| 
                               
	 GÖRSELLERİ OKUMA DEĞERLENDİRME VE YARATMA SÜRECİ Alev Fatoş PARSA* Konuşulan dilin sözcük sayısı sınırlıyken, 
görsel dili oluşturan imgelerin sözlüğü sınırsızdır. Özet  Yazı,   her dönemde anlam ve anlatımın kurulmasında mutlak egemendir. Görsel   kültürün egemenliğindeki bu yeni yüzyılda ise, çağdaş batı toplumlarında   imgelerin merkezde bulunduğu ve bu anlamda ‘göz merkezli’ (ing.   ocularcentrism) toplumların oluştuğu sonucuna varılmıştır. Toplumsal   anlamda bu sürece ulaşmak için elbette enformasyon teknolojilerinin ve   görsel/işitsel kitle iletişim araçlarının gelişimi gerekmekteydi. Bu   perspektiften bakıldığında görsel okuryazarlık sürecini; imgeleri   okumayı, onları eleştirel değerlendirmeyi ve onların yaratım sürecini   döngüsel bir bütünlük içinde düşünmenin önemli bir yetenek olduğunun   anlaşılması gerekmektedir. Anahtar Sözcükler: Görsel Okuryazarlık, Görsel Algılama, Okur  Abstract 
Throughout   human history, writing has always provided the means to establish and   describe meaning. In this new century shaped by the visual cultures,   ‘ocular-centric communities’ are established in the western hemisphere.   From a sociological perspective the advancement of technological,   informational and audio-visual media were necessary to attain this   visual process. With this perspective, key requirements of visual   literacy include the critical evaluation of images and a holistic   consideration of the creative process behind images. Key words: Visual Literacy, Visual Perception, The Reader
 
  GİRİŞ Yazılı   sözcüklerin ve yazılı metinlerin anlamını öğrenmenin gerekliliği nasıl   zorunluysa, görsel dilin bileşenlerini okumayı ve anlamayı öğrenmek de   gerekmektedir. Görsel mesajları doğru olarak yorumlamak ve aynı zamanda   böylesi mesajları yaratmak amacıyla öğrenilen yetenek görsel   okuryazarlıktır. İnsanlar içinde yaşadıkları dünya ile görsel işitsel   kitle iletişim araçlarının sunduğu dünyadan bir anlam çıkarmak,   gösterilen enformasyonun ötesine gitmek, gözlediklerine bir anlam vermek   isterler. Bu bağlamda geleneksel okuryazarlığın yanı sıra, yeni   iletişim teknolojilerinin gelişimine paralel olarak görsel okuryazarlık   (ing. visual literacy), medya okuryazarlığı (ing. media literacy),   sinema okuryazarlığı (ing. cine-literacy), televizyon okuryazarlığı   (ing. tele-literacy) ve bilgisayar okuryazarlığı (ing. computer   literacy) alanlarının geliştirilmesi yolunda son yıllarda kuramsal   olarak yoğun çalışmaların olduğu gözlemlenmektedir.
  
Görsel   okuryazarlığın en bilinen özelliği her şeyin “görme” olgusuna   dayandırılmasıdır. Herhangi bir işlevsel ya da sanatsal metinde anlam,   hem onu yaratan hem de onu okuyan alıcısı tarafından, zihinsel süreçte   karşılıklı dinamik bir etkileşimi işaret etmektedir. Anlamın inşası, hem   kültürel, hem toplumsal hem de tarihsel koşullar altında bitmez   tükenmez bir üretimdir. Dil, bu süreçte gerçeği anlamlandırmaya çalışan   insanın başvurduğu tek iletişim sistemi değil, sadece en fazla   başvurduğu sistemdir. Günümüzde çevremizin çok sayıda ve değişik   biçimlerde görsellerle kuşatıldığı düşünüldüğünde, onların da kendine   özgü bir yapısı olduğu, dış gerçekliğe ve kültüre özgü görsel bir dil   oluşturduğu söylenebilir. Görsel iletiler bilindiği gibi, hemen   algılanabilen düzanlamlarının yanında yananlamları da yapılarında   barındırırlar. Görsel metinlerde, ilk bakışta algılanmayan bu   yananlamların çözümlenebilmesi için, dilde olduğu gibi okunmasının da   öğrenilmesi gerekmektedir.
  
Görsel okuma tanımlamalarının çoğu   bireyin görsel bir imgeyi, görüntüyü nasıl yorumladığı olgusunu da   içermektedir. Görsel algılama görsellere ilişkin bilginin beyindeki   serüvenidir ve üç aşama içermektedir. Görme eyleminin biyolojik   etkinliğinin ardından, zihinsel (psikolojik) ve kültürel okumalara   geçilmektedir. Görsel okuryazarlık etkinliğinin oluşması için öncelikle   sağlıklı bir görme eyleminin oluşması ve imgenin retinaya düşmesi   gerekmektedir. İmgenin zihinde dolaşması ve orada tanınması psikolojik   etkinliktir. Zihinde beliren imgeye beynin daha önce öğrendiği ve anı   deposunda sakladığı enformasyona ve kültürel kodlara göre anlam vermeye   girişmesi görsel okumadaki son aşamaya işaret etmektedir. Bu bağlamda,   görsel okuryazarlığın ilk aşaması ‘görsel algılama’dır. Rune   Pettersson’a göre görsel okuryazarlık; “Görsel bilginin anlamını ve   görsel mesajları kesin olarak yorumlama ve bu tür mesajları yaratma   yeteneğini öğrenmek olarak adlandırılmaktadır.”(1988: 155). Görsel dilin   de konuşulan ve yazılan dillerin olduğu gibi kendine özgü grameri,   kodları ve sentaksı bulunmaktadır. Belirli bir sınıra kadar görsel   dillerin grameri ve sentaksında yer alan bazı faktörler bilinmektedir,   ancak bu konu üzerinde yine de yeterli kuramsal çalışmaların yapılmadığı   bilinmektedir. Bu çalışmada görsel okuryazarlık alanının kapsamının   açıklanmasının ardından bu durağan görüntülerde görsel dili oluşturan   bileşenlere ve kodlara yer verilmeye çalışılmıştır. 
  1. Görsel Okuryazarlık Alanı, Tanımı ve Kapsamı  
Toplumsal   iletişimde işitmeye ve görmeye dayalı bir kültür, giderek yazılı   kültürün önüne geçmektedir. Paul Martin Lester “Visual Communication -   Görsel İletişim” (2000) kitabının daha önsözünde, okumanın günümüzde   ‘dinlemek ve izlemek’ karşısında güç kaybettiğini belirtmektedir. Bugün,   yüzlerce sayfayla yazılıp incelenen tarihsel bir dönem, iki saatlik bir   sinema filmiyle görsel-işitsel olarak anlatılabilmektedir.
  
