|
|
|
Sevgili arkadaşlar;
Bugünlerde grubumuza bir iki tane duyuru geldi. Bu duyurularda, “kadınlar günü” nedeniyle 8 Mart’ta bazı etkinlikler yapılacağından bahsediliyordu.
Bir arkadaşınız olarak sizlere feminizm ve kadın hakları ile ilgili birkaç laf etmek isterdim. İsterdim ama, bu işte öncelik kadınlardadır diye düşünüyorum. Bu konuda sıram en sondadır.
En iyisi, başımdan geçen bir olayı anlatayım. Herkesin feminizm ile tanışmasının bir anısı vardır. Benim anım da, “o an” ile ilgili.
Bildiğiniz üzere; yıllarca ülkemde bir “iç düşman” olarak faaliyet gösterdikten sonra, yurt dışına çıkıp oradaki “dış düşmanlar”ı da tanıyayım, eylem birliği yapıp el birliği ile devleti yıkayım diye düşünüp yurt dışına çıktım. Daha doğrusu, bu çıkış pek gönüllü olmadı. İşin orasını karıştırmayalım.
Yıl 1981, aylardan Eylül. Viyana’daydım. Rahmetli Merzifonlu Kara Mustafa Paşa nereye kadar gitmiş, neler yapmış merakıyla orada biraz konakladım. Cuntanın seneyi devriyesini protesto mitingi yapılalı iki hafta kadar olmuştu. Ben geleli de üç hafta.
Beni evinde misafir eden arkadaşım, bir öğleden sonrası telaşla geldi.
- “Akşama miting ve yürüyüş var” dedi.
- “Ne mitingi, yürüyüşü?” dedim.
- “Avusturyalılar yapıyorlar, katılmamız lazım“ dedi. ”Barış mitingi gibi bir şey”
- “Organize edenler kimler?” diye sordum.
-“Solcular, feministler, alternatifler falan” dedi.
İşte o an, feministleri ve mitinge katılacak kadar örgütlendiklerini ilk kez duydum.
Halbuki bizde ne güzeldi. Karışık örgütlenme veya erkek arkadaşların da katıldığı kadın örgütlenmeleri, geçinip gidiyorduk. Uzatmayayım...
Arkadaşım 12 Eylül’ü protesto eden miting sırasında da sattığı, almanca basılmış “Turkei Info” dergilerini de yanına alarak mitinge katılmak için evden çıktı. “Bu gavur solcuların mitingi, yürüyüşü nasıl oluyor?”, “Dış düşmanların müttefikleri içindeki konumları ne alemde?” merakıyla, tabii ki ben de onun yanındaydım. Biz hem mitinge katılacak hem de dergi satacaktık, böylece Avusturya kamuoyunu cunta konusunda bilgilendirecektik.
Westbahnhof’un (batı istasyonu) karşısındaki bir meydanlıkta toplanıldıktan sonra Mariehilfer caddesinden parlamentoya kadar yürünecek ve o günlerde Avusturya’nın savaşan ülkelere silah satması protesto edilecekti. Avusturya’nın ürettiği tankların, başta Latin Amerika’daki diktatörlük ile yönetilen devletler olmak üzere, bir çok ülkeye yasal olmayan biçimde satıldığına ilişkin haberler kamuoyuna yansımıştı. Bunları bana yolda giderken arkadaşım aktardı.
Meydana geldik. Rengarenkti. Duyan gelmiş, öylesine kalabalık… Çeşit çeşit insanlar, pankartlar, trampetler, borazanlar, ziller... Kısacası bir yürüyüşte görmek istediğiniz malzeme ve insan zenginliği ile alan dolmuştu. Nerede o bizim mitinglerin nizam, intizamı...
Arkadaşımla alanı dolaşmaya başladık. Yürüyüş başlamadan dolaşmalıydık, çünkü yürüyüş sırasında dergi satmak zordu. Arkadaşımın tek başına dolaşmasıyla da olacak iş değildi, zira az sonra yürüyüş başlayacaktı.
-“Ben sana yardım edeyim” dedim.
Yüzüme baktı, “Nasıl yardım edeceksin?, Almanca bilmiyorsun ki” dedi.
Duraksamadım:
-“Öğret o zaman” dedim. “Dergi kaç schilling?”
-“Sekiz”
-“Almanca nasıl söylenir?”
-“Acht” (okunuşu aht)
-“Tamam oldu. Peki, Almanca bilmiyorum nasıl söylenir?”
-“İch kann nicht deutsch.” (İh kan niht doç)
Söylediklerini birkaç defa tekrarlayarak öğrendim. Elindeki dergileri paylaştık. İki ayrı yöne gidip ortada buluşacaktık.
