| 
                               
	 Düşük ışık fotoğrafçılığı ile alakalı, Photoshop gibi   bir görüntü işleme programı kullanarak uygulayabileceğiniz çok basit   bir hile vardır.  Tripod ile bir gece çekimi   yaptığınızı farzedelim. Ekipmanınızın ve koşulların izin verdiği ölçüde   okunabilir bir fotoğraf çekmek için diyafram ve perde ayarlarını   yapmışsınızdır. ASA’yı da yükseltebilirsiniz ama yüksek ASA değerlerinde   fotoğrafınızda “noise” adı verilen sinyal kirliliğini çok daha bariz   bir şekilde görmeye başlarsınız. Uygulanabilecek hile, aynı koşullarda   aynı fotoğrafı bir kaç defa çekmektir. Fotoğraftaki “noise” (gürültü)   her defasında tamamen rastgele yerlerde kendini gösterecektir.   Çektiğiniz bütün bu fotoğrafları, görüntü işleme programınızda,   toplamları 100% opaklık verecek şekilde saydamlık değerleri vererek üst   üste koyarsanız, “gürültü” değerlerinin ortalamasını almış olacaksınız.   Tamamen rastgele piksellerde kendini gösteren gürültünün piksel başına   yoğunluğu, aldığımız ortalama sonucu sıfıra yaklaşacaktır. Bu   teknik ile 1600 ASA ile çekilmiş yeterince fazla fotoğraftan, 100 ASA   ile çekilmiş gibi gözüken sonuçlar elde etmeniz mümkündür. Bu   tekniğin sonradan uygulanabilecek “denoise” tarzı algoritmalardan   farkı, görüntüyü hiçbir şekilde yumuşatmadan, görüntü bilgisini   kaybetmeden ve hatta yeni bilgi ekleyerek sorunu çözüyor olmasıdır. Uygulaması   biraz daha zahmetli olan HDR (Yüksek Dinamik Aralıklı) görüntüler de   yine benzer bir şekilde, aynı görüntünün bir çok defa; ama bu sefer   farklı ayarlar ile çekilmesi ile elde edilir. Karanlıktan, aydınlığa   farklı pozlama seviyelerinde çekilmiş birçok fotoğrafın algoritmik   olarak harmanlaması ile, gözün aynı görüntüdeki çok aydınlık ve çok   karanlık değerleri ve barındırdıkları detayı algılama becerisi taklit   edilmeye çalışılır. İki tekniğinde ortak noktası,   kullandığımız dijital makinanın hızlı ve çok sayıda görüntü yakalama   özelliği ile, bilgisayarların işlemsel gücünü buluşturmalarıdır. İki   teknikde de söz konusu olan şey, son görüntüyü oluşturmak için   dijitalleştirmekten öte, karmaşık işlemler sonucu yakaladığımız   görüntüden çok daha fazlasını elde etme çabasıdır. Uzaktan   bir ağaca bakın. Sonra, tek tek yapraklarını seçebilinceye dek ona   yaklaşın. Daha sonra gövdesine doğru gidin. Yaprakların şeklini,   damarlarının yerleşimini, üzerindeki karmaşık dokusunu görün. Kahverengi   kabuğuna, kabuğunun detayına, detayının içindeki detaya bakın. Dijital   fotoğraf, görünen dünyamızı sarmalayan bu devamlı görüntünün piksel   adını verdiğimiz birbirinden ayrı dikdörtgen şekiller içinde, her   dikdörtgene bir renk gelecek şekilde örneklenmesi, kaydedilmesidir. Ama   bu kayıt işlemi aslında hiç de düşünüldüğü kadar basit, birebir   işlemeden ibaret bir işlem değildir. Makinenizin içinde ışığın rengini   ve yoğunluğunu ölçen ve denk geldiği piksele kaydettiği değeri veren   sensörler, bu devamlı sinyali, sabit sayıdaki piksellere kaydedebilmek   için “de-mosaicing” denilen interpolasyon teknikleri ile işler. Daha   sonra keskinleştirme, renk ve kontrast ayarları uygulayıp, eğer RAW   fotoğraf çekmiyor iseniz sıkıştırarak kaydeder. Yine de bütün bu   işlemler, size film makarası kullanan fotoğraf makinalarından çok daha   farklı sonuçlar üretmezler. Gerçek şu ki; dijital makineler ile   fotoğrafçılık köklü bir değişime uğramış olsa da kullanılan makine ve   prensipler geçen zaman boyunca çok az değişiklik geçirmişlerdir. Oysa   bilgisayarların işlemsel gücü kullanılarak bundan çok da fazlası   yapılabilir. HDR örneğinde olduğu gibi fotoğrafın alışılmış sınırlarının   dışına çıkılabilir, ya da yepyeni sınırlar keşfedilebilir. İşlemsel   fotoğraf; bilgisayar grafikleri, makine görüşü ve fotoğraf   alanlarındaki gelişmelerin kesişiminde ortaya çıkan yeni bir daldır.   