Görsel   iletişim ve görsel okuryazarlık çalışmalarının en temel kuramsal   temellerinden biri enformasyon iletiminin imgeye dayanmasıdır. Braden ve   Hortin’e (1982) göre; “Görsel okuryazarlık imgeleri anlama ve kullanma   yeteneğidir. Bu yetenek imgeler üzerine düşünme, öğrenme ve açıklama   süreçlerini içermektedir” (1982:41). Son yıllarda görsel okuryazarlık   kavramı yanında medya okuryazarlığı kavramı da sık kullanılmaya   başlanmıştır. Bu iki kavramın birbirinden farklı olduğu üzerinde   durulmaktadır. Chauvin’e göre, “Medya okuryazarlığı tanımlarının tümü   kitle iletişim araçlarını merkeze almakta, mesajların kitleler tarafında   tüketildiğini vurgulamakta ve mesajların nasıl ve hangi amaçla   yapılandığı üzerinde durulmaktadır” (2003:122). 
  
Görsel   okuryazarlığın önemini ve farklılığını De Fanti, Brown ve McCormick   şöyle vurgulamaktadır; “Karşılıklı konuşuruz (işitiriz) ve 5000 yıldır   sözcüklerimizi muhafaza ederiz, ancak gördüklerimizi paylaşamayız” (Akt:   Trumbo,1999:421). İletişim süreci içinde görsel okumayı anlamanın çok   ayrı bir yeri vardır ve mutlaka açıklanmalıdır. Johannes Gutenberg’in   matbaayı icat etmesinden önce, Avrupa’da insanların ancak yüzde 30’u   okuyabiliyordu. Bu buluştan 70 yıl kadar sonra Avrupa nüfusunun yüzde   80’i artık okuryazardı (Lester,2000). Sözcüklerin anlamlarının   okunabilmesi ve metinlerin öğrenilmesi gereğinin zorunlu olduğunu   günümüzde herkes takdir etmektedir. Televizyonun, bilgisayarın ve   özellikle masaüstü yayıncılığın, internetin icadından sonra iletişim   alanında görsel mesajların rolü de değişmiştir. Lester’ın deyimiyle,   “insanlar kelimeleri okumayı düşündüler, ancak görüntüleri okumayı asla   düşünmediler… Bugün kelimeleri okumaktan daha çok medyada imgelerle   karşılaşmaktayız” (2000: 21). Günümüzde artık yoğun olarak   görselleştirilmiş bir toplum içinde yaşanırken, halkla ilişkiler,   gazetecilik, sinema, fotoğraf, reklam, televizyon, görsel ve grafik   tasarımı alanıyla ilgilenenlerin, sunulan kelimeleri ve görüntüleri   nasıl kullanacaklarını, nasıl yorumlayacaklarını bilmeleri   gerekmektedir. 
  
Paul Messaris “Visual Literacy: Image, Mind &   Reality - Görsel Okuryazarlık: İmge, Zihin ve Gerçeklik” (1994)   kitabında görsel okuryazarlığın, “imgelere eleştirel bakışı öngördüğünü”   (s.166) belirtirken, aynı zamanda “imgenin hem üretim (production)   süreci, hem de tam aksi imgenin yorumlanma (interpretation) sürecinin   birlikte incelenerek anlamlandırma deneyimine ulaşılması gerektiğini”   (s. 180) belirtir. Heinrich, Molenda ve Russel (1982) için görsel   okuryazarlık; “görsel mesajları doğru olarak yorumlamak ve böylesi   mesajları yaratmak için öğrenilmiş bir yetenektir” (Akt: Chauvin,   2003,123).
  
Anthony Pennings’e (2002) göre, “görsel okuryazarlık;   görülebilenlerle, ne görüldüğüyle, görülenlerin nasıl yorumlanacağıyla   ilgilenen bir çalışma alanı” olarak ortaya çıkmaktadır. Uluslararası   Görsel Okuryazarlık Topluluğu IVLA’nın (İng. International Visual   Literacy Association) kabul ettiği “görsel okuryazarlık” tanımına göre   ise; “Görmenin, aynı zamanda diğer duyusal deneyimlerle sahip olduğu ve   bütünlediği görme yeterliğinin (ing. vision competiences) gelişimidir.   Bu yeterliğin gelişimi temeldir. Bu gelişim sağlandığında, görsel   okuryazar bir insan çevresini saran doğal veya insan yapımı görsel   hareketleri, nesneleri ve/veya sembolleri ayırt etme ve yorumlama   yeterliğine sahip olur. Bu görsel yeterliğin yaratıcı kullanımıyla   insan, diğerleriyle iletişim kurabilir ve görsel iletişimin temel   çalışmalarını kavrayabilir” (IVLA,2006). Görsel okuryazarlık, neyin   nasıl göründüğü ve bu görünenin de nasıl yorumlandığının üzerine   odaklanmaktadır.
  
Görsel okuryazarlık tüm sanatsal üretimlerde   olduğu gibi ‘yaratıcılık’, ‘uygulama’ ve ‘dışavurum-anlatım’ süreçlerini   içinde barındırır (Chauvin,2003:123). Rune Pettersson’a göre ise;   “Görsel bilginin anlamını ve görsel mesajları kesin olarak yorumlama ve   bu tür mesajları yaratma yeteneğini öğrenmektir” (1988:155). Bu anlamda   görsel okuryazarlıkta yorum ve yaratımın, yazılı metinlerin   okuryazarlığında olduğu gibi okuma ve yazma süreciyle paralel olduğu   söylenebilir. Görsel diller de, aynen konuşulan ve yazılan dillerin   birbirinden ayrıldığı gibi, birbirinden farklı olabilir. Görsel dilde   kullanılan kodlar farklı kültürlerde ve alt kültürlerde de farklılık   gösterebilir. Herhangi bir batılı toplumda dahi görsel kodlar ülkenin   değişik bölgelerinde, farklı sosyo-ekonomik grupların arasında vs.   farklılık gösterebilir. Görsel dillerin de aynen konuşulan ve yazılan   dillerde olduğu gibi kendine özgü grameri, kodları ve sentaksı   bulunmaktadır. Görsel dillerin grameri ve sentaksında yer alan bazı   faktörler daha belirgindir. Görsel okuryazarlığın ilkelerini saptamaya   çabalayan Reynold Myers (1985) “Görsel okuryazarlık teorisinin   ilkeleri”ni ise şöyle belirlemiştir: 
• “Görsel dil oluşturulma yeteneği, sözlü dilin gelişiminden önce ve ona bir temel oluşturmak üzere gelişmiştir. 
• Görsel   dilin gelişim seviyesi, öğrenenin etkileşime girdiği nesnelerin,   görüntülerin ve beden dilinin zenginliğine, çeşitliliğine ve karşılıklı   etkileşim derecesine bağlıdır. 
• Görsel dilin gelişim seviyesi,   öğrenenin süreçlere doğrudan katılımı ve nesneleri, görsel imajları ve   beden dilini yaratmak üzere kullanılan ekipman tarafından   kolaylaştırılır” (Akt: Pettersson,1988:123).
 Görsel   okuryazarlığın daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla son olarak geleneksel   okuryazarlıkla karşılaştırılması yerinde olacaktır. Bu tür bir   karşılaştırmayı “Yeni Ekonomide Bilişim İletişim Teknolojileri (Bit) Ve   Bilgi İşçileri” adlı makalesinde bilişim okuryazarlığı ve klasik   okuryazarlık üzerine Özgüler (2006) gerçekleştirmiştir. Buna paralel   olarak bu çalışmada da görsel okuryazarlık ile geleneksel okuryazarlık   karşılaştırıldığında ve fiziksel, sosyal, ekonomik ve üretim becerileri   kapsamında değerlendirildiğinde tabloda yer alan verilere ulaşılmıştır. 
  
