www.enginozendes.com
1839 yılının güzel bir yaz günüydü. Seine nehrinden gelen rüzgar, Parisin üzerindeki Ağustos sıcağını biraz hafifletiyordu. Fransız Bilimler Akademisinin kürsüsünde ki adam François Arago elinin altında duran küçük çana şöyle bir vurdu, bir omuz hareketiyle ceketini düzeltti, başını hafifçe yukarı kaldırarak "Sayın Baylar" dedi "doğa ışık aracığla bir yüzeyin üzerine geçirilmiştir. Sahibi Louis Jacques Daguerre olduğundan, buluşun adı Daguerreotype'dır". Kalabalıktan garip bir hayret nidası yükseldi. Şimdiye kadar, ressamların resimlerinde, gravürcülerin gravürlerinde görmeye alıştıkları çevre, nasıl olur da alet aracılığıyla, bir yüzeyin üzerine geçirilebilirdi. Sıralarında oturanlar hemen yerlerinden kalkıp, örnekleri görebilmek için, birbirlerinin önüne geçmeye çalıştılar. Evet doğruydu gördükleri bunu kanıtlıyordu.
Henüz adı fotografa dönüşmemiş bu yenilik, bir çığ gibi ortalığı sardı. Fransa kaynaklı bu buluş olan Daguerreotype'ın yayılmasına öncülük edenler, ellerinde yeni araçları ile, Doğu'nun gizlerini saptamak için büyük bir merakla gelen yazarlar, ressamlar, arkeologlar, mimarlar ve maceraperestlerdi. Fransa'dan Ortadoğu'ya kalkan vapur seferlerinin yolu izlenerek Mısır, Beyrut, Suriye ve çevresinden sonra, İzmir'in görüntüleri, 4 Şubat 1840'da Frederic Goupil Fesquet tarafından saptandı. Bazı gezginler ise, daha uzak ülkere, Hindistan, Japonya, Çin, Amerika ve Brezilya'ya kadar ulaştılar. İlk gezginlerin çektikleri genellikle manzaralardı. İşleri zor, araçları çok ağırdı. Çekilen her Daguerreotype tekti ve çoğaltılması olanaksızdı. Üstelik ilk başlangıç yıllarında, matbaa ve baskı tekniği gelişmediğinden, Daguerreotype'ları yayın organlarında ve kitaplarda göstermek olanaksızdı. Bunlar, yeniden ara tonlar verilerek çizildi. Uzun poz süresi nedeniyle hareket halindeki canlıların girmediği görüntüleri, kuruluktan ve sıkıcılıktan kurtarmak için ressamlar, çizimlerine insan ve hayvan figürleri kattılar.
1847' de yeni bir teknik gelişme oldu. Albüminle duyarlı hale getirilmiş cam negatifler üzerinde elde edilen görüntüler kusursuz hale geldi. Eskisine oranla hafifleyen karanlık kutunun pratikliği, uzak ülkeleri fotoğraflamak isteyenlerin sayısını arttırdı. Parlak güneş ışığı altında bir manzara fotoğrafını elde edebilmek, yine 15-20 dakika gerektiriyordu ama, artık bu negatiflerden çok sayıda baskı yapabilme olanağı vardı.
İstanbul, İrlandalı John Shaw Smith'in 1852 yılında çektiği Pera fotoğrafı ile ilk deneysel fotoğrafın görüntüsüne girdi, iki negatiften oluşan bu görüntü bilinen en eski kombinasyondur.
Fotoğraf, bulunuşu ile birlikte yeni bir soruyu da gündeme getirdi. Kamera kendi gerçeğini mi, kameranın arkasındaki adamın gerçeğini mi saptıyordu. Eğer tam gerçeği yansıtıyorsa ve optik aracın arkasındaki gözü sınırlıyorsa, fotoğraf sanat mıdır? Bu soru sanatçılar ve sanat eleştirmenleri arasında büyük tartışmalara neden olur. Bir fotoğrafta saptanan doğa görüntüsü, sanki doğanın bir kopyasını yapaparak gerçegi oldoğu gibi bize sunuyorsa, nasıl sanat olur? Bunun karşılığında verilen cevap ise çok yalın ve kısaydı. Eğer, o optik aracın arkasındaki insan gözüne hükmeden ve çok geniş bir çevreden arındırarak seçen bir yaratıcı beyin varsa, vermek istediği mesajı, yarattığı kompozisyonun içinde vurgulayarak bize sunuyorsa, bu sanattır. Fotoğraf, insan gözünün saptayamayacağı görüntüleri yakalayarak, gerçeğin bilinmeyen yanlarının ortaya konmasını sağladı. 1872 yılında Muybridge hazırladığı çok sayıda makine setiyle, koşan bir atın ayak hareketlerini saptadı. Elde edilen fotoğraf, o güne kadar at resmeden ressamların yanıldıklarını ortaya koydu. Daha önce çizilen tüm resimlerde, bir göz yanılmasıyla koşu sırasında atların dört bacağını da gerili bir biçimde havada tuttuğu gösterilmekteydi.
Amerika'lı manzara fotoğrafçılarının işleri, neredeyse turizmin ve çevre korumacılığının ilk belirtileri oldu. William Henry Jackson'un görüntüleri, 1872 Mart'ında Yellowstone'un Amerika'da ilk ulusal park olmasını sağladı. 20. Yüzyıl başlarında yaygınlaşan ilk renkli fotograflar (monochrome), gezginlerin doğa görüntülerine ilginç pastel tonlar getirdi. Fotoğrafçılar daha sonraları, doğanın kötü biçimde değişmesine neden olan endüstri felaketlerinin çelişik görüntülerini, de ortaya koymaya uğraştılar. Sonsuzmuş gibi görünen bir gelincik tarlasının, dağlara kavuşan görüntüsünün önünde bırakılıvermiş bir eski otomobil, çirkin bir metal yığını ile, saf doğa arasındaki zıtlığı ortaya koyarken, doğa bilincii de insanlara aşılamanın önemli bir uyarıcısı oldu. 20. yüzyılda ortaya çıkan, fotografta yeni yaklaşımlar, zaman zaman realiteden kaçılarak, ağaç gövdelerinde ışık oynamalarının yarattığı erotik görüntüğler arama gibi sembolist bir yaklaşıma neden oldu.
Durgun, huzur veren, keskin çizgileri olan manzaralar, gezgin doğacılar tarafından çokça çekildi. Bu, aynı zamanda fotoğrafçılara, kendilerini açık havada deneme olanağı da verdi. Manzara fotografçılığı yalnızca doğanın bir kare içine dondurulması olmayıp, doğaya sevgiyle yaklaşmanın bir göstergesiydi. Gelecek sayıda bir gezgin fotografçının ilginç yaşam öyküsünü anlatacağım sizlere... Bol fotoğraflı günler diliyorum. Hoşçakalın.
Engin Özendes
|