Elimde dergilerle dolaşmaya başladım. Arada bir “Turkey info” diye bağırıyordum. Beni durdurup bir şeyler söyleyenlere “Aht şiling” diyordum, uzattığım dergiyi konuşmadan alanlarda bir sorun çıkmıyordu. Bir şeyler söyleyenlere hemen “ih kan niht doç”u yapıştırıyordum. Söylediklerim karşısında hala konuşmaya devam edenlere de tekrar “ih kan niht doç diyorum, anlamıyor musun” diyordum. Onlar mı meramlarını anlatamadı, yoksa ben mi anlamadım gibi bir durumda da oradan uzaklaşıyordum.
Yeni olmama karşın bayağı başarılıydım. Belki de alıcılar bana acıdılar da aldılar. Gerçi bazıları, sanki umutsuz bir vakaymışım gibi kafalarını salladılar ama olsun, önemli olan dergi satmaktı. Her şey gayet iyi gidiyordu. Ta ki o meş’um hadise olana kadar...
Gruplar henüz yürüyüş başlamadığı için toplu halde duruyorlardı. Bazı pankartlar açılmış ve çevrelerinde toplanılmıştı. Dergiler sol elimde duruyordu, sağ elimde de tam sayfa açılmış bir nüsha vardı. Tamamı kadınlardan oluşan bir grubun yanından geçiyordum ki, sol bacağımın arkasında bir darbe hissettim. Geri döndüm. Döner dönmez bir tekme de öbür bacağıma geldi. İki genç kadın tekmelerini savuruyorlardı. Ayaklarında kocaman botlar. Şaşırdım tabi. Bunlar faşist olamazlardı. Arkadaşım neo nazilerden hiç bahsetmemişti. Tekmelerini savururken bağırıyorlardı da. Halbuki acıdan benim bağırmam lazımdı. Almanca bağırmayı bilmiyordum, onlar da Türkçe bağırmamı anlamazlardı. Yüz, beden ve el hareketlerinden de söylediklerinin (~☻♀♂Y&&=JNNM¡~ryw⅞~†tiy†♣† ) anlamına geldiğini çıkardım.
Çözemediğim bir terslik vardı ortada. Bir şeyi yanlış yapmıştım veya yanlış anlaşılmıştı. Karşımdakilerin gözlerini görünce, durumu orada durup muhakeme etmenin doğru olmadığını fark ettim. “Niyazi” diye anılmak işime gelmezdi.
Cinsiyetime bu ve benzeri durumlarla ilgili olarak atfedilen, yiğitlikle ilintili oranlama sözünü hatırladım. 9/10
Vınnnn... Başka grupların arasına karışmadan doğruca yolun karşısına...
Arkadaşımla buluştuk. Durumu anlattım ve uzaktan grubu gösterdim.
-“Ne işin vardı onların yanında?”dedi.
-“Onlar da kim? Nereden bileyim kim olduklarını?” dedim.
-“Onlar erkek düşmanı feministler” dedi
Bir şaşırdım ki hiç sormayın. Erkek düşmanı ha!...
Böyle bir şeyi de ilk defa duyuyordum. Bir günde hem feministleri, hem de onların erkek düşmanı olanlarını görmüştüm. Bir daha o tarafa bakmadım bile. Arkadaşımdan da ayrılmadım. Dergileri birlikte sattık. Miting bittiğinde elimizde birkaç dergi kalmıştı.
Şimdi grubumuza gelen çağrıları görünce yukarıdaki olayı hatırladım.
8 Mart kutlamalarına rahatlıkla katılabilirsiniz. Sizlere çağrıyı yapan arkadaşlarımız güvenliğinizdir ve de birbirinizden ayrılmayın.
Eşitlik konusuna gelince; bizim evdeki modeli herkese öneririm. İlişkilerimizde demokrasinin tüm kurallarını işletiyoruz, sonuçta kararı ben veriyorum.
8 Martınız kutlu olsun...
7 Mart 2007 Stockholm
Hasan Hüseyin Özkan
|
|
|
Ziyaretçi Sayısı:1000541
|
|
|
Copyright and "Fair Use" Information
Dergimiz ticari bir kuruluş olmayıp amatör bir yayındır. Fotoğrafçıları ve dünyada yapılan fotoğraf çalışmalarını tanıtmak amacıyla bilgi ve haber yayınları yapmaktadır.
Bir kolektif anlayışıyla çalıştığı için makalelerde yer alan fotoğraflar ve alıntıların sorumluluğu makalenin yazarına, fotoğrafçısına aittir.
Dergide yer alan içeriklerden ve ihlallerden derginin herhangi bir sorumluluğu yoktur.
Fotoğrafya'da yayınlanan yazıların, fotoğrafların ve kısa filmlerin sorumluluğu
yazarlarına/fotoğrafçılarına/sanatçılarına/film yönetmenlerine aittir.
Dergimiz fotoğrafla ilgili gelişmeleri duyurmak amacıyla çalışmaktadır. Ek olarak, ülkemizde yeterince tanınmayan yabancı fotoğrafçılar ve fotoğraflarıyla ilgili bilgi de aktarmaktadır. Makalelerde yer alan fotoğraflar HABER amaçlı kullanılmaktadır. |