Tablo.1 Okuryazarlık ile Görsel Okuryazarlığı karşılaştırarak değerlendirme 
  
    |    |  
 Okuryazar   olmanın sağladığı, bilgiye sahip olma niteliğidir. Bilginin aynı anda   pek çok kişi tarafından kullanılması ve tükenmemesi ancak yerine yeni   bir bilgi geldiğinde eskisinin kullanımının azalması söz konusu olsa da   hiçbiri birbirini yok etmemektedir. Klasik okuryazarlıktaki okuma ve   yazma olgusunun karşılığında, görsel okuryazarlıkta yaratma ve yorumlama   en belirgin ayrım olarak yer almaktadır. Konuşma dili ile yazılı dilin   ayrılması gibi, görsel diller de ayrılmaktadır.  
Görsel okuryazarlık   çalışmalarında en temel kuramsal alanlardan biri görüntünün   doğasındadır. Görsel iletişimde en önemli olgu enformasyon iletiminin   görüntüye dayanmasıdır. Bu nedenle, görsel iletişimi irdelemenin yapısal   çözümlemesinde ilk yapılacak olan görüntünün doğasını anlamaktır.
  2. Görsel Okuryazarlığın Temel Birimleri Sözlü   okumanın kullandığı ortak anlam birimleri ve öğelere paralel olarak,   görsel okuryazarlıkta da bu ortak sınırlar içinde işleyen anlam   birimleri ve öğeler bulunmaktadır. Herhangi bir görsel iletişimde   kompozisyon kurmaya hizmet eden elemanlar, aynı zamanda görsel   okuryazarlığın temel öğeleridir.
  
İnsan, görüş alanı içine giren   ve kendi ilgisini çeken herhangi bir konu üzerine dikkatini   odakladığında, çevresinde çelişen diğer ayrıntıları gözden   kaçırabilmektedir. Bu durumda görüntünün tümü ilgiyi dağıtacak öğelerden   temizlenerek, görsel iletişim dilinin temel öğeleriyle   düzenlenmektedir. Görsel öğelerle oluşturulan yaratıcı etkinlikler   izleyicilere yeni bir gerçeklik sunmaktadırlar. Mesaj, eğer teknik ve   yaratıcı süreçte başarılı biçimde sunulursa izleyeni inandırıcılığıyla   etkileyebilir. Görüntüler aslında ilk bakışta sıradan görünürler.   Basitten karmaşığa, somuttan soyuta, düz anlatımdan dolaylı anlatıma,   görüntüyle bir dünya yaratma diğer sanatlarda olduğu gibi kişisel   üsluplara göre değişmiştir ve değişecektir; değişmeyen görüntünün   üstünlüğü ve dilidir (Kılıç, 2000:51).
  
Görüntüler önce zihinde   tasarlanmakta ve görselleştirilmektedir. Bu görselleştirme süreci masa   başında kağıt üzerinde yapılan bir dizi çalışmadan sonra maddileşir.   Böylelikle adım adım düzenlenmesi gereken temel görsel estetik öğeler   ortaya çıkmaya başlar. Sanatçılara “görmeyi” öğreten ilk sanat dalının   resim olduğu bilinmektedir. Bu sanat dalında geçmişten günümüze kadar   gelen görüntü öğeleri; perspektif, kompozisyon, renk, form, ritim ve   ışık-gölge vb. evrensel elemanlardır. Resimdeki bu kompozisyon ilkeleri,   görsel dilin estetik öğeleriyle açıklanmalıdır. Çünkü bunlar, herhangi   bir resmi izleyen kişinin resimdeki kompozisyonu anlayıp   anlamlandırabilmesini sağlayan temel öğelerdir.
  
Her türden görsel   materyaller, mesajlar, nesneler ve deneyimler için de geçerli olan   temel komposizyon öğeleri görsel iletişimin temel birimlerini   oluşturmaktadır. Bu elemanlar: mekanın işaretçisi nokta (ing. dot);   sınır tanımayan bir bitiştirici olan çizgi (ing line); daire, üçgen,   kare gibi temel şekiller (ing. shape); temel şekilleri ilerleten   hareketin yönü (ing. direction); değer (ing. value) tüm elemanların en   temeli, ışığın yokluğu ya da varlığı, kromanın eklenmesiyle renk ve   değer iş birliğinin ortaya çıkardığı temel renk (ing. hue) ve doyma   (ing. saturation); gözle görülen ya da elle tutulan, görsel malzemenin   yüzeysel özelliği olan doku (ing. texture); bir görüntünün görece   ölçüleri (ing. scale); diğer teknikler aracılığıyla ima edilen boyut   (ing. dimension) ve hareket (ing. motion) (Block,2001:13-153;   Brommer,1997:42-54; Horn,1967:122-132; Horn,1975:10-62;   Lester,2000:31-37; Ragands,1988:63-330; Südor,2000:11-196). Tüm bunlar   özellikle durağan imgelerde görsel okuryazarlığı, yani bir görüntünün   anlamını ve öğelerini temel görsel elemanlar aracılığıyla kavrama   yeteneğini oluşturmaktadır. 
  2. 1. Nokta 
Yer   belirleyici bir işaret sayılan nokta, görsel anlatımın temel   öğelerinden biridir. Görsel olarak nokta; bulunduğu yere göre küçük,   merkezsel benektir. Bir nokta mekan içindeki (uzaydaki) bir pozisyonu   (durumu) gösterir. İki çizginin birleştiği ya da kesiştiği yeri   gösterebilir, bir düzlemin köşesini, bir işareti, bir yeri belirler.   Nokta düzensizliğin içinde ilk düzen elemanıdır (Çellek, 2002). Nokta,   geometrik olarak görselliğin anlatımında çeşitli büyüklüklerde, boş ya   da dolu yuvarlaklar olarak değerlendirilir. 
  
