İnsanın kişiliği bir inşa eylemidir. Doğduğumuz aile ortamında yeşerir ilk tohumlar. Yaşam koşullarımızın olanakları ve ait olduğumuz kültürel çevrenin birikimiyle besleniriz. Eğitim alırız, okuruz, düşünürüz, sorgularız ya da sorgulamaz uyarız. Birey olarak var olmanın benzersizliği, her bireyin farklı duyarlılıklara ve farklı önceliklere sahip olduğu çok sesliliğin zenginliğini oluşturur. Bazı fotoğrafçıları ve sanatçıları farklı kılanın, daha bir özgür, daha bir sıra dışı, kendi kararlarından taviz vermeyen, kendilerine güvenlerini kaybetmeden sürdürdükleri yolculukları olduğunu görüyoruz. Van Gogh’un (1853-1890) fırça darbelerinde, Paul Cezanne’ın (1839-1906) perspektiflerinde, Kazimir Maleviç’in (1879-1935) Siyah Kare’sinde farklılık böyle bir özgürlüğün yaratımıdır. Fotoğraf tarihinde Eugene Atget, Maholy_Nagy, Ansel Adams, Robert Frank, Bernd-Hilla Becher Çifti, Diane Arbus ve daha birçok isim yarattığı farklılıklarla fotoğraf kültürünün gelişiminde atlama taşları olmuşlardır.
Diane Arbus (1923-1971), yoğun dürtülerinin etkisiyle, psikolojisini derinden etkileyen sırlarıyla, aradığı fotoğrafların peşinden koştu. 1959 yılında moda fotoğrafçılığı yapmamaya karar verip, kendi fotoğraf yolculuğuna odaklanan Diane, 28 Temmuz 1971 tarihinde evinin banyosunda ölü bulundu. Üzerinde mavi bir kot şort, kırmızı bir gömlek vardı. Bileklerini kesmişti. Bu minyon yapılı sevimli kadın kısacık ömründe yaptığı çalışmalarla nasıl efsaneye dönüştü?
Diane Arbus’un yaşamını konu alan üç önemli kitaptan söz edilir. 1984 yılında yayınlanan Patricia Bosworth'un "Diane Arbus: A Biography" isimli kitabı Arbus’un çok başarılı kabul edilen biyografisidir. Türkçeye "Ötekilerin Fotoğrafçısı" olarak çevrildi. 1995’te ise yeni bilgilerle “Revelations" (1995) yayınlandı. Üçüncü önemli çalışma, 2011’de yayınlanan, William Todd Schultz’un kaleme aldığı psikobiyografi olan, “An Emergency In Slow Motion”. Yine Nicole Kidman’ın başrol oynadığı “Fur” isimli filmin konusu da DianeArbus’tu.
Richard Avedon, "Hayatı, fotoğrafları veya ölümüyle ilgili hiçbir şey tesadüfi veya sıradan değildi" der. “O gizemli, kararlı ve hayal bile edilemezdi. Deha böyledir.”
Fotoğrafları yaşamının içinden karelerdi, çalışmalarında öznellik ön plandadır. Onun fotoğraflarını çözümlemenin yolu yaşamını anlamaktan geçer.
Gertrude ve David Nemerov'un ortanca çocuğu olan Diane Nemerov, 14 Mart 1923 yılında , üst orta sınıf bir Amerikalı ailenin içinde doğar. Ağabeyi Howard kendisinden 3 yaş büyük ve kız kardeşi Renee 5 yaş küçüktü. Zengin ancak çok sorunlu bir aileden söz ediyoruz. Aile bireyleri arasında kopukluk derin bir iz bırakıyor. Baba işiyle meşgul, aileden kopuk bir çizgide. Anne, psikolojik sorunlar yaşayan, sürekli tedavi gören, kendi dünyasında bir kadın. Mürebbiyeler ve hizmetçiler var ve çocuklar mürebbiyelerle sürdürüyorlar yaşamlarını. Diane şu sözlerle anlatır o yılları: “Babam maskeli bir adamdı -bir "sahte"- esas olarak çeşitli oyunlarını gizlerken cepheyi korumakla ilgileniyordu; Annem yalnızdı, soğuktu, depresifti, melankolisinin kaynağıyla ilgili farkındalığı olmayan bir "zombi"ydi.”
Diane, mürebbiyesi Mamselle’ye çok bağlanır, öyle ki mürebbiye izne gittiğinde hasta oluyor, çılgınca tepkilerde bulunuyordu. William Todd Schultz’un analiziyle: “Arbus hayatı boyunca yakın ilişkilere can attı, takıntılı bir şekilde ilişki aradı ve reddedilmekten korktu”. On dört yaşında, babasının mağazasında çalışan Allan Arbus ile tanışır ve ona bağlanır. Hem Schultz hem de Patricia Bosworth, Diane’nın insanlara bağlanma biçimi için “simbiyotik” tanımını kullanırlar. Kocası Allan Arbus ile ilişkisi de böyleydi.
