Fotografya tarafından AFSAD 6.Fotoğraf Sempozyumu'nda sunulan sanal dergi yayıncılığı konulu bildirinin tam metnidir ; Sevgili Fotograf dostları hoşgeldiniz. Yıllardan 1839, Sir John Herschel yazılarının birinde ışık ve yazı kelimelerinin Antik Yunancadan gelen kökenlerini birleştirip Fotografi diye kullandığında neye isim koyduğunu ve bu isim babalığı yaptığı sanat dalının nereye doğru ilerleyeceğinden pek de haberdar değildi. Esas mesleği astronomi olan bu İngiliz bilim adamı aynı zamanda Uranus’u de bulan araştırmacıdır. (1792-1871 İngiltere) Fotografi başlamış oldu
1839’ dan önceki dönemde fotografdaki gelişmeler, en azından 4 kişinin adını öne çıkarır. Burada onları anmadan geçmek olanaklı ve adil olmaz. Joseph Mecephore Niepce, Louis Daguerre, Hippolyte Bayard Fransa’ da ve Henry Talbot İngiltere’ de bu uğraşa ömürlerini adamışlardır. Bu mucitlerden her biri uzun zamandır bilinen ama hiç de ikili anlamda beraber düşünülemeyen olguları birleştirdiler. Bu ikiliden birincisi Optik idi. Optik 16. yüzyıl sanatçıları tarafından kullanılıyordu. Onlar karanlık bir odaya küçük bir delikten ışık girdiğinde odanın karşı duvarına bu görüntünün tersinin yansıdığını görmüşlerdi. Daha sonraları bu oda küçük bir kutuya Camera Obscura ve açılan delik de bir lens ile yer değiştirince karşımıza ışık yansımlarından oluşan daha temiz ve düzenli leke ve görüntülerin grafik olarak çıkacağı şüphesizdi. İkinci teknik ise Kimya idi. 1727’de Johann Heinrich Schulze bazı kimyasalların ışığa tutulduğunda karardıklarını fark etti. Özellikle gümüş türevleri buna iyi örneklerdi. İlk deneme 1800 yılında başarısız olarak Thomas Wedgewood tarafından yapılmıştı. Daha sonraları, 1839’da, Fransız hükümetinin desteği ile Daguerreotype diye anılan bir yöntem geliştirilerek bir metal tabaka üzerine tek bir tane olan ve pozitif görüntü veren fotograf başarıyla üretilmiş oldu. Bundan 1 yıl sonra İngiliz Talbot Calotype adını vereceği ürünü ile kağıt üzerine birden fazla çoğaltılabilecek fotograflar elde etmiş oldu. Bu buluş tüm fotograf dünyasında o zamana kadar yapılan tüm çalışmaların üzerinde, haklı olarak bir üstünlük sağladı. Yine aynı topraklarda, kendisinin çağdaşı olan birisi bu gelişmelerden hiç habersiz bilimsel araştırmalarına devam ediyordu ve ara sıra bulduklarını bir yere not ediyordu. 1834’te topladığı bilgileri hep bir arada tutmak ve unutulmamasını sağlamak için çalışan Charles Babbage adında Londra’da yaşayan bu İngiliz bir hesaplama ve tablolama aracı geliştirdi. Yegane amacı hükümetten aldığı bursun kesilmesini engellemekti. Bir diğer amacı da kendisine emanet edilen rakamları logaritma halinde doğru olarak hesap etmek ve saklayarak ilerde başvurulacak bir kaynak yaratmaktı. 1840’ta yapmış olduğu programlanabilir hesap makinası, toplamayı 3 saniyede, çarpma ve bölmeyi 3-4 dakika arasında yapabiliyordu. Bu günün tanımlarına yaklaşık olarak örtüşen : Bilgisayar başlamış oldu. En genel ve kabul görmüş bir tanımla, Bilgisayar kendisine verilen mantıksal işlem dizilerini otomatik olarak ve belirli bir sıra takip ederek yapan ve sonuca ulaştıran bir makinalar bütünüdür. En ilkel hesap makinasından bugünün süper bilgisayarlarına uzanış, ardışık buluş ve fantastik hayal gücünün arka arkaya eklenmesi ile ortaya çıkmıştır. Her tariflemede olduğu gibi burada da nereden başlamıştı sorusu gündeme gelmektedir. Acaba ilk bilgisayar Abaküs diye bildiğimiz o tahta bilezikler mi ya da Charles Babbage’a ait hesap makinaları mıydı ? Peki yazılım, işletim sistemi, yazılım lisanları ve diğerleri ne olacaktı.? İlk hesap makinası diye tanımlayabileceğimiz şey elimizin parmaklarıdır. Hala çocuklar tarafından çok yoğun olarak kullanılan bu hesap makinası belki de 10 tabanlı matematik düzenimiz ve 0-1 temelli Boolen algebrasının oluşumuna çok büyük katkıda bulunmuştur. Peki ama yirmiden fazla sayıları nasıl sayıp hesap yapacaktık, o zaman çakıl taşları gibi yardımcı araçlar kullanılmaya başlandı. Çinlilerin Abaküsü 13 sıradır