| Silva Bingaz   Ermeni bir ailenin kızı olarak Türkiye’nin doğusunda dünyaya geldi.   2000 yılından sonra fotoğrafçılığa başladı. ‘Evde Değilse Nerede’   başlıklı ilk gösterisi 2001 yılında yayınlandı. Bu çalışma, üç yıl   boyunca Iraklı mülteci bir kadının, Beyan’ın hikayesinin   fotoğraflanmasını sağladı. Bingaz bir diğer çalışması olan ‘Kıyı’ya 2002   yılında başladı ve halen bu proje üzerinde çalışmaktadır. 
 2006   yılının ilk yarısında Bingaz, İsveçli fotoğrafçı Anderse Petersen   tarafından İsveç’e davet edilerek burada kendi fotoğrafları için   Petersen’in karanlık odasında çalıştı.
 
 2006 Kasım ayı boyunca Paris’te ‘Avrupalı Kadınlar’ isimli bir fotoğraf projesinde yer aldı.
 
 Mart   2010’da ‘European Eyes on Japan’ isimli fotoğraf projesinde fotoğraf   çekmesi için Eu-Japan Fest organizasyonu tarafından Japonya'ya davet   edildi.
 Halen fotoğraf çalışmalarına İstanbul’da devam etmektedir.
  “BEYAN” 12.Mart.2011, Silva Bingaz ile söyleşi. 
 
 O dönem   feminist organizasyonlarla çok yakın ilişkim vardı. ‘Evde Değilse   Nerede’ye gösteri hazırlıyordum ve kadın arkadaşlar biliyorlardı   çalışmamı. Bir gün bir arkadaşım aradı ve gel dedi. Burada bir kadın   var, adı Beyan. Onun fotoğraflarını çekmelisin…  
 O akşam, bir   odada, yarım makara çektim. Daha sonra fotoğraflara baktığımda çok   etkilendim ve Beyan’ı daha fazla çekmem, daha fazla görmem gerektiğini   düşündüm. 
 
   “7   Aralık 1998’de Beyan vuruluyor. Onu üvey erkek kardeşi vuruyor. Sebep   kocasına itaatsizlik. O aslında hemşireliğinin 13.yılında. Onu kendi   çalıştığı hastaneye ablası alıp götürüyor. Bu olaydan sonra Beyan’ın   babasının, amcasının ve tüm erkek kardeşlerinin de üyesi olduğu aşiret,   Beyan’ın hastanede kurtulmasını istemiyor. Bu arada hastaneden giden   haberle gizli feminist kadın örgütleri Beyan’a sahip çıkıyor. Bir yıl   süreyle Süleymaniye’deki bir kadın sığınma evinde kalıyor, ancak   ailesinin erkekleri tarafından çok fazla tehdit alınca, onu koruyabilmek   için kadınlar Beyan’ı Irak’ta bir milletvekilinin annesinin evine   yerleştiriyorlar. İki sene de orada kalıyor ve tüm bu süreçlerde ceza   olarak çocuklarını göremiyor. Daha sonra gelen tehditlerle artık Irak’ta   da kalma şansı olmayınca Türkiye üzerinden Almanya’ya gitmek üzere yola   çıkarılıyor.” 
 Almanya’ya gittim... Bir mülteci kampında   kaldığını biliyordum ancak onu aramam gerekiyordu... Kadın   organizasyonlarından tanıdığım arkadaşlarımın da desteği ile Beyan’ı   buldum. Umutsuzluk içerisindeydi. Ne yapabiliriz diye düşünüyorduk.   Beyan 4,5 yıldır çocuklarını görmüyordu ve tek istediği çocuklarına   kavuşmaktı. Yapabilecek hiçbir şey yoktu çünkü çocukları Irak’taydılar   ve onları buraya getirtmek imkansızdı.
 