Biçimi oluşturan   elemanlardan biri olan nokta, düzen içerisinde sözü bulunan bir   elemandır. Noktanın yüzey üzerinde sayıları arttıkça etkileri de değişik   olur. Tek başına durgunluğu ifade eden nokta çoğaltıldıkça giderek   dinamizme, ritme ya da kargaşaya dönüşebilir. Noktalar yan yana   geldiklerinde birbirleriyle ilişkiye girer, bu bağıntı bazen   çizgiselliğe bazen de lekeselliğe dönüşebilir. Noktanın yanına ikinci   bir nokta geldiğinde kompozisyon ilkeleri başlar. Nokta bulunduğu yer ve   çevreye göre noktadır. Evren içinde dünya da bir noktadır. 
  
Nokta   bir düzlem üzerindeki bir koordinatın yerini doğru belirlemek için de   kullanılır. Terim olarak görsel iletişimin en basit ünitelerinden biri   olmasına rağmen görsel okuma dünyasında büyük anlam taşımaktadır. Nokta   tek başına durduğu zaman dikkatimizi belli bir noktaya yönlendirebilir.   Nokta tanımlanmış bir eksen üzerine konulduğunda görsel bir armoni   duygusu yaratabilir. Çizgi oluşturmak olarak da adlandırılan bu süreç   kompozisyona bir duygu verir. Bunun tam tersi olarak noktayı bir   çerçevenin doğal eksenlerinden uzak bir yere koyduğunuzda kompozisyona   gözü kendine çeken enerjik bir görsel vurgulama verir. Bu görsel çekime   “keskinleştirme” (ing. sharpening) adı verilir.
  
Bir grup nokta   hareketi ve yönü gösterebilir, daha önemlisi bir zincir biçiminde yan   yana toplandığında, noktalar görsel öğelerden diğerini yani çizgiyi   oluşturmaktadır.
  2. 2. Çizgi 
Çizgi, basit ama   güçlü bir görsel araçtır. Bir yüzey üzerinde bir noktanın çizdiği yolun   görsel izi gibi görülebilir. Buna göre çizgi, görsel bir mekanda bir   taraftan diğerine hareket için gerekli bir elemandır. Çizgi kendi yönü   doğrultusunda kesin bir amaca sahiptir.  Tam olarak dış mekandaki ufuk   çizgisinin denge ve uyum sağlaması gibi, herhangi bir kompozisyonda yer   alan yatay bir çizgi denge duygusu yaratmaktadır. Diyagonal çizgiler   ise, tam aksine görsel baskı yaratır ve gözü çeker. Bu baskı bir   kompozisyonda ilgi noktasını arttırır ve çoğu zaman bir hareketi   belirtmek için kullanılır.
  
Sanatçılar çizgiyi gözün hareketini   kontrol etmek amacıyla kullanırlar. Çizgiler, gördüğümüz görsel   imgelerin içine, dışına ve çevresine rehberlik etmektedir   (Ragands,1988:63). Dünya üzerinde de herhangi bir araçla çizilmemiş,   çeşitli çizgisel yapılarla karşılaşılmaktadır. Bazı nesneler çizgi gibi   görünmektedirler. Örneğin, çiçeklerin sapları, örümcek ağları gibi.   Sanatın çizgi ile başladığı da bir gerçektir. Özellikle 17. yüzyılın   sonlarında batılı sanat kuramcıları resmi iki temel ilke çerçevesinde   tanımlıyorlardı: Hat (çizgi) ve renk. Çizginin mi yoksa rengin mi   yeğlenmesi gerektiği o dönemdeki en büyük tartışmaların odağındaydı.   Çizgi, “akla ve rasyonaliteye seslenirken, eril ve katı görülüyordu.   Renk ise, tam aksine, duyguyu resme yansıtan dişil bir araç   konumundaydı” (Leppert,2002:261). 
  
Çizgiler, ister gerçek veya   boyanmış dekor halinde olsun, isterse hayali yani nesne ve insanların   duruş pozisyonuyla yaratılmış olsun, bir resimde görsel anlam yaratmada   önemli işlevler yüklenmektedir. İzleyicinin bilinçaltını bir dizi   psikolojik enformasyon alması için güdülemektedir. Dikey çizgiler   erkeksi öğeler katarken, resmiyet duygusunu da verirler. Yatay çizgiler,   görüntüye genişlik ve açıklık sağlarlar. Diyagonal çizgiler, çatışma   unsurunun göstergeleridir. Kavga, mücadele ve savaş görüntülerinde   kullanılırlar. Yuvarlak çizgiler ise, erotizm, zarafetin göstergesiyken,   aynı zamanda zayıflık izlenimi yaratırlar. 
  2. 3. Şekil 
Şekillerle   suretlerle dolu bir dünyaya doğar, büyüdükçe onları okumayı ve görsel   görüntüleri ihtiyacımız olan enformasyona nasıl dönüştüreceğimizi   öğreniriz. Şekiller dünyasını diğerleriyle paylaşır, onun terimlerine   göre düşünür ve iletişimde bulunuruz. Sözel okuma kadar görsel okuma da   yaparız. Resimsel bir kodu nasıl tanıyacağımızı öğrenir, kültürel açıdan   belirlenmiş dilini nasıl anlayacağımızı öğreniriz. Çevrede   yardımlarıyla gidip geldiğimiz posterler, haritalar ve resimler   üzerindeki göstergeleri okuyabiliriz. Şekiller görsel araçlarda çok   çeşitli yolla oluşturulurlar. Nesnelerin, eşyaların kabataslak çizgileri   gibi tanımlanabilir ya da komşu nesnelerin farklı parçalarından   birleştirilebilir; nesneler arasında negatif şekiller ya da farklılıklar   olarak da var olabilirler (Ragands,1988:97).
  