ve en üstte 2 (cennet) en altta 5 (yeryüzü) bilezikten oluşur. Günümüzde dahi yaygın olarak kullanılmaktadır. Onyedinci yüzyıla kadar pek de atılım göstermeyen bu oluşum Descartes, Pascal, Leibnitz ve Napier gibi dehaların yardımı ile felsefe, bilim ve matematikte yoğun olarak kullanılmaya başlandı. Blaise Pascal 1642’ de, 19 yaşındayken sayısal hesap makinasını buldu. Tarihsel sırası ile 1833’de Charles Babbage, 1848’da George Boole, Boolen Algebra, 1886’da Herman Hollerith (IBM’in kurucusu) ve 1891’de William Burroughs, ofislerde kullanılabilecek hesap makinası ve analog bilgisayarlar yolunda dev adımlar attılar. Bu sistemler yaklaşık 15 metre boyunda, 5 ton ağırlığında, 23 haneye kadar hesap yapabiliyordu. Bundan iki yıl sonra zamanın en güçlüsü diye adlandırılan ENIAC 30 ton ve 100 m2’ lik dev bir kütle halinde basına tanıtılıyor ve spiker “işte teknolojinin gelebileceği son noktaya geldik” diyordu. Bu mekanlardan yaklaşık 5000 km uzakta 1957 nin soğuk bir 4 Ekim günü yaklaşık 20 kişi göğe doğru boyunlarını çevirmiş yukarıya doğru ağır ağır süzülen 84 kilo ağırlığında ve adeta bir basketbol topuna benzeyen metal kütleye bakıyorlardı. Kolay değildi son 6 yıllarını hep bu güne ulaşmak için gece gündüz çalışmakla geçirmişlerdi. Buz kaplı rampadan uzaya fırlattıkları uydunun adı “Sputnik”, yer ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin başkenti Moskova’ydı. Rampalar düştü, Sputnik artık uzaydaydı, fırlatma seremonisi için hazırlanan platform yavaş yavaş boşalırken, iki kişinin diğerlerinden daha telaşlı hareketleri Sovyet Haber Alma Ajansı elemanlarının haricinde hemen hemen hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Platformu terk edenler arasında Amerika Birleşik Devletleri’nin Moskova Büyükelçiliğinde çalışan iki Amerikan vatandaşı, ilerde kendilerinden çok bahsedilecek meziyetlere sahiplerdi. Uzun boylu olanı, şöförün açtığı kapıdan içeri girmeden önce yanındaki iş arkadaşına hızlı bir şekilde, tüm kelime sonlarını yutan klasik Texas aksanı ile “derhal büyükelçilik binasına gidelim ve Başkan Dwight David Eisenhower’a biligileri iletelim” dedi ve hızla arabadan içeri girdi. Bu kişi daha sonra Sovyet Haber Alma Ajansı’na bilgi satmaktan ve adına en çok roman yazılan ve film çekilen ünlü Köstebek John Steiler idi. Şifrelenen mesajlar telex kanallarından 5 bit 10 baud/saniye olarak Beyaz Saraydaki ofise ulaştı. Kahvaltısını yeni bitirmiş olan başkan derhal Massachusetts Institutue of Technology başkanı James A. Killian’ın aranmasını ve hiç vakit kaybetmeden toplantı salonuna getirilmesini yardımcılarından talep etti. Oldukça kısa geçen toplantının sonunda Killian yeni bir departman oluşturma görevi kendisine verilmiş olarak odadan çıktı. Böylelikle Savunma Bakanlığı’na bağlı, Advenced Research Projects Agency, ARPA adındaki proje başlatıldı. Artık bilgisayarlar sadece bilgi depolama ya da aritmetik işlemler yapmak amaçlı değil, bilgi iletişim ortamı, birbirleri arasında bilgi transferi ve yayımı amaçlı kullanılmaya başlandı.. Ve İnternet başlamış oldu. Bilgisayarlarda önce yazılı metinler ve bir takım sayılar depolanmaya başlandı, bunların üzerinde işlemler yapılmaya başlandı. Daha sonraları hem istatistik amaçlı hem de matematiksel hesap amaçlı kullanım geldi. Sonraları resim işlem ve grafik alanında kullanımı yaygınlaşmaya başladı. Giderek tek başına yeterli olan uygulamalar geniş ağlar halinde kullanıma girince bilgisayarlarda ağ yapıları oluşmaya başlandı. Giderekten yerel ağlar ulusal ağlara bağlanmaya ve tek bir veri tabanına ulaşarak verilerin işlenmesine olanak sağladı. Ağlar kendilerine bağlı kullanıcı sayılarıyla sınırlı olduklarından yeniden yapılanmaya gerek duyurak birbirlerine bilgi transferini gerçekleştirecek geniş ağlar kurulmaya başlandı. Telgraf, telex gibi kablo üzerinden gönderilen analog bilgiler sayısallaştırılarak telefon hatlarından gönderilmeye ve mesafe-bağımsız olarak haberleşme olanakları sağlanmaya başlandı. Ve sonunda “ağların ağı” diye tarif edebileceğimiz bir omurga oluştu. Sıra bu kabuğa bir isim takmaya gelmişti. : INTERNAL NETWORK - INTERNET