 Beyan’ın hikayesi o dönem   gizli bir hikayeydi. Beyan’ı açık edemezdim. Bu hem onun hem de ona   yardımcı olan kadınlar için tehlikeli olurdu. O sebeple, fotoğrafları   gösterebilmek için uygun şartların en erken yirmi yıl sonra oluşacağını   düşünüyordum. İstanbul’a döndükten bir süre sonra öğrendim ki çocuklar   İstanbul’a getirilmişler. Irak savaşı çıkmıştı ve babayla beraber   ailenin erkekleri savaşa gitmişlerdi. Çocuklar Irak’ta sahipsiz   kalmıştı. Beyan ile sürekli iletişim halinde olan annesi ve kız kardeşi   durumdan Beyan’ı haberdar etmişler ve Beyan da çocukların bir şekilde   İstanbul’a getirilmeleri gerektiğini söylemiş. Çocuklar buraya gelmişler   ve bir otele yerleştirilmişler. Ancak bu yine de bir çözüm değildi,   çünkü pasaportları olmadığı için ne Beyan İstanbul’a gelebiliyordu, ne   de çocuklar Almanya’ya gidebiliyordu. İşte buluşma süreci o dönem   başladı. Burada Alman Protestan Kilisesi’nin ve kadın örgütlerinin   yardımı ile çocuklar 6 ay kadar İstanbul’da kaldılar. Sonra bir gün bir   mucize oldu. Almanya’da mülteci haklarıyla ilgilenen ve Beyan’ın   Almanya’ya varmasından beri onun durumuyla yakından ilgilenen Thomas   isimli bir kişi Beyan’ın pasaport alabilmesini sağladı.
 
 
 Beyan   ilk kez İstanbul’a geldiğinde ve çocuklarını gördüğünde ben de   oradaydım. Beyan iki hafta kadar çocuklarıyla birlikte burada kaldı ve   çocuklarını da yanında götürebilme mücadelesini sürdürdü. Ancak çocuklar   pasaport alamadılar ve ikinci kez Beyan’dan ayrılmak durumunda   kaldılar. Beyan geri dönmek zorundaydı, çünkü burada yaşayabilme   şansları yoktu. İşte bu an çocuklar için bir yıkım oldu, ikinci bir   belirsiz dönem başlamıştı ve çocuklar bir kez daha annelerinden   ayrılmışlardı. Bir sure sonra ikinci mucize geldi. Almanyadan Thomas’ın   ve İstanbul’dan Alman Protestan Kilisesi’nin büyük çabalarıyla Alman   konsolosluğu çocuklara pasaport verdi ve çocuklar Almanya’ya gidip   annelerine kavuşmuş oldular. 
 En son Almanya’ya yanlarına   gittiğimde her şey durulmuştu. Durulan bir su gibi, masmavi duvarları   olan bir evde kalıyorlardı ve mutluydular. Bir mültecinin alabileceği   kadar kısıtlı bir imkanla yaşıyorlardı ancak bir aradaydılar...
 
 
 Beyan’ın   dilini bilmiyordum. İlk zamanlar ona nasıl yaklaşmam gerektiği üzerine   çok düşündüm. Dilini bilmediğin bir insanla doğayı kullanarak bağlantı   kurarsın. Ben Beyan’la hep ağaçlar üzerinden iletişim kurdum. Etraftaki   dalları, çiçekleri toplayıp odasına götürmüştüm. Onları gösterip kendi   dilinde ne anlama geldiğini sordum ve böylece bir iletişimi başlatmış   olduk. Bu çabam onun ağır hikayesinin de dışına çıkmamızı sağlamıştı. Bu   ağaç-çiçek üzerine konuşmaya çalışmamız onu ilk kez güldürmüştü.  
 Bana   fotoğrafları çekerken ne düşündüğümü soruyorsun, fotoğrafları çekerken   düşünmeyi bırakıyordum. Fotoğraf, çekim anında düşünülerek yapılmaz.   Öncesinde ve sonrasında düşünür fotoğrafçı. Öncesinde hissedersin ve   çektikten sonra seçerek kurgulamaya başlarsın. Serideki fotoğrafları   nasıl seçtiğimi soruyorsan, mesela bana karnını açtığı fotoğrafı seçmem   gerektiğini biliyordum. Çünkü Beyan gibi bir kadının, geleneksel   çevreden gelen bir kadının, kocası tarafından vurulmuş olan bir kadının,   karnındaki uzun yara izini göstermek için bile olsa, karnını   fotoğrafçıya açması önemliydi. Bu, aramızdaki güven ilişkisini   göstermenin yanı sıra, onun çok cesur bir kadın olduğunu da   gösteriyordu. O anda ikimizde hiç konuşmadan biliyorduk ki, o her ne   olursa olsun çocuklarına kavuşmak için direnecekti.
 
