derya Yazar; “Susma!” isimli otoportre) 
(S. Haluk Uygur; Yüzünde izdir dünyası) 
(S. Haluk Uygur; Kırık Ruh) 
(S. Haluk Uygur; Hasta ve doktoru) 
(S. Haluk Uygur; Öğretmen)
|