Şekilleri okurken   temel aldıkları geometrik birimlerden yola çıkarak daha basit biçimlere   ayırmaya yöneliriz. Çoğu kimse bir daire, bir kare, üçgen, oval ya da   eşkenar dörtgeni hiç güçlük çekmeden hemen fark eder. Bir görüntü bir   kaç saniye süreyle gösterildiğinde muhtemelen onun tüm ayrıntıları   hatırlanmayabilir, ama onun temel biçimi hakkında bir fikir sahibi   olunabilir. Henüz okuryazarlığı olmayan tipik bir çocuk resmi   incelendiğinde, güneşin yuvarlağı, evlerin kare şekilleri ve insan   yüzlerinin oval biçimleri görülmektedir.
  
Üçgen, altıgen, dörtgen,   daire, kare, yamuk gibi şekillerin geometrik biçimlerinin şekil dilinin   bir tür alfabesini oluşturduğu söylenebilir. Farklı şekiller farklı   öyküler anlatır. Sonsuz değişkenler, karşılıklı etkilemeler sürekli   merak çeker. Bunun uygulanma yollarından biri de sanattır. Sanatçılar   şekil algılanması ile oynarlar. Geometrik biçimlerdeki şekiller dünyayı   çözümlemeye ve yapılandırmaya katkıda bulunurlar. Şekiller çeşitli   öyküler anlatırlar, evrenseldirler ve kültürel sınırların da ötesinde   anlaşılabilir olgulardır. Bu olgunun uygulama araçlarından biri   sanattır. Sanatçılar sonsuz sayıda değişkenle şekil algılaması ile   oynarlar. Farklı biçemler ve farklı kapasitelere önem verirler. Örneğin;   ressam Matisse tüm ayrıntıları en aza indirgeyerek en katışıksız   biçimleri göz önüne sermeye, ani bir heyecan duygusu vermeye   çalışmıştır. Matisse kenar çizgilerini basitleştirerek figürlerin   biçimlerini bozmuştur, böylece izleyicinin şekilleri kendi bütünlükleri   içinde görmesini istemiştir (Gombrich,1976:453). 
  2. 4. Doku 
Doku   herhangi bir yüzeyin hissedilmesidir. Birey herhangi bir şeyin ne   olduğunu anlamak istediğinde fiziksel olarak onu dokunarak hissetmek   ister. Doku çevreyle etkileşim kurulduğunda hissedilen bir öğedir. Doku   anlayışı sadece dokunma duyusuyla sınırlı değildir. Doku gözlerle de   hissedilmektedir. Doku öğesine öncelikle dokunma duyusu noktasından   bakılmalıdır. Bir kimse eğer bir şeftaliye dokunursa onun   “yumuşaklığını” hissedebilir, benzer şekilde şeftali resmine bakarsa   onun “yumuşak” göründüğünü söyleyebilir. Bunun nedeni, dokunma duyusu   çevreyi daha iyi anlamayı sağlarken gözlerle işbirliği içinde olmasıdır.   Parmakların bir kayanın sert yüzeyini algılaması gibi, gözler de   dokunmadan önce bile yüzey üzerindeki en ufak değişimleri fark edebilir.   Görsel sanatlarda ve görsel okumada doku öğesinin büyük anlamı   bulunmaktadır. 
  
Doku öğesinin daha iyi anlaşılması istenirse,   bugün içinde yaşanılan dünyayı gözlerken elle hissetme yaklaşımına daha   sık başvurulması gerekmektedir. Görsel okumanın bazı diğer öğeleri de   dokuyla ilişkilidir. Örneğin; nokta ve çizgi tüm görsel imgeleri   düzenlemeye yarayan en temel öğelerdir (Lester,2000:36).
  2. 5. Ölçek 
Rönesans’tan   beri ölçek, tümüyle görsel okumanın bütünleşik bir parçası olmuştur.   Görüntünün ölçeği nesneler arası ilişkileri göstermektedir; bununla   birlikte görsel ölçek, ağırlık ölçümünden çok, nesnelerin görünen görece   ölçüleriyle ilgilenmektedir. Ölçek, nesnelerin görünen ölçülerini   yönlendirerek bir dizi etki yaratmakta kullanılır. Ölçek yönlendirmesi,   temel görüntüye yeni bir hayatiyet vererek daha fazla anlam katabilir   (IVLA,2002:2).
  
Ölçek daha çok iki boyutlu bir yüzey üzerinde   derinlik duygusu yaratmak için de kullanılır. Bu tekniği ilk   kullananlardan biri Rönesans sanatçılarından Raphael’dir. Onun eserleri   Batı’ya, sanat dünyasında derinlik yaratmak için ölçek kullanılması   gereğini göstermiştir. Bu tekniğin temel ilkesi, nesnelerin ufuk   çizgisine yaklaştıkça görünen ölçülerine göre daha fazla küçülmeleridir.   Yüzyıllar sonra görsel iletişim üzerine çalışan sanatçılar bu tekniği,   resim, fotoğraf ve sinema sanatında standart bir derinlik sunma olarak   kabul etmişlerdir (Lester,2000:35). 
  2. 6. Yön 
Yön   şekillerde, bir şeklin var oluşunun temel öğesi olarak bulunmaktadır.   Şeklin yönü yatay, dikey, diyagonal ya da yuvarlak olabilir. Bir okurun   bir görüntüyü taraması önce dikey sonra yatay eksende olmaktadır.   Buradan gözün herhangi bir görüntüden nasıl enformasyon topladığı ortaya   çıkmaktadır. Bir görüntünün eğer yatay ve dikey yönlerinin yerini   diyagonal yön alırsa, görüntü daha dengesiz görünmektedir; çünkü   diyagonal yönler hareket, heyecan ve değişiklik duygusu taşımaktadır.   Diyagonal yön güçlü bir dengesizlik ve hareket izlenimi verdiği için, en   dinamik yön olarak kabul edilmektedir
  2. 7. Perspektif 
Güzel   sanatlarda perspektif, derinlik yanılsamasının herhangi bir grafiksel   yöntem ya da boyama tekniğinden elde edilmesini ifade etmektedir.   Perspektif, yanılsama, iki boyutlu düzlem üzerinde üç boyutlu görünüm,   resim üzerindeki imgelerin derece derece küçülmesi, renklerin giderek   solması ve figürlerin ön düzlemden arka düzleme doğru gittikçe   belirsizleşmesiyle yaratılmaktadır (Genç, Sipahioğlu,1990:88).
  2. 8. Renk 
Görsel   okuryazarlığın iki önemli öğesinden biri çizgi diğeri ise renktir.   Çizgi akla seslenirken, renk duygulara seslenmekteydi   (Leppert,2002:261). Yaygın olarak kabul edilen görüşe göre ise; insan   küçük yaşlardan beri önce yüzeyleri somut bir biçimde çizerek   sınırlamakta, ardından bu sınırlamanın içini renklendirerek ifade   katmaktadır. Böylece çizgiyle sınırlanan yüzeyler renkle   zenginleştirilmektedir.  
    |    |  
 Şekil - 1 Renk tekerleği (Kaynak: Brommer,1997:46)  
Temel   renkler; sarı, kırmızı ve maviden oluşmaktadır. Diğer tüm renkler, bu   temel renklerin karışımından oluşmaktadır. İkincil renkler ise; turuncu,   yeşil ve mordur. Renk yamaları eğer en üst doyma noktasında düşünülür   ve algısal benzerlik temeline göre yerleştirilirlerse, elde edilen   yuvarlağa “renk tekerleği” (colorwheel) (Şekil:1) denilmektedir.   Kırmızıyı turuncu, turuncuyu sarı izler, sarıyı, yeşil, mavi ve mor   takip eder, ardından renk tekerleği tekrar kırmızıya döner   (Metallinos,1996:23).
  