ARPA (Advanced Research Project Agency), ilk görücüye çıktığında ismi ARPANET idi. 40 adet bilgisayarı birbirine bağlayarak bir şebeke / ağ oluşturmuş ve TCP / IP (Transport Control Protocol /Internet Protocol) düzeni ile bilgi transferini gerçekleştirmişti. Artık bilgisayarlar sadece bilgi depolama ve aritmatik işlemler yapmak amaçlı değil, bilginin transferi ve yayımı için de kullanılmaya başlandı. Önce NASA’da kullanılan Internet sonra ABD Savunma Bakanlığında, daha sonra üniversiteler, iş yerleri ve nihayet evlerimizde de kullanılmaya başlandı. Bu gün Internet, 602 milyon kullanıcısı olan dev bir bilgisayar ağıdır. “World Wide Web” sayısının 2003 yılında 16.5 milyara ulaştığı tahmin edilmektedir. Internet, her meslek, yaş ve coğrafyadan milyonlarca insan tarafından her tür amaçla kullanılmaktadır. Internet bilgiye bir anlamda sınırsızca ulaşılabilecek dev bir kütüphanedir. Asıl mesele bu bilginin içeriğidir. Internet, müthiş teknolojik gelişmeler sayesinde 10 yıl içinde ses, renk, görüntü, hareket duygusu verebilen, bunlardan istenilen parçaların edinilebilmesine imkan sağlayan ve dünyayı duyup, görüp, bilip, bu dünyaya istediğiniz bilgiyi gönderebilemenizi sağlayabileceğiniz neredeyse canlı bir organizmaya dönüşmüştür. TABLET...MATBAA...INTERNET 21. YÜZYIL= INTERNET ÇAĞI BASILI YAYINCILIKTAN ELEKTRONİK YAYINCILIĞA.... Bu yüzyılın bilgi üretme, yayma ve paylaşma aracı olarak Internet kuşkusuz rakipsiz olacak. Bilgisayar ortamına alışkın kuşakların yetiştiği gözönüne alındığında, geleneksel yayıncılık anlayışından elektronik yayıncılığa doğru geçişin katlanarak hızlanacağını öngörebiliriz. Ancak, çok yakın bir gelecekte belki de tüm medyayı kapsayacak Internette bilgi kirliliğini önlemek, nitelikli webleri çoğaltmak için internet yayıncılığında da işbölümü ve dayanışmaya gitmemiz gerekmektedir. Aksi halde Internet, içinde durulamaz bir bilgi çöplüğü haline gelebilir. GELENEKSEL YAYINCILIĞA KARŞI ELEKTRONİK YAYINCILIK
AVANTAJLARI
* Zaman tasarrufu sağlar. Çalışmalar ve iletişimin büyük kısmı Internet ortamında yürütüldüğü için yayım süreci çok daha kısa sürede gerçekleştirilebilmektedir. * Coğrafi kısıtlamaları ortadan kaldırır. Dağıtım sorunu, baskı masrafları, kurumsal giderler yoktur. Sermaye bağımlılığı olmaksızın yayıncılık yapılabilir. * Basılı yayıncılığa oranla, çok daha büyük okur kitlelerine ulaşabilmektedir. * Baskı maliyeti olmadığı için çok daha kapsamlı ve zengin içeriğe sahip olabilir. Özellikle fotograf dergiciliğinde, basılı yayınlardan kat kat daha fazla fotograf yayımlama şansına sahiptir. * Arşivleme avantajı vardır, tüm sayılara İnternette bir arada ulaşılabilmektedir. * Dayanışmacı ve kollektif bir kültürün oluşturulması için daha uygundur. Kitle iletişim alanındaki alternatif yayıncılık arayışlarına yanıt verme potansiyeli yüksektir. Elektronik yayıncılık, bireylerin doğrudan katılımına dayalı olması ve “doğrudan demokrasiye” yönelik siyasal ve kültürel açılımlar içermesi nedeniyle, entellektüel faaliyetleri, elitist, dar grup sınırlamalarının dışına çıkararak kitleselleştirme potansiyeline sahiptir. *Baskı maliyeti, dağıtım, iadelerin dönüşümü gibi sorunları yoktur. Kağıt kullanımına bağlı ekolojiik yıkıma katkıda bulunmaz. DEZAVANTAJLARI
* Ciddiyet algılamasında hala basılı yayınların gerisindedir. * Telif haklarının korunması konusunda hala yeterli teknolojik yazılım ve hukuki düzenleme sağlanamamıştır. * Erişim için teknolojik altyapı desteği (en azından bir bilgisayar ve internet erişimi) ve belirli bir seviyede bilgisayar kullanımı bilgisine gereksinimi vardır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde eğitim ve ekonomik faktörlerin etkisiyle bilgisayarlaşma oranı ve internet olanağı hala yeterince gelişmemiştir. * Ekonomik açıdan hala basılı yayıncılık kadar karlı bir ticari yatırım seçeneği değildir. NEDEN DERGİ?
