“Ayak Sesleri”, “Emine ve Mine” ve son olarak “Hicap” aynı kaynaktan beslenir. Her üç iş de toplumsal cinsiyet, toplumsal iktidar ve bedenin denetimi arasındaki ilişkiler üzerine kurgulanmıştır. Birbirini takip ederek üretilen bu üç iş, siyasetten doğu batı ikilemine, ekonomiden tesettür modasına kadar geniş bir ölçekte var olan kavramlara işaret eder.
“Ayak Sesleri” örtünme üzerine İslami referanslara gönderme yapar. İslami örtünme pratiği kadının kamusal alanda görünmez olması, dikkat çekmemesi prensibine dayanır. Oysa tesettür giyim tarzı, şaşırtıcı bir şekilde örtülü kadınların da diğer kadınlar gibi görünme, kamusal alanda var olma ihtiyacı üzerinden çıkmıştır.
2004 yılında ürettiğim bu çalışma Türkiye’deki siyasal zemindeki türban tartışmalarının siyasal gündemde yeni yeni tartışılmaya başlandığı zamana rastlar. Sanırım özel alana kapatılmış örtülü kadınlar öncelikli olarak kamusal alana tesettür giyim tarzı ile çıkarak “ayak seslerini” duyurdular.
“Ayak Sesleri”, üretildiği dönemde moda olan 100 adet baş örtüsünden oluşur. Her bir parçanın saçaklarına örtülü ve örtüsüz kadınlardan toplanmış gerçek saçlar eklenmiştir. Üzerine dikili olan küçük ziller rüzgarla birlikte büyük bir uğultu çıkartırlar.
Daha sonra üniversiteler ve resmi dairelerde türban yasağı tartışmaları, örtülü kadınların meydanlarda seslerini daha da yükseltmelerine neden oldu. Bu süreçle birlikte kadınlar, Türkiye’de laik ve anti laik siyasi tartışmaların enstrümanı haline geldi. İki taraflı olarak “kadın” giyimi ve sureti üzerinden siyasi argümanlar geliştirildi.
Aslında bu yeni bir şey değildi. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte, hatta daha öncesinde bile Türk batılılaşması herşeyden evvel, surete çeki düzen verme üzerinden gelişti. Bu çeki düzen verme çoğunlukla kadın giyimi üzerinden yapıldı. Bu politika hiç aksatılmadan kadın bedeni üzerinden sürüp gitti. Bir çeşit imge demokrasisiydi bu. “İmge muhafazakarlığı” ile aynı kanaldan beslendi.
| |
“Emine ve Mine” (2007) bu tartışmaların kızıştığı dönemde üretildi. Bir yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın çarşafından sıyrılıp batılı normlara uygun giyim tarzını benimsemesi tartışıladururken, diğer yandan cumhurbaşkanı eşinin türbanlı olup olmaması, siyasi arenada belirleyici etken haline geldi. İki tip kadın profili yaratıldı.
Oysa laik ve antilaik kesimler tarafından '”çağdaşlık” ya da “inanç” örtüsü altında gizlenmiş “cinsiyetçi baskı” iki kutuba ayrılmış kadınlar tarafından en derinden, her zaman hissediliyordu.
. .
“Hicap” (2007) adlı video performansın üretimi de bu döneme rastlar.
Arapça kökenli bir kelime olan “Hicap” Türkçe’deki sözlük anlamıyla utanma, mahcubiyet, sıkılma demektir. İran’da tesettürün kelime karşılığı “Hicap” örtünmek ile eş anlamlı olarak kullanılır. . .
İslami giyim anlayışının batı ülkelerinde yarattığı tartışma göz önüne alındığında, doğulu olma durumu, “kimliksiz” ve “ezilmiş” kadın imgesi ile somutlaşarak, “başörtüsü”, “burka” ya da “çarşaf” ile sembolleşir. Oysa bu çok katmanlı imge demokrasisi ya da muhafazakarlığı, hem doğuda hem de batıda, çarşaf, türban, döpiyes, ya da iç çamaşırı gözetmeden kadın imgesini, ekonomiden politikaya kadar geniş bir yelpazede kullanmaktan çekinmez.
"Hicap" video performance, 5 min, 2007, Istanbul
Canan Şenol
|