Renk değerleri ya da tonlama olarak   bilinen bu görsel öğe, en basit tanımıyla ışık ve gölgenin -aydınlık ve   karanlığın- yan yana gelmesidir. Değer, görünebilir her şeyde aydınlık   ve karanlığın şiddetidir. Doğada çoğu kez insan gözü tarafından   kolaylıkla ayırt edilemeyecek yüzlerce farklı değer basamağı   bulunmaktadır. Görüntüler pigmentlerden, boyadan ya da gümüş nitrattan   elde edilen doğal tonlamalardan elde edilirler. Renk değerlerinde   siyahtan beyaza doğru birbirini izleyen 13 basamak bulunmaktadır. Bu   basamaklar, gölgeleme farklılıkları olarak tanımlanan tonlama ölçeğinden   kaynaklanmaktadır. Ölçeğin en aydınlık ucunda bulunan değer basamağı,   “Yüksek anahtarlı” (İng. High Key) olarak tanımlanır. Bu türde yapılan   çalışmalara örnek olarak Cloude Monet’nin tabloları verilmektedir.   Ressam Rembrandt’ın çalışmaları ise, değer ölçeğinin en karanlık ucunda   (İng. Low Key) bulunan basamakların kullanılmasına örnek teşkil   etmektedir (Lester,2000). 
  
Doğada eşyaların gölgeler tarafından   karartılmasından dolayı sanatçılar bu kavramı göstermek için yeni   teknikler geliştirmişlerdir. Resim sanatında kullanılan sfumato (duman)   tekniği, kademelendirilmiş değerleri kullanan bir tekniktir; hareketi   belirtmek kadar, görüntüleri bulanıklaştırıp belirsizleştirmek amacıyla   kullanılmaktadır (Südor,2000:182). Sanatçının değer elementini   yönlendirmesine izin veren bir başka teknik de chiaroscuro’dur   (Südor,2000:176). Bu karşıtlık tekniği ışık-gölge arasındaki   farklılıktan ortaya çıkmaktadır. Aydınlık ve karanlık tonların yan yana   getirilmesiyle, nesnelerin ya da görüntülerin özellikle tezat etkisiyle   algılanan değerlerini değiştirmektedir. Renk, en temel görsel   elemanlardan biridir. 
  2. 9. Hareket İzlenimi 
Hareketsiz   görüntülerde hareket izleniminin ortaya atılması çoğu zaman doğal   olmayan bir görünüm vermektedir. Resim sanatında Sfumato tekniği   kullanarak hareket yanılsaması yaratılmaktaydı. Bu, İtalyan ressamların   hareketi belirtmek için kullandığı bir tekniktir. Mona Lisa’nın   tebessümü “sfumato-duman” etkisi vermeye iyi bir örnektir. Da Vinci,   Mona Lisa’nın dudaklarının köşelerini belirsizleştirerek onun gülme ya   da ağlama eylemi içinde olduğu yanılsamasını yaratmaktadır. Mona   Lisa’nın yüzündeki ifadede oluşan belirsizlik, izleyicinin kendi seçtiği   yorumlamayı yapmasına zorlamaktadır. Bir figürün ağırlığını değiştirmek   ya da bükmek hareketi ima etmek için başvurulan bir tekniktir.   Hareketsiz resimlerde dansçıların eğilmiş bedenleri denge dışıdır ve   figürün bir hareket süreci içinde olduğu izlenimini vermektedir. Bir   çizgi ya da bir ağacın dallarının rüzgarın yönünde eğilip bükülmesi   hareketi ima eden faktörlerdendir.
  
Görsel iletişimin   perspektifinde görsel okuryazarlığın temel birimlerini açıklamanın   ardından, bu birimleri görerek anlam çıkarmaya çalışan bireyin -okurun-   içsel bünyesinde gerçekleşen değişikliklere değinmek yerinde   olacaktır.    
  3. Görsel Algılamada Okurun Rolü 
Görme   ve bakma birbirinden farklı etkinliklerdir. ‘Bakma’ tamamen duyu   organlarıyla ilgili fizyolojik bir etkinliktir. Buna karşın ‘bilme’   zihinsel faaliyetin kültürel kodlarla birleşmesinden ortaya çıkan   zihinsel, duyusal ve kültürel bir etkinliktir (Metallinos,1996:190).   Görsel okuryazarlığın önemli bir etkinliği görsel algılamadır. Görsel   algılamada genellikle dış dünyaya bakılmakta, anlam farklı duyumsal   titreşimlere/etkilere ayrılmaktadır. Bu etkileri tanımlamak ve onları   anlamak için örgütlemeye girişilmektedir. Çevresel uyarıya aşina olma   derecesine bağlı olarak önce bu özel uyarının biçiminin ne olduğu   sorulmakta, sonra onun derinliği ve yeri tanımlanmaktadır. En sonunda da   onun çevresiyle olan ilişkisine göre doğasını belirleme gayreti içinde   yapılan uyarılar ve bu uyarıların hareketli ya da durağan olduğunun   anlaşılmasıdır. 
  