Hayatı anlama ve anlamlandırmak için Gündelik olandan kalıcı olana ulaşmak için Yaşadığı güne tanıklık ederken tarihi olanı kaydetmek için... Dergi okuru, kitap okuru ile gazete okurunun arasında farklı bir kulvara yerleşir. Dergi okuru daha dinamik bir profile sahiptir. Dergi yayıncılığı karşılıklı etkileşime çok daha açık bir yayıncılık türüdür. Dergi yayıncılığı bir yandan gündelik olana – gelişen ve değişene dair iletileri içerirken, öte yandan kalıcı olanı belirler ve saklar. FOTOGRAFYA DENEYİMİ IŞIĞINDA INTERNETTE FOTOGRAF DERGİCİLİĞİ
Türkiye’ de, Internette, sanal bir fotograf dergisi yayınlama konusundaki ilk girişimi “Fotografya” nın fikir babası ve kurucusu S. Ugur OKÇU başlattı. 13 Mayıs 1997‘ de Internette yayın hayatına başlayan Fotografya.gen.tr, farklı coğrafyalardan, farklı cinsiyet ve yaş gruplarından, farklı eğitim alanlarından bir grup gönüllü tarafından, tamamen imece usulüyle çıkarılan Türkiye’nin ilk ve en kapsamlı sanal fotograf dergisidir. Alanında ilk olması nedeniyle, Internet ortamında yayımlanmaya başladığında, önündeki tek örnek basılı yayımcılık olduğu için format olarak bunlar örnek alınmıştır. Internet yayıncılığının sağladığı pek çok olanak bulunmasına rağmen, binlerce yıldır aşina olduğumuz basılı kültüre yatkın koşullanmalarımız nedeniyle derginin alışıldık biçemini değiştirmeyerek tutucu davranmakla birlikte, içerik konusunda her zaman aykırı ve yenilikçi bir tavır koyarak bu ikisini dengeledik. Tıpkı, basılı yayınlar gibi belirli periyotlarla çıkan, genel çerçevesi belirlenmiş sayılar şeklinde hazırlamakla birlikte içeriğini zaman içinde salt fotografla sınırlamayıp, edebiyat, felsefe, estetik, sinema, sanat tarihi gibi alanlara da açarak zenginleştirmeyi seçtik. Dergiciliğin belirli alanlarda uzmanlaşmaya yönelik eğilimlerine karşın, biz fotografın tüm alt alanlarını kapsayan, bunu yaparken de en profesyonelinden, fotografla hiç ilgisi bulunmayan insanlara kadar herkese hitap edecek, bilgilendirecek, eğitecek ve heveslendirecek bir içerik oluşturmayı hedefledik. Fotografya’da yer alan yazıların, köşe yazılarının ve portfolyoların hemen hemen tamamı Fotografya için yazılmış veya hazırlanmıştır. Tüm yazı ve fotografların telif hakları tıpkı basılı yayınlarda olduğu gibi hukuk kuralları çerçevesinde koruma altına alınmıştır. Fotografya dışında bir yerde yayımlanmış yazı veya fotograflar ise ilgili yasalara uygun olarak gerekli izinler alınır ve kaynak gösterilerek yayımlanır. Bizler bir yandan fotograf gündemini belirleyen ve takip eden, öte yandan da bir tür sanat tarihi yazıcılığı yaptığımızın bilinciyle niteliğinden ödün vermeyen bir dergi çıkarmaya çalışıyoruz. Tek ödülümüz kollektif emeğimizle nitelikli bir ürün yaratmanın hazzı ve paylaştıkça çoğaldığımızı biliyor olmamız. Nejat KUTUP- Leyla BENLİ
|