 Beyan   Irak’ta kadınlar tarafından korundu. Vurulup hastaneye götürüldükten   sonra da öfke bitmedi ve ailesindeki erkekler onu ortadan kaldırmak   istedi. Beyan’ın gizlenmesi gerekti ve bütün bu süreçte kadınların çok   büyük katkısı oldu. Aslında bu seride hissedilmesi gereken bir diğer şey   de ‘kadın dayanışması’dır. Beyan’ın çocuklarına kavuşmasının temelinde   kadın dayanışması yatmakta.
 
 Beyan hikayesinin çocuklarına   kavuşmasından sonra açık edilmesini istedi. Rahatsız olmadı bundan.   Kadınların bu makus tarihini değiştirebilmek konusuna o da hikayesiyle   katkı sağlamak istiyordu. Böyle olunca yayınlamaya karar verdim. Bu   çalışmayı İstanbul’da Mart ayında göstermek istiyordum. Çünkü kadınlarla   ilgili bir şey yapmak istemiştim. O sebeple Beyan sergisi, Uluslararası   Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin yan etkinliği olarak yer   aldı. Birileri görsün, duysun, anlasın istedim. Her şeyi çok çabuk   değiştiremezsiniz. Bu sürece ne kadar katkısı olursa o kadar olacak.
 
 
 Festivalin ana teması: Eşit miyiz?
 Maskülen   dünyanın öfkesi erkekte olduğu kadar kadında da var. Aslında en temelde   en ilksel duyguların kurbanı gibiyiz. Sadece kadınların bu dünya   içerisindeki konumlanmasından kaynaklanan öfkesini dizginlemesi diye bir   şey söz konusu. Kadınlar öfkelerini dizginlemeye zorlanırken erkeklerin   öfkesi cesaretlendiriliyor. Bu öfke aslında en genel anlamda sistemin   öfkesi ve erkeklerin öfkesini destekliyor. Dolayısıyla bu bir yandan da   fiziksel şiddeti cesaretlendirmek. Dünyanın her tarafında erkekler   kadınlara fiziksel şiddet uygular, kadınlar da kendilerinden daha   güçsüzlere, mesela çocuklarına şiddet uygular. Ancak bu şiddeti   engellemek için yasalar, kanunlar geliştirmezsen bu devam edecektir.   İşte burada da erkeği cesaretlendirmek söz konusudur.
 Eşit   değiliz! Eşit haklara sahip olamıyor ve adaletten eşit bir şekilde   yararlanmıyoruz maalesef. Son derece eril bir düzenin içindeyiz. Bir   kadın hakkını aramak istediğinde adaletten, güvenlikten   yararlanamıyorsun. Herkes için emniyet gerekirken kadınlar bunun içinde   yoklar. Bu sistemin yürümesinde kadının şiddet görmesi bir sorun olarak   görülmüyor. Bir kadının sadece kadın olduğu için öldürülmüş olması   kimsenin umurunda değil. Benim çektiğim fotoğrafın   biçimi sadece formatif bir biçim değil. Aynı zamanda düşünsel de bir   biçim. O düşünsellik insanın en temelde var oluş biçimidir. İnsana ait   duygular birçok şeyi belirler. Dünyanın çakıl taşlarıdır sistemi   oluşturan. O sebeple o çakıl taşlarının üzerinde durdum ben. Daha doğal   ortamlar, modern ve pırıl pırıl mekanların olmadığı yerler ve bugünün   insanlarının en temel hislerinin üzerinden hareket ederim. Korkular,   ölümle olan ilişki, doğumun karşısındaki çaresizliğimiz, iktidar   duygumuz… Bunlar birer çakıl taşıdır. Ben bunların üzerinde dururum.   Evet Beyan’da olan ve Kıyı’da devam eden feminen bakış açım her zaman   var, yani maskülen dünyayla derdim var. Hazırlayan: Yağmur Dolkun |