“Fotoğraf, bir Işık okuludur” Edouard BOUBAT
Bilim dallarının, sanat ve meslek kollarının kavramlarına karşılık bulma çabaları geçen yüzyıldan bu yana süregelmiştir. Osmanlı aydınlarının çeşitli kavramları karşılamak yolunda yaptıkları çabalar ile Türk Dil kurumu’ nun kurulmasıyla birlikte başlatılan çalışmalar, uzun yıllar alan terim sorununun iki cephesini oluşturur. [1] Arapça ve Farsça, yüzyıllarca kelime hazinesi, ekleri ve hatta kuralları bakımından Türkçeyi etkisi altına almış, uzun süre Türkçenin serpilip gelişmesine engel olmuştur. Dilimiz bu olumsuz şartlara rağmen varlığını sürdürürken bu sefer de batıdan gelen kelimeler, terimler ve ekler Türkçeyi zorlamaya başlamıştır. Özellikle son dönemlerde Tükçenin kök ve ek zenginliğini hiçe sayıp eskiden olduğu gibi dili, yetersiz görenler vardır. Türkçenin üretkenliğine işleklik kazandırmadıkça ve yabancı dillere karşı direncini arttırmadıkça tehlikeler her zaman başgösterecek, Türkçe tehditten kurtulmayacaktır.[2]
Bilim ya da teknoloji üretmeyen bir toplum olduğumuz için genellikle bu kelimeleri Türk Dil Kurumundan' dan önce ithal etmeye başlıyoruz. Türk Dil Kurumu bunlara birer Türkçe karşılık üretene kadar, kelimeler kullanım diline yerleşiyor, sonra da Türk Dil Kurumu tarafından üretilen kelimeler kabul görmüyor. (örn: Disk-Player: tekerçalar gibi).
Bu durum yalnızca dilin genel kelimelerine yönelik olmayıp özellikle terimlerini etkisi altına almaktadır. Bu sebeple, Türkçe terim türetmenin yollarını sistemli olarak tez elden ortaya koymak, ilkelerini geliştirmek ve bilginlere, sanatçılara terimleri Türkçe olarak kolayca karşılamanın ilke ve yollarını göstermek gerekir. Ancak ilk önce yapılacak iş bilim adamlarına, sanatçılara, sivil toplum örgütlerine, kısaca ilgili herkese konunun önemini anlatmak, Türkçenin terimler açısından içinde bulunduğu durumu göstererek konuya sahip çıkmalarını sağlamaktır. Bunun için de sorunu sık sık gündeme getirmek, bilim çevrelerinin konuyla ilgilenmeleri için ortamlar hazırlamak, sorumlu kurullar oluşturmak gerekir. Güçlü bir sivil toplum örgütü olma yolundaki fotoğraf federasyonun kurulma aşamasında, dildeki yabancı kelimeler sorununu gündeme getirerek, dikkatleri konu üzerinde toplama çabasındayız. Ortaya atılan yüzlerce terim arasında tutunamayan sözlerin ya dilde yapıca benzerleri yoktur ya da ses ve biçim açısından Türkçenin kurallarına uymazlar. Bu iki durumun yanı sıra bir üçüncü etken daha vardır. O da tutunamayan terimin anlamca eksik ve karşılığı olduğu kavramı kapsamayışıdır. Bazı öneriler yalnızca ilk kullananın yazısında kalmıştır. [3] Türetilen bir kelime veya terimin yalnızca ses ve biçim açısından kurallı ve mantıklı olması yetmez. Bir sözün tutunup benimsenmesinde anlam, bu iki husus kadar önemlidir. Bir kelime, bir söz hatta bir hareket veya olgudan doğan şeye anlam diyoruz. Anlam bir kelimenin aynı dili konuşanlara çağrıştırdığı, anımsattığı, kavram ve düşüncedir. Söze can veren anlamdır. Yalnızca kelimenin bir biçim olarak varlığı yetmez. Bunun birşeyler çağrıştıracak bir anlamı olmalıdır. Birbiriyle ilgili olan bu iki durumda,anlamın da, dilde yeri olan bilinen bir biçime veya söze dayanması gerekir. Böyle bir düzen içinde kökü tanınmayan, eki canlı olmayan, hangi görevde kullanıldığı belli olmayan bir biçimden anlam