Görsel algılamanın aşamalarını yakından   irdelediğimizde üç aşama ortaya çıkmaktadır. Beyin algılanan herhangi   bir nesnenin -gözün ağ tabakası üzerine düşen görüntüsünün- bilgilerini   değerlendirirken, ilk önce görüntüyü iki boyutlu olarak kaydeder.   Nesneye ait görüntü bilgileri nokta nokta okunur, her noktaya ait ışık   bilgisi ağ tabakada sinir uçları tarafından beyine ulaştırılır. Beyin   burada kayıt edilen iki boyutlu nesneye mesafeyi de ekleyerek ikinci   aşama okumayı gerçekleştirir. Böylece nesne beyinde üç boyutlu hale   gelir. En son aşamada ise, beyin bu görüntüyü tanımlar, kültürden   edindiği kazanımlarla ona bir kimlik vermeye çabalar. Başka bir deyişle,   görüntüyü kimliklendirmektedir. Ağ tabakadaki görüntü süreci, insan   beyninin görsel enformasyonu nasıl değerlendirdiği üzerinedir. Bu   görüntü sürecini Messaris, aşağıdaki şekilde açıklamaktadır:
  
“1.Aşama: İlk süreç iki boyutlu algılamadır. Beyin görüntüyü önce eni ve boyu olan bir düzlemde kaydeder, 
2.Aşama: Uzaklık ve derinliğin eklemlenme aşamasıyla, üçüncü boyut eklenir ve derinlik algılanır,  
3.Aşama: Nesnenin kimliklendirilmesi aşamasıdır, artık nesne tanınır.” (Messaris,1994:52).
  
James   Monaco (1981) da, görsel okuryazarlık üzerinde çalışmalar yapan bir   bilim adamıdır. Görsel okuryazarlığı, görsel metinlerin okunması   etkinliği olarak ele almakta ve çözümlemeye çalışmaktadır. Görme   eyleminde gözler neyi göreceğini kendisi seçer, oysa kulak, işitmesi   için uygun hangi ses varsa onu işitir. Monaco’ya göre, görsel algılamada   görüntüyü okuma üç aşamada gerçekleşmektedir. Görme eylemini   gerçekleştiren gözler ‘sakkadik okuma’ (İng.- saccade)   gerçekleştirmektedir. Göz bu okumayı yaklaşık 1/20 saniye süren, yarı   refleks göz hareketleriyle bir noktadan diğerine çabuk hareket ettirerek   yapmaktadır. Görüntüler ağ tabakada nokta nokta taranmayla okunmaktadır   (1981:126). Görsel algılamada üç aşamalı görüntü okuması aşağıdaki gibi   gerçekleşmektedir:
  
1- Fizyolojik okumadır. Göz hangi noktaya   dikkatle odaklanıyorsa o noktayı net olarak görmektedir. O nokta   dışındaki noktalar bulanıklaşır. Bir süre sonra başka noktaya odaklama   yapar. Böylelikle göz baktığı nesneyi nokta nokta taramaktadır,
  
2-   Psikolojik okumadır. Her noktaya ilişkin bilgi göz sinirleri tarafından   beyne ulaştırılır. Beyinde o nesnenin kavramı belirir, fiziksel olarak   “görüntü” zihinde tanımlanır,
  
3- Etnolojik okuma. Daha sonra   zihin kendisine gelen enformasyonu kültürel ve mitsel olarak   kimliklendirmektedir.” (Monaco,1981:125).
  
‘Gözümle gördüğüme   inanırım’ toplumsal yaşamın vazgeçilmez deyişlerinden biridir. Francis   Crick bilinç üzerine yazdığı ‘Şaşırtan Varsayım’ (2000) kitabında,   insanlar, gördükleri şeyleri gerçekte orada olan değil, beynin orada   olduğuna inandığı şey olarak tanımlamaktadır (2000:36). Görme etkin bir   süreçtir ve beyin gözlerin sağladığı sınırlı bilgiye ve geçmiş   deneyimlerine dayanarak kendince en yetkin yorumu yapmaktadır. 
  
Görsel   okuryazarlık etkinliğinin oluşması için öncelikle sağlıklı bir görme   eyleminin oluşması ve imgenin ağ tabakaya düşmesi gerekmektedir. İmgenin   zihne ulaşması ve orada tanınması ve bilinmesi psikolojik etkinliktir.   Buradan bilme etkinliğine (ing. cognition) katkısı olan üçüncü okumanın   son aşaması olan kültürel okumaya geçilmektedir. Mesajın alınması ve   bilme etkinliğinin oluşması (enformasyonun üretim) sürecinde koku alma,   tat alma ve dokunma duyuları görme ve işitme duyuları kadar önemli   değildir. Görsel algılamada temelde dış dünyadan enformasyon olarak   alınan veriler, zihinsel süreçte kaydedilirken iki faktör önem   kazanmaktadır: bireysel gözlem ve bireysel deneyimler   (Moriarty,1996:169). Örneğin; gölgenin ne olduğunu anlamak, daha önce   gölgeli ve güneşli noktalardan edinilen gözlemlerin yeniden duyumsaması   anlamına gelmektedir. Sonbaharın göstergesi olan düşen yapraklar,   kumsaldaki ayak izleri, bir gülümseme ya da somurtma gibi pek çok şey   gerçekten yaşanmış deneyimler sonucu anlaşılmaktadır. 
Görsel algılama   süreci içine giren bir birey, öncelikle dış dünyaya bakar ve görme   duyusunun yardımıyla algıladığı anlamı farklı etkilere ayırır. Daha   sonra bu etkileri tanımlamak ve anlamak için örgütlemeye girişir. Dış   dünyadan gelen çevresel uyarılara, kültürel kodlara aşina olduğu ölçüde,   bu görsel uyarının biçimini sorgular ve onun yerini, derinliğini   tanımlamaya girişir. En sonunda da, birey görsel uyarının çevresiyle,   kültürüyle olan ilişkisine göre, doğası ve kimliği hakkında bir fikir   sahibi olur. Görsel algılamada açıklanan bu sistemler, hem doğuştan hem   de sonradan öğrenilen kültürel uzlaşmalarla dünyayı anlamayı ve   kabullenmeyi sağlamaktadır. 
  Sonuç 
Özellikle   görseller çağdaş batı toplumlarında toplumsal yaşamın kültürel   inşasında merkezi bir rol oynamaktadır. Martin Jay de (1993), çağdaş   batı toplumlarında görselliğin açık bir şekilde merkezde bulunduğunu   “göz-merkezli/ocularcentrism” terimini kullanarak açıklamaktadır (Akt:   Rose, 2001:7). Anlam artık söze gerek duymadan görsel imgeler   aracılığıyla taşınmaktadır. 
  
