Bireylerin ve toplumların yaşamlarında etik değerlerin varlığı, önem ve gerekliliği tartışılmaz bir gerçektir. İlk antik dönem düşünürlerinden günümüze dek “etik”, “etik değerler” ve “etik değerlerin birey ve toplum yaşamlarındaki varlığının kaçınılmazlığı ve yadsınmazlığı” hep tartışılagelmiştir. Etik; iyi, kötü, yararlı gibi sorunları inceleyen, ahlaki bir davranış kuralı ortaya koyan, neyin yapılması gerektiğini, hangi davranışın iyi olduğunu, neyin yaşama anlam kazandırdığını gösteren ahlak bilimi (1) olduğuna göre, bu tanımın sınırladığı tüm değer, kavram ve eylemlere her bireyin saygılı olma gerekliliği doğar. Tüm varolan ve kabul görmüş etik değerleri umarsızca reddedebilmenin us dışılığı hep anımsanmalıdır. Çünkü etik değerler, insan yığınlarını “toplum” ve insanları “birey” yapmaya yetebilecek güçte altyapı oluştururlar. Aristoteles, etiği kuramsal felsefeden ayırarak kendi başına bir felsefe alanı olarak ele alan ilk filozoftur. Etik, pratik felsefenin bir bölümü olarak, insan eylemleri ve onların ürünlerini konu alır. Etik sözcüğü, Yunanca’daki “ethos” dan gelir ve iki farklı kullanımı vardır: İlk kullanımı; alışkanlık, töre ve gelenek anlamlarını taşır. İkinci kullanımı ise –genel kullanımı budur- eylemde bulunan ve davranan kişi, aktarılan eylem kurallarını ve değer ölçülerini sorgulamadan uygulamayıp; aksine, kavrayarak ve üzerinde düşünerek talep edilen iyiyi gerçekleştirmek için onları alışkanlığa dönüştüren kişidir: Alışkanlık, töre ve gelenek böylelikle karakter anlamını da almakta, erdemli olmanın temel tavrı olarak pekişmektedir. (2) Bir sanat yapıtı yaratımında, sanatçının, yapıtın değersel sınırlamalarını belirlerken, bir anlamda etik değerleri önemsemek ya da basite almak için de öngörüsünü ortaya koymuş olacaktır. Yapıtını hangi değerler çerçevesinde yaratacağını belirlerken, bu değerlerin içinde etik değerlerin varlığını ve önem derecesini de belirlemek zorunda olacaktır. Etik değerlerin gözardı edilerek ve “özgür yaratım” ya da “özgün yaratım” adlandırmalarıyla ortaya konulmuş yapıtlar, belki sanatçının sınırlı düşünsel değerlerini yansıtıyor olabilecektir ama, bu tür yapıtlarda, etik değerlerin yokluğu ya da eksikliği, izleyici için bir sorun olarak algılanacaktır. Bu düşünce, sanatçıya çoğu zaman aktarılmaz. Çünkü genelde izleyiciler, izledikleri yapıtlara ya da sanatçıya bilinçli ve olgun bir eleştirel yaklaşım göstermezler. Eleştirmenliğe soyunmuş kimileri de, çoğu zaman kendi içsel değerlerinin o yapıta yansımış olmasını beklerler. Oysa, kendi ya da sanatçının içsel değerleri “neler” olurlarsa olsunlar, özellikle ve önemle etik değerlerin varlığı ya da eksikliği üzerinde de ciddi bir şekilde durulmalıdır. Etik değerlere sanat yapıtlarında yer verilmesi; sanatçının kişiliği, dünya görüşü, eğitimi, bilinçaltı ile kendisi ve tümel yaşamla barışıklığının güçlülüğü oranında olasıdır. Basit bir örnekle düşündüklerimizi açalım: Portre çalışan bir fotoğraf sanatçısının, yolda yürürken aniden karşılaştığı, iniltiler