çıkarmak mümkün olmaz. Kelime ile onun dayandığı anlam arasında sıkı bir bağ vardır. Duyulan veya okunan bir kelimeyle zihinde birtakım anlamların belirmesi ve böyle bir sözün hangi kavrama karşılık olduğunun anlaşılması gerekir. Kelimeyi anlam açısından ele aldığımızda onun öncelikle kavramı çağrıştırması ve dilde yerinin bulunması beklenir. Dilde yeri olmayan ve yeni türetilen bir sözü ise, onun canlı kökü, canlı eki ve dilde benzer yapıda bulunan biçimleri ayakta tutar ve çok geçmeden zihinlerde yer etmesini sağlar. Konuya terim düzeyinde baktığımızda iş biraz daha zorlaşır. Çünkü böyle bir söz, gündelik dilde kullanılmayan, belirli bir bilim dalı içinde sınırlı kalan biçimdir. Bu nedenle terim sözlükleri bu tür terimlerin ayraç içinde doğu ve batı dillerindeki karşılıklarını verirler, tutunup yaygınlaştıktan sonra da buna gerek görmezler.[4] “Viyadük” kelimesini çevresini yeni algılayan bir çocuğa sorduğunuzda, çocuk bu kelimeden bir şey anlamayacak, kelimenin içinin doldurulması, daha önce viyadük kelimesini öğrenmiş biri tarafından tanımlarla yapılacak ve belki de anlatımı güçlendirmek için çizim yapmak zorunda kalınacaktır. Oysa aynı çocuğa köprüyolun ne olduğunu sorduğunuzda, çocuk köprü ve yol kelimelerinden yola çıkarak kelimeye bir karşlılık imgeliyebilecektir. Fotoğraf kelimesinin de viyadük kelimesinden hiç bir farkı yoktur. Kelime herhangi bir kavram veya düşünce çağrıştırmamakta, birçok farklı tanımlarla anlatılmaktadır. Oysa çok genç yaşlarda fotoğrafın bir ışıkla çizme yöntemi olduğunun öğrenilmesi, düşünsel anlamda çok daha geniş bir bakış açısının gelişimine katkıda bulunacaktır. Bu durumda, ışıkla çizerken neden ara aygıt olarak kullandığımız fotoğraf makinasının gerekliliği de daha kolay açıklanabilir. Çevremizdeki herşeyden yansıyan, renk ve tonları kullanmamıza olanak veren ışık inanılmaz bir hızla, saniyede 300.000 km ile hareket etmektedir. Böylece Işıkçizerin (fotoğraf makinası), ışığın saptanmasında bir tıpkıçekim (fotokopi) makinası değil de, Işıkçizenin (fotoğrafçı) kullanmaya çalıştığı bir fırça olduğu ortaya çıkar. ...Yunanca kökten gelen FOTOGRAF’a (photos=ışık, graphein= yazmak, Photographia = ışıkla yazmak ) dönüştü. Fotoğraf, sanatçının fırçasını kullanmadan elde ettiği yeni bir resim yapma tekniği oldu" (Engin Özendes - fotografya "www.fotografya.gen.tr" sayı 11 : fotoğrafın gücü). Bu durumda, Işıkçiz yada Işıkçizgi kelimesinin, fotoğraf kelimesi karşılığı olarak kullanılabileceği ortadadır. Kelimenin kökü de canlıdır. Fotoğraf - Işıkçiz veya Işıkçizgi, Fotoğraf çekmek – Işıkla çizmek, Fotoğraf Makinası – Işıkçizer, Fotoğrafçı – Işıkçizen veya Işıkçizici. Boyalı basın tarafından sanatçının şarkıcı ile özdeşleştirildiği günümüzde sanat kelimesi iğrenç bir kirlenme altındadır. Bu konuda da bir birlik sağlanması şu aşamada mümkün görünmemekte ve bazı sanat dallarında, kelimelerin arkasına sanatçı eki getirilmek zorunda kalınmaktadır. Neden resim sanatçısı denmez de ressam denir? Neden heykel sanatçısı (ya da yontu sanatçısı) denmez de heykeltraş (yontucu) denir? Fotoğraf sanatçısı yerine Işıkçizen veya Işıkçizici önerilmektedir. Fotoğrafçı anlam açısından çok yetersiz kalmakta, fotoğraf malzemesi satanla, fotoğraf çeken aynı kelime altında birbiriyle karıştırılmaktadır. Cumhuriyetle başlayan yeni döneme geçmeden önce, eski harfli dil kitaplarında ve çeşitli makalelerde terimlerle ilgili bazı ilgi çekici önerilerin olduğunu görmekteyiz. Sonradan İleri soyadını alan Celal Nuri, Türk İnkılabı adlı kitabında batı kaynaklı kelimelere epeyce Türkçe karşılık göstermiştir.