Görsel okuryazarlık kavramı   terminolojide çok yeni gözükse de aslında bu kavramın içerdiği olgular   oldukça geçmişe, resim sanatının temel tasarım ilkelerine kadar   uzanmaktadır. Günümüzde eğitim ve öğretim ortamlarında da kendine yer   bulan görsel okuryazarlık, her şeyden önce görsel düşünme, görsel   öğrenme ve görsel iletişim süreçlerini de beraberinde getirirken,   sayısal ortamların yetkin olarak kullanılabilmesi becerisine de sahip   olmayı gerektirir. Görsel okuryazarlık görsel öğrenmeyi çok geniş bir   spektrumdan sunmaktadır. Görsel okuryazarlığın çalışma alanı eğitim   teorileri, teknolojik gelişmeler ve sanatsal aktivitelerle her geçen gün   büyümektedir.
  
İnsan zihni pasif kameralar gibi kendisine sunulan   görüntüleri sadece kaydetmez, zihnine aldığı görüntüleri aktif olarak   yorumlamaya başlar ve gördüğünü biçimlendirmeye yarayan anahtar   faktörler üzerine odaklanır. Bilindiği gibi, insanlık, tarihinin hiçbir   döneminde bu kadar çok görüntü üretmemiş ve bu üretimin hızla katlanarak   arttığı da görülmemiştir. Böylesine yoğun bir görüntü bombardımanı   altında yaşayan bireylere ve bombardımana katkıda bulunacak olan görsel   üreticilere ciddi bir görsel okuryazarlık eğitiminin verilmesi en önemli   gelişim olacaktır. Bilindiği gibi, görüntüler çok şey anlatır ve herkes   kendi kültürü ve eğitimi doğrultusunda anlayabileceği şekliyle   yorumlar. Gerçekliğin algılanmasında diğer tüm duyu organlarının yanında   temel olan, gözün gerçekleştirdiği görsel algıdır. Her metin belli bir   algılanma amacı ve biçimiyle yani alıcısının anlamasına katkı sağlayacak   biçimde ve onu belli bir konuya yönlendirmek amacıyla okura sunulur.   Her görsel metin okurun tepkisiyle (algılama, anlamlandırma, çözümleme,   duygulanma, beğenme, vb.) bütünleştiği ve anlamlandırılmaya başladığı an   yaşamaya başlar. 
  
İmgeler günümüzde orijinallerinden daha ilginç   hale gelmiştir. Gölge artık töz olmuştur. İmgeler hayatın   gerçeklerinden daha hareketli, daha etkileyici ve daha hayat doludur. Bu   süreçte günümüz okuryazar bireyi imgelerin hem yaratım, hem üretim hem   de tüketim sürecinde çok daha aktif bir rol üstlenmiş konumdadır.
 
 
 KAYNAKÇA 
Block, Bruce (2001); The Visual Story: Seeing the Structure of Film, TV, and New Media, USA: Focal Press.
  
Braden,   R.A., Hortin J.A. (1982). “Identfying the Theoretical Foundations of   Visual Literacy”. Journal of Visual/Verbal Language, 2, s. 37-42.
  
Brommer, Gerald F. (1997). Discovering Art History. Massachusetts: Davis Publication.
  
Chauvin, B.A. (2003); Visual Or Media Literacy ?, Journal Of Visual Literacy, Volume 23, Number 2, Autumn 2003, Pp. 119–129.
  
Crick,   Francis (2000); Şaşırtan Varsayım - İnsan Varlığının Temel Sorularına   Yanıt Arayışı, Çev: Sabit Say, Bilimsel Danışman: Prof. Dr. Pekcan   Ungan, 8. Basım, Ankara: TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları No: 43.
  
Çellek, Tülay; “Görsel Tasarım Ögeleri - Nokta”, Http://www.fotografya.gen.tr/ İssue-10/Temel_Tasarim.Html , 15.12.2002.
  
Dyer, Gillian (1982). Advertising As Communication. London & New York: Routledge.
  
Genç, Adem–Sipahioğlu, Ahmet (1990); Görsel Algılama: “Sanatta Yaratıcı Süreç”, İzmir: Sergi Kitabevi.
  
Gombrich, E. H. (1976). Sanatın Öyküsü. 12. Baskı, Çeviren: Bedrettin Cömert, İstanbul: Remzi Kitabevi.
  
Horn, George F. (1967); Art, Massachusetts: Davis Publication.
  
Horn, George F. (1975); Principles of Design: Balance and Unity, Massachusetts: Davis Publication.
  
International Visual Literacy Association – IVLA. “What is Visual Literacy?”. http://www.ivla.org, 10/01/2006.
  
Kılıç, Levend (2000); Görüntü Estetiği, İstanbul: İnkılap Yayınları.
  
Leppert,   Richard (2002). Sanatta Anlamın Görüntüsü İmgelerin Toplumsal İşlevi.   Çeviren: İsmail Türkmen, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 
  
Lester, Paul Martin (2000). Visual Communication: Images with Messages. 2nd Ed., Wadsworth. 
  
Messaris, Paul (1994). Visual Literacy: Image, Mind and Reality. Oxford: Westview Press.
  
Messaris,   Paul (June 1994); Visual Literacy vs. Visual Manipulation, Critical   Studies In Mass Communication 11, Number 2, Pp. 180-203.
  
Metallinos,   Nikos (1996); Television Aesthetics: Perceptual Cognitive and   Compositional Bases, NJ: Lawrence Erlbaum Associates Publ.
  
Monaco,   James (1981). How To Read A Film: The Art, Technology, History and   Theory of Film and Media. Revised Edition, New York: Oxford University   Press.
  
Moriarty, Sandra (May 1996). “Abduction and A Theory of Visual Interpretation”. Communication Theory 6:2, S. 167-187.
  
Özgüler,   Verda Canbey, “Yeni Ekonomide Bilişim İletişim Teknolojileri (Bit) Ve   Bilgi İşçileri”,    www.isgucdergi.org/index.php?arc=arc_view.php&ex=224&inc=arc&cilt=8&sayi=2&year=2006 
Pennings, Anthony (2002). “What is Visual Literacy?”. http://www.marist.edu/ pennings/viswhatis.htm, 10/01/2004. 
  
Pettersson, Rune (1988); Visuals for Information, Sweden: Esselte Forlag.
  
Ragands, Rosalind (1988); Art Talk, California: Glencape Publishing Company. 
  
Rose, Gillian (2001). Visual Methodologies. London: Sage Publication.
  
Südor, Gülseren (2000); Aynanın Gerçeği Resim Eğitimi Ve Sanatla Karşılaşma, İstanbul Cumhuriyet Kitap Kulübü.
  
Trumbo,   Jean (June 1999); Visual Literacy and Science Communication, Science   Communication, Sage Publication, Vol. 20, No. 4, S. 409–425.   
	 
                               |