Amacı; geleneksel makinenın sınırlamalarını kırmak, işlemsel güç   kullanılarak daha gerçek, daha canlı ve algısal açıdan daha manalı   fotoğraflar yaratmaktır. İşlemsel fotoğraf dalı 3   alanda ilerlemektedir. İlk alan, ilk örnekte de bahsedildiği gibi   geleneksel fotoğrafçılıkla alakalı parametrelerden (alan derinliği,   dinamik aralık, vs...) yüksek performans sağlanmasını amaçlamaktadır. Bu   alana “epsilon fotoğrafçılığı” (epsilon photography) adı da   verilebilir. Bu, henüz eldeki makinelerin limitli kapasitelerinden   dolayı sahnenin, her defasında makine parametrelerinin “epsilon”   miktarının değiştirilmesi ile yakalanan birçok fotoğraf ile temsil   edilmesidir. Her ne kadar görsel olarak zengin sonuçlar verse de, yine   düşük seviye bir görsel temsil söz konusudur. Bunun sebebi, günümüz   dijital fotoğrafçılığında gerçek dünyanın görsel zenginliğinin   piksellerde sadece ışık yoğunluğu olarak örneklenmesidir. Oysa görme   algısı bundan çok daha ötedir; algısaldan çok kavramsaldır. Bu yüzden de   saklanan görüntünün ışık yoğunluğundan ibaret olmaması gerekir, ne de   olsa bizim görme duyumuz bundan ibaret değildir. İkinci   alan yukarıda bahsedilen gelişmiş makinenin becerilerinin ötesine   geçebilmek üzerinedir. Buna “kodlamış fotoğraf” (coded photography) adı   verilebilir. Bu alanda amaç, görüntü kaydedilirken sahne hakkındaki   birçok bilginin, bir ya da az sayıda fotoğraf ile görüntüye geri   kazanılabilir şekilde kodlanmasıdır. Bu kodun analizi ile sahnedeki ışık   alanları hakkında bilgi, hareket fluluğunun giderilmesi, sahne   derinliği gibi bilgiler edinilmesi amaçlanmaktadır. Bu daha yüksek   seviye bir görsel temsil demektir. Bunun nedeni; bu tür fotoğrafçılıkta   elde edilen görüntünün en basit biriminin artık iki boyutlu piksel   değil, dört boyutlu ışık ışınları olmasıdır. Dört boyutlu ışık alanları   kaydedilerek (pozisyonu, derinlik ve zaman bilgisi) çekilen   fotoğraflarda elde edilen alan derinliği, sonradan işlenerek   değiştirilebilir; bu teknik ile flu çektiğiniz arka planı net, net   çektiğiniz objeyi flu hale rahatlıkla getirebilirsiniz. Kodlama tekniği   ile perdesi açık olduğu halde hareket fluluğu yapmayan makineler   geliştirilmektedir. Hareket fluluğunu engellemek için kullanılan   yenilikçi tekniklerden bir tanesi de, makinenin perdesinin kontrollü bir   şekilde titretilmesidir. Çekilen fotoğrafa bu tür asimetrik   düzensizlikler katılması, görüntü bilgisine tanımlanabilir özel imzalar -   kodlar - atılmasını sağlar. Bu asimetrinin algoritmik olarak işlenmesi   ile de fluluk gibi sınırlamalar giderilebilir. Üçüncü   alan radiyometrik birimlerin ölçülüp işlenmesinden öte, sahnedeki   anlamın, görsel özün yorumlanması olacaktır. Bu alana “öz   fotoğrafçılığı” (essence photography) adı verilebilir ve yakalanan   görüntü yüksek seviye işlemden sonra aslında gerçek dünyanın algısal   zenginliğinden ziyade, kavramsal zenginliğini temsil edebilir. Bu alan   yeni sanat formlarına esin verecektir. Bazı   durumlarda, mesela bir eğitim görselinde, bir illüstrasyon, fotoğraftan   daha tanımlayıcı olabilir. Ama bu tarz illüstrasyonları üretmek çaba ve   yetenek gerektirir. Bu tür illüstrasyonlarda genelde amaç, görüntünün   temsili için bütün gereksiz ayrıntılardan arındırılmasıdır. Bu işlemsel   bir şekilde yapılabilir. Mesela bir görüntüyü çizim şeklinde yakalamak   istediğinizi farzedelim. Muhtemelen görüntünün dokusundan kurtulup   sadece kenarlarını yakalamak isteyeceksiniz. Ama kenar tespiti bir   fotoğraf makinası ya da yazılım için çok kolay bir iş değildir. Obje   üzerindeki doku yüksek kontrastlı alanlarda kenar olarak algılanabilir.   Ama sadece kenarların gölge yaratabileceği gerçeği göz önünde   bulundurularak, bu sorunun üzerinden akıllı bir fotoğraf makinesi, flash   ve işlemsel güç faydalanılarak gelinebilir. Fotoğraf;   film, müzik, oyun gibi sektörler kadar büyük bir pazar payına sahip   olsa da teknik ve donanımsal açıdan çok büyük değişiklikler yaşamadan   günümüze kadar geldi. Bu açıdan bakılacak olursa, fotoğrafın aslında   gayet gelenekçi bir alan olduğu söylenebilir. Yukarıda örneklenen bazı   gelişmeler son kullanıcıya belki de hiçbir zaman ulaşmayacak olsa bile,   yapılan araştırmaların yoğunluğuna bakılacak olunursa, fotoğrafın iki   boyutlu doğasını köklü bir değişimin beklediğini söylemek yanlış olmaz.   Biz dijital mı iyidir yoksa analog mu, photoshop’la renkler ile oynamak   mübah mıdır sevap mı diye tartışa duralım. Ha bir de tabi ki ne olur ne   olmaz diye vimeo’yu, youtube’u yasaklayalım. Teknoloji onu takip   edenleri geleceğe taşımaya devam ediyor. 
	 
                               |