[5] Bunlardan biri de fotoğraf kelimesine karşılık Işıkyaz kelimesidir. Işıkyaz kelimesinin fotoğraf kelimesine tam karşılık olmadığını, fotoğrafın bir yazı yaklaşımından çok, çizmek eylemi olduğunu düşünüyorum. Bazı anlamsız kelimelerin öz Türkçe adına türetildiğinin sanılması, bilginin kaynaklarına inmeden, bilgiyi bir belgeye dayandırmadan kulaktan dolma yanlış bilgilere inanmaktan öte birşey değildir. “Gök konuksal avrat”, “ulusal düttürü” gibi sözcüklerin (daha doğrusu saçmalıkların) öz Türkçecilik adına türetildiğinin sanılması bunun en belirgin örneklerindendir. Tam tersine bu uydurmalar, dilimize yüzlerce sözcük kazandıran özleştirmecileri yıpratmak, onları gözden düşürmek için tutucu çevrelerin bir marifetidir. Yani özleşmeye inanmayanların ince bir oyunu, hatta sahtekarlığı demek daha doğru olur.[6] Yıllardan beri kiminin bilerek, kiminin de bilmeden yayıp durduğu yanlış bilgilerin asıl çıkış nedeninin, dilimizin özleşmesine, yabancı etkilerden arınmasına gönül verenleri yıpratmak, gözden düşürmek olduğu unutulmamalıdır. Bu iki yanlış bilgi, yıllardır süren karalama kampanyasının küçük bir parçasıdır. O karalama kampanyasının bizi getirdiği nokta ise ortada: Kirletilmiş bir dil.[7] Modern dillerde de yabancı kelimelerin varlığını ileri sürerek terimlerin Türkçeleştirilmesini gereksiz bulanlar vardır. 6. Türk Dil Kurultayında terim komisyonunun raporu görüşülürken Besim Atalay şöyle diyor: “Efendim, deniliyor ki Fransız ve İngiliz dilinde yüzlerce yabancı kelime var. Bunlar niçin bu kelimeleri atmıyorlar? Fakat niçin bu adamlar bize Fransız ve İngiliz dillerini örnek getiriyorlar da Fin, Rus dillerini getirmiyorlar? Evet, İngilizce ve Fransızcada birçok yabancı kelimeler var. Fakat, şurasından gaflet buyuruyorlar ki, o diller bir aile dilidir. Şöyle farzedelim: Bir ana dili var. Onun şubesi Latin ise, öbür şubesi Cermen, öbür şubesi İslav, öbür şubesi Fars’ tır. Bunlar elbet birbirine yakın olurlar. Bunlar, birbirine yakın bir aileden diller oldukları için birbirinden kelime alabilirler. Ama bizde bu yok.[8] Ana dilde eğitimin de eskisi kadar önemsenmemesi, okullarda yabancı dillerde eğitimin ilköğretime kadar inmesi, anadilimizin yarını ve doğru yolda, bozulmadan, önümüzdeki yüzyıllara erişebilmesi bakımından en önemli olumsuz etkenlerden biri olarak görünmektedir. Anadilinde düşünemeyenlerin kendi çevresinden yola çıkarak evrenselliği yakalamaları çok zor görünmektedir. Öğrendiği dilin onu, bir başkasının kötü bir tıpkıçekim düşünme sistematiğini yansıtmaktan öteye götüremeyeceği açıkca ortadadır. Türkiye’ de özel radyo ve televizyonların birdenbire çoğaldığı, televizyonun, her evin yaşamında önemli bir yer aldığı son 20 yılda, Türkçede bozuk anlatımların, yanlış söyleyişlerin, yerinde olmayan sözcük kullanımlarının ve gereksiz yabancı sözcüklere başvurmanın yaygınlaştığını kimse yadsıyamaz [9]. Özellikle çocukların çok fazla izlediği bazı dizilerde kullanılan yabancı kelimelerin, çocuk yaştan başlayarak belleklere kazınmasının ne denli tehlikeli