Üç yıl sonra 1941 yılında , Diane on sekiz yaşına girdiğinde evlenirler. Bu babasına ve ailesine bir karşı çıkıştı. Allan, Diane’ya Graflex bir kamera verir. Diane fotoğrafa başlar; ikilinin ortak tutkuları fotoğraftır. Bir süre sonra babası David Nemerov, Russek'in reklam çalışmalarını fotoğraflamaları için ikisine olanak sunar. Diane reklamlar için dikkat çekici sahneleri kurgular, Allan fotoğrafları çeker.
Diane bir yandan moda fotoğrafçılığını sürdürüyor, öte yanda kişisel çalışmalarına zaman ayırıyordu. Lisette Model’den(1901-1983) aldığı fotoğraf eğitimleri Diane’yı yönlendirdi. Moda çekimleriyle uğraşırken öte yanda toplumun farklı karakterlerine ilgi duymaya başladı. O yıllarda izlediği bir film kendisini çok etkiler. Tod Browning'in 1932 yılında yaptığı’’ Freaks…’’ Ucubelerin, toplumun kıyılarında yaşayan karakterlerin yaşamları kendisi için saplantıya dönüşür.
Diane’nın psikolojik sorunları ve bağlanma arzusu vardı. Yaşantısında sırlardan söz eder. Fotoğraf bu sırları aralayan bir işlev görür.
Seks onun yaşamında bir gizem olarak ortaya çıkar. William Todd Schultz şunları yazar: “Helen Boigon ile yaptığı terapide, sokakta "tuhaf görünümlü" (yani, tuhaf görünen) erkekler bulmaktan ve onlarla seks yapmaktan bahsetti.” “Boigon, Arbus'u "şizoid" olarak adlandırır; bu terim, tuhaflık, eksantriklik ve büyülü düşünceyle kendini belli eden bir kişilik bozukluğunu akla getirir. Akıl hocası Lisette Model, çalışmalarını "nevroz" ve "şizofreni" ile dolu buldu.”
Diane, olgunluk döneminde ucubeleri, toplumun sınırlarında yaşayan farklı tipleri fotoğraflar. Bu insanları nasıl ikna etmiş olduğu bir gizemdir. Yabancı, ürkütücü ortamlarda bulduğu karakterlerin yaşamlarına sızar, onlarla yakınlık kurar, onların fotoğraflarını çeker. Çektiği kareler, sıra dışı mimikler ve tavırlarla, izleyiciyi derinlikli bir yoruma davet eder. William Todd Schultz şunları yazar: “Sır teması - Arbus için ne anlama geldiği ve onun hayatında ve sanatında nasıl yer aldığı - başka bir temel gizemdir. Her Arbus çekiminde ortak olan bir özellik itiraftır. O seçilmiş sırları ortaya çıkardı.”
Arbus’un fotoğraflarında insan psikolojisinin fotoğrafçılık üzerindeki baskın etkisini görüyoruz. Fotoğrafçılığında öne çıkan öznelliktir. Yönlendirerek, rahatsız ederek, sıkarak modellerinde kendi duygu ve düşüncelerini ortaya çıkarır. Kendi sırlarını ya da başkalarının sırlarını açığa çıkaran bu çalışmalar, dışavurumcu, öznel çalışmalardır.
Sandra Philips, “The question of belief “isimli makalesinde şunları yazar: “…benim için fotoğrafın konusu her zaman fotoğraftan daha önemlidir. Ve daha da karmaşıktır, dedi ve Arbus'un fotoğrafları, içinde yaşayan insanlara yaptığı derin yatırımın kanıtıdır……….. Olgusal ve nesnel olduğu iddia edilen fotoğrafların aynı zamanda elle tutulamaz olanı nasıl kaydedebildiği onu çok etkiledi.” Yine aynı makalede şunları okuruz.’ Modern Sanat Müzesi'nin eski fotoğraf küratörlerinden Peter Bunnell, “Bana öyle geliyor ki, insanları bu fotoğrafların öznelerinden daha çok rahatsız eden şey, onların bize hükmetme, bizi kelimenin tam anlamıyla hayatımızın ortasında durdurma ve kendimize kim olduğumuzu sormamızı talep etme niyetidir’ demiştir”.
John Szarkowski ( 1925-2007) 1960 yılında küratörlüğünü yaptığı bir sergiye “Mirrors and Windows’’ adını vermişti. Bazı fotoğrafçılar bir pencereden dışarı bakar, bazılarıysa bir ayna gibi kendi dünyalarıyla yüzleşir. Bazı fotoğrafçıların kompozisyonunda nesnellik ön plana çıkar, bazılarının yaklaşımı ise özneldir. Bu, anlatımızın özünde, fotoğrafçılığımızın özünde yatan dürtülerle ilgilidir. Kimliğimiz, sorumluluklarımız, beklentilerimiz, ilgilerimiz, sırlarımız, duyarlılıklarımız ve duygularımız çerçevesinde farklı kompozisyonlarla inşa ederiz fotoğraflarımızı. Diane Arbus’un fotoğrafları sırları, duyarlılıkları ve duygularıyla inşa ettiği bir derinliğe davet eder izleyicisini.
|