Merhaba,
Bu köşede, dünyanın farklı yerlerinden insanların fotoğraf hakkındaki düşüncelerini, bakış açılarını bulacaksınız. Kimi zaman, Amerika, Kanada ve Güney Amerika ülkelerinden, kimi zaman Avrupa ve hatta Uzak Doğu'dan yazarların fotoğrafa ilişkin yorumları yer alacak bu köşede. Bazen yeni şeyler öğrenip kendi bakış açımızı geliştireceğiz, bazen de fotoğraf dışında ortak hiçbir şeyimiz olmayan insanlarla hemen hemen aynı şeyleri düşündüğümüzü görünce, aslında fotoğrafın ne kadar somut ve de mükemmel bir iletişim aracı olduğunun farkına varacağız.
Bu sayının konuğu, Veronica Volkow. Veronica Volkow, Meksikalı bir yazar ve sanat eleştirmeni. Bu makale, "Aperture" dergisinin 1998 yılında yayınlanan 153'uncu sayısında İngilizce olarak yayımlanmıştır.
GÖZÜN GÖRDÜĞÜ
Yazan: Verónica Volkow
Fotoğrafçılar, şiirsel, bizi donduran, hayatı irdelemeye ve yeni bir yol bulmaya sevk eden görüntüleri arayan kaşiflerdir. Fotoğrafçının bizi alıp götürdüğü yolculuğun iki ayrı yönü vardır. İlki, yol boyunca sürprizlerin, hızla hareket eden çizgilerini seyretmek için dışa, ikincisi ise içteki monologun hızlı akışıyla içe doğru olan yolculuktur. Bu yolculuk, her zaman bizi bilinmeyene, yeniliğe ve merak edilene götürür. Beklenmeyenin apansız karşımıza çıkması duygularımızı uyandırır, bizi heyecanlandırarak hayal gücümüzü harekete geçirir. Diğer renkleri, şekilleri algıladıkça, boşlukla olan ilişkilerimizin giderek büyüdüğü görülür. Bu belki de fotoğraf tarafından hazırlanan yolculuğun gerçek tutkusudur. Geçtiğimiz uzayın bu kanalında kendimizi değiştirir ve geliştiririz. İçimizdeki masalcı artık farklı bir şekilde görür, konuşur ve hayal eder. Yeni sınırlar, ihtimalin yeni şekli onun içinde oluşur.
Fotoğraftaki yolculuk şiire en yakın olan şeydir. Her ikisi de bilinmeyeni algılama egzersizi, yeni dünyada yer alma çabasıdır, gözle olsa bile. Fotoğraf makinesi, şiirsel görüntünun oluşumu, bilincin kaynağı olan gerçek anı, olağan bir şekilde kaydeder. Kristalleşen görüntü, doğmak için acı çeken dilin çekingenliğidir.
Bilincimizin vücudu, tenimizin sardığı vücuttan farklıdır. O görüşümüzün kapladığı alana benzer. Bu görüş, fotoğraftaki objeler tarafından şekillendirilir. Şimdi duvar bizimle yüzyüze, şimdi ufuk çizgisi çok yakın. Gördüklerimiz, boşluğa doğru bir kanalın içinden akar gibi akar, dokunduğu her şeyi içine alarak.
Gezdikçe, bilincimizin vücudu şekil değiştirir. Kendimizi geliştirip bazen kaybettiğimiz yerde, hayal kırıklığından büyülenmişliğe, eski ve benzer şeylerden bilinmeyene doğru yöneliriz. Şiirsel görüntü, bizi büyük ve pasif gözlem boşluğunda tutan bir kök gibidir. Algıladığımız ve içimize aldığımız yer bizi yutar ve bizi anlar. Şiirsel görüntü dilin derinliklerine girer. Gözün okyanusunda o tekrar, ten, kemik, kas ve güce bürünür, maddeyle bizi başbaşa bırakarak.
Şiirle örülmüş fotoğraf bir ayna gibidir. Dünya onun içindedir, biz de onun. O yakalar ve bizi anlatır. Bir dağın ağacın veya bir çocuğun yüzünün görüntüsüne bakabiliriz fakat nasıl bir rüyadaki figür, rüyayı gören tarafından yaratılırsa, bu görüntülerde bizim tarafımızdan yaratıldığı sürece var olur. Bu evrendeki her karakter ve sunulan her nesne o rüyayı gören tarafından oluşturulur. Rüyayı gören, aslında rüyanın kendisidir. Bu yüzden "obra de autor" (yazarın işi) terimi, şiirsel görüntüyü keşfetmeyi amaçlayan fotoğraf çeşidi için kullanılır. Her şiirsel görüntü bizim ruhumuz, düşlediğimiz şey, fikrimizin damarı olur.
Guston Bachelard, "Poetics of Space (1969)" (Boşluğun Şiirleri) isimli kitabında her şiirsel görüntünün bir yansıması ve bir titreşimi olduğunu savunmaktadır. Bu yansıma aşırı mutluluk ve ruhun etkisidir; titreşim ise ruhun boşluğunda, görüntüyü uyandıran ikincil anlamda ve ekonun bütün parçacıklarında duyulandır. Görüntü, titreşimin kalitesinde, orkestrasını ahenkle yöneten üçüncü bir şahısta konuşur, diğer taraftan yansımasının kalitesinde ise, bizi etkisi altına alan birinci kişide dile gelir. Ruhumuz, şiirsel görüntüye yer verir ve giderek ona yaklaşır.
Abbas'ın fotoğraflarından biriyle karşılaştığımızda, içimizdeki birşeyler kum fırtınasından sonraki çöl gibi, ağaçlar ise açık alanın rüzgarından dolayı hisleri olmayan sinirler gibidir. Yansıma, kaybolan dili, bir bütünün parçası olan görüntüyü içine alarak kendini gösterir. Görüntü ruhtan vücuda dönüşür.
Graciela Iturbide'in fotoğraflarından birinde çocuklar kumda yuvarlanır, sanki bir araya gelmiş gezegenlerin büyük bir kuvvetle birbirini itmesi gibi. Görüntüdeki rahatlamayı ve hoş ürpertiyi paylaşırız. Her şiirsel yüzleşme arzu ile doludur. Subje ve obje birbirine karışarak tek olmuştur. Onlar bir ip ucunda bir araya gelir. Fakat bu bir prototip oyunudur ve fotoğrafta gerçeğin doğrusal zamanı, rüyanın anlamının, arzunun sınırının ve mitolojinin prototipini belirler. Şiirsel görüntü gölgeyi maddeye çevirir.
Bir mucize olacağı zaman kimse bilemez; birbirini tanımayanların gözleri buluştuğu zaman, tıpkı Neyra'nin fotoğrafındaki gibi ya da Flores Olea'nin arka odasının süslü makalesi gibi yada Cifuenten'in oyuncak bebek gibi duran ölüu bebeği gibi. Şiirsel görüntü sadece vücut ya da varlık değil, aynı zamanda bir işaret, anlamın yemini gibidir. Bizi kendisinin gizi olarak gösterir, merakının içine alarak orda kalmamızı sağlar.
Fotoğrafın çekildiği ortam ve bilinmeyen etkisinin bir araya geldiği anlar şiirsel görüntülerdir. Bize ait olan bir şeyler, yabancı ve başka olan bilinmeyenin varlığında hayata gelir. Şiirsel görüntüde, herhangi bir yol bulup kendimiz olarak dogmayi dileriz.
Kaynak: Aperture, sayı:153, 1998
Aylin Yılmazbayhan
|