sonuçlara gebe olduğu ortadadır. “Light Erkek” kelimesi bunların en kötü örneklerinden biri olarak görünmektedir. Ben bir denizciyim. Denizciler birbirleri ile Ingilizce – Türkçe karışık, teknik terimler hariç, sadece 50 kelimelik bir sözlükle konuşurlar. Bu nedenle hiçbir zaman bizlerin arasında gerçek bir iletişim kurulmaz. Deniz ve denizin getirdiği tehlikeler bittiğinde aramızdaki bağ da bir daha biraraya gelmemek üzere kopar. Fildişi sahilleri. Abidjan’ da bir sabah. Taksi ile gemiye dönüyorum. Arkada oturuyorum. Afrika’ nin sicak ve nemli gününün yeniden ışımasını izliyorum, dalgın ve yorgun gözlerle. Sürücü nereli olduğumu sordu birden. Türküm dedim. Hello nasıl söylenir sizin dilinizde dedi. Farklı dillerden birçok hello biliyormuş. Ben duraksamadan “merhaba” diye yanıtladım onu. Şaşırdı. Aynadan bana bakarak siz arapça mı konuşuyorsunuz, merhaba arapça değil mi diye sordu? Biz kendi dilinde selam!!! bile vermekten yoksun bir dil mi kullanıyoruz!!!??? Fotoğraf kelimesi galiba çoğunlukla sadece bir sembol olarak ezberlettiriliyor insanlara. Fotoğraf kelimesine, üzerine yüklenenle değil de kendi kimliği ile mi yön verilmeli? Fotoğraf kelime olarak nedir acaba? Anın dondurulması mı sadece? Bunu bize başkaları söyledi. Öyledir diye aldık ve o noktadan yürüdük. Çünkü açılımı yok bu kelimenin. Oysa Işıkla Çizmek farklı geliyor insana. Kelime ne yapıldığını veya ne yapılması gerektiğini en başından gösteriyor gibi. Kullandığımız tek bir şey var o da Işığın ta kendisi. Peki neden böyle bir durumda farklı bir kelime kullanılıyor? Ya yeniden üretilen tekniklere neden farklı isimler konur? Scanograph (Grafik-tarama) ın tam karşılığı ardışık-ışıkçiz olabilir mi acaba? Sırf IşıkÇiz kelimesi için yeni bir fotoğraf tekniği ürettiğimi düşünüyorum. Adını da "Nemli-IşıkÇiz" (Humidigraph) koydum. Işığın su ve havadaki farklı kırılma indisinden yola çıkmaya çalıştım. Önce fotoğraf makinasını soğuk bir ortamda özellikle de bir air condition önünde ya da buzlukta iyice soğutuyorum. Daha sonra dışarıdaki nemli ve sıcak ortama çıkarıyorum. Lens bölümü komple buğulanıyor. Biraz beklediğimde (ya da elle istediğim alanları silerek) objektif üzerinde iki farklı alan oluşturuyorum. Amacım da ışık çizgilerini beyaz uzun puntelleri kullanarak patlatarak (buğu = su'dan geçen ışığı kullanarak) belirlemek ve IşıkÇiz kelimesine imgesel bir görüntü oluşturmak.
Kaynaklar: [1]Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR – Terim sorunları ve Terim yapma yolları – Ankara, 1991 – Atatürk Kültür, dil ve tarih yüksek kurumu Türk dil kurumu yayınları: 569 Sayfa-149 [2]Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR – a.g.e. Sayfa-151 [3]Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR – a.g.e. Sayfa-147 [4]Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR – a.g.e. Sayfa-147-148 [5]Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR – a.g.e. Sayfa-7 [6]Kemal ateş - Öğretemediğimiz Türkçe – 2.Bası – 2000 - Cumhuriyet Kitapları – Çağ pazarlama A.Ş. – Sayfa: 107 [7]Kemal ateş - a.g.e. – Sayfa: 109 [8]Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR – a.g.e. Sayfa- 9 [9]Prof. Dr. Doğan Aksan – Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yarını – Bigi Yayınevi – İkinci Basım 2001 – Bilgi yayınları/bilgi dizisi:76 – Sayfa: 152
|