içinde hastaneden çıkmakta olan yaşlı bir kadının yüzündeki ifadeyi ya da gözlerindeki anlam derinliğini yakalamak için yaşlı kadının karşısına geçerek fotoğraf çekmeye çalışmasının etik yönünü düşünelim. Belki de o kare ile gerçekten çok mükemmel bir sonuç elde edilebilecektir, ancak tümel yaşamda varolan ve her bireyin koşulsuz saygı duyma zorunda olduğu en önemli ve en değerli şey “İnsan Hakları” olduğuna göre, o hasta yaşlı kadının acılarına ortak olabilmenin aksine, durumdan, tümüyle bireysel ve bencil çizgide “iş” çıkarmaya çalışmak, tüm etik değerleri çiğnemek olacak ve insanlık ayıbı sayılabilecektir. İnsan Haklarına, insan yaşamına sevgiden uzak ve hatta saygısızlık içeren bir eylem sonucunda, dünyanın en mükemmel fotoğrafını çekmiş olmanın, en mükemmel sanat yapıtını yaratmış olmanın ne denli değeri vardır? Sanat, herhangi bir biçimde, insan yaşamından daha önemli ve değerli olabilir mi? Sanatsal yaratı, bir tür zihinsel faaliyettir; bulanık ve belirsiz bir şekilde algılanan duygu ya da düşünceleri, öteki insanlara aktarılmaya hazır açıklık düzeyine getirmektir. İnsana yeni şeyler veren ve bir sanatçının ifade ettiği her duygu ve düşünce, sanat yapıtıdır. Fakat bu zihinsel çalışma ve yaratı, gerçekten insanların ona atfettiği öneme sahip olmalıdır. İnsanlık için iyi olana katkıda bulunmalıdır; sanatın insanlığı kötüye götüren arzularla da ilişkisi açık olduğundan, sanata verilen değer, onun sadece insana yararlı oluşuna mal edilemez. Bir sanat yapıtında en önemli şey içeriktir. İçeriğin en üst sınırı, bütün insanlara her zaman gerekli olma özelliğidir. Bütün insanlara her zaman gerekli şey, iyi ve ahlaki olandır. İçeriğin en alt sınırı, insanların gereksinim duymadığı, kötü ve ahlak dışı olandır. Mükemmel bir sanat yapıtında içerik, bütün insanlar için önemli ve değerli, yani “ahlaki” olmalıdır.(3) Etik değerlere yer ve önem verilmeden yaratılmış bir sanat yapıtının, öncelikle sanatçının iç dünyasının tam bir yansıması olamayacağı açıktır. Çünkü oranları ne denli değişse de her birey, mutlak bir etik değer varlığının etkilerini kendi iç dünyasında yaşar. Bu nedenle de, bir sanat yapıtının yaratım sürecinde etik değerlere yer, değer ve önem verilmemesi, yani yapıtın “etik değer”siz oluşu, bir anlamda yapıtın “değersiz”liğini gündeme taşıyabilecektir. Aristoteles der ki, “içimizdeki töresel iyi özellikler, ne doğanın bir zorunluluğudur ne de doğaya karşı olmuştur, aksine onları kendimize katma yeteneği bizim doğamızda vardır ve ahlaki özelliklerimizi alışkanlık haline getirerek mükemmel duruma yaklaşırız” (4). Mükemmel duruma yaklaşan, içsel sorunlarını çözümleyebilmiş, kendisiyle ve çevresiyle barışık bir bireyin “sanatçı” kimliği ile ortaya koyacağı yapıtlar, bir “sanat yapıtı”, bir “değer” olabilmeye çok yakın bir konumda olacaklardır. Mahmut Özturan İzmir, Haziran/2003 Kaynakça: (1) : Felsefe Sözlüğü / M.Rosenthal, P.Yudin (2) : Etiğe Giriş / Annemarie Pieper (3) : Sanat Nedir? / Tolstoy (4) : Nikomakhos’a Etik / Aristoteles
|