ÖNSÖZ YERİNE[i] Neredeyse iki asırdır insana dair ne varsa fotoğraflar hepsine tanık oldu. Toplumsal dönüşümler, çatışmalar, hak ve adalet arayışları, insan topluluklarının coğrafyalar arası hareketleri başta olmak üzere tarihteki dönüm noktalarının hepsi, objektiflerin karşısında yaşandı. Her birinden geriye pek çok ibret görüntüsü kalsa bile ne acılar azaldı ne de fotoğrafçılar acılara tanık olmaktan vazgeçtiler. Modern zamanların icadı fotoğraf tekniği, maharetli kullanıcıların elinde, idrak edileni görünür kılabilen bir iletişim aracı haline geldi. İnsanlara o güne kadar hiç yaşamadıkları bir görme deneyimi sunarken, aynı zamanda görünen ile gerçek arasındaki ilişkiyi sorgulama vesilesi yaratan modern bir araç. Sanayi devrimiyle birlikte endüstri öncesi toplumların biriktirdiği sözel hafıza hızla yok olurken yerini görsel hafıza almaya başlamıştı. Çok geçmeden görüntü kayıt imkânları gelişti, çeşitlendi, çağımızın belleği teknik görüntülere emanet edilirken fotoğraflar bu hazinedeki nadide yerini korudu. Ülkemizde fotoğraf bu temel işlevinden, bellek kaydı tutan bir mecra olmaktan bir hayli uzak kaldı. Kolektif hafıza yaratma vasfı önemsenmedi ya da anlaşılmadı. Belki de kapalı bir toplum halinde yaşarken dünyada fotoğrafın bu esaslı kullanımından bihaber kaldık; sadece boş vakitleri değerlendirmekle ve hobi sanatlarıyla özdeşleştirilmiş bir fotoğrafçılık algısını yaygınlaştırdık. Fotoğrafın yaygın olarak kullanıldığı 19.yy’ın az sayıdaki resmi görselleri dışında memlekette olup bitenlere dair herhangi bir kayıt göremedik hayatımız boyunca. Uzak tarihin resmi yorumuyla toplumsal belleğimiz inşa edilmeye çalışılıyordu, yakın tarihse tamamen muğlak kalmıştı. Yaşadığımız topraklarda olup biten onca mühim olay ya fotoğrafçılar tarafından görülmedi ya da kamuya gösterilmedi. Fotoğrafın doğasında olan bellek yaratma işlevi bizim kültürel iklimimize uğramadan neredeyse iki asır geçti. Hal böyle olunca hayata bakan, toplumsal meseleleri dert edinen, çevrelerinde olup bitenleri anlamaya çalışarak fotoğraf çeken fotoğrafçılar bir boşluğun tam orta yerinde buldular kendilerini. Ne geçmişten aldıkları bir miras vardı, ne de dünya fotoğrafının deneyimlerinden istifade edecek bir donanıma sahiplerdi. Malum, tıpkı doğa gibi toplumsal organizmalar da boşluğu sevmez, hemen dolduruverir. Kolektif hafızamızdaki görsel boşluk, problemsiz, uysal, sevimli, dekoratif fotoğraflarla hemen dolduruluverdi. Fotoğraf her ne kadar icadından hemen sonra bu topraklara girmiş olsa bile fotoğrafçıların özgür iradesiyle ürettikleri bağımsız bir kayıt alanına sahip olamadı. Neyse ki belgesel fotoğrafçılar “hakikat arayıcısı hikâyeciler” olarak varlıklarını inşa etmeye başladılar. Birkaç on yıldır bu alanın kendine özgü metodolojisi, etiği ve estetiği içinde kararlılıkla üreten, zaman zaman katkıda bulunan, yazıp çizen, düşünerek emek veren fotoğraf insanlarının sayısı giderek artıyor. Elinizdeki kitap, çağımızın temel problemlerinden biri olan mültecilik ve insan kaçakçılığının coğrafyamızdaki görünümlerine bir bakış özelliği taşıyor. Bölgemizdeki savaş nedeniyle yaşam alanları ellerinden alınan insanları fotoğraflamak hepimizin bildiği gibi herhangi bir fotoğraf çalışması yapmaktan tümüyle farklıdır. En başta bu bir fotoğrafçılık pratiği olarak ele alınamaz, bir portfolyo zenginleştirme çalışması ya da maharet gösterme alanı değildir. Bu kitabın editörler grubunu oluşturan arkadaşlarım gibi ben de çalışmaya katılan fotoğrafçıların öncelikle insani bir sorumluluk üstlendiğini ve bu sorumluluğun gerektirdiği bilinç, birikim ve hassasiyet sahibi olduğunu düşünerek işe başladık. GÖÇ/MEN/LİK çalışmasının amacına ulaşması için önümüze konulmuş herhangi bir fotoğraf dosyasından daha fazla zaman ve emek harcamamız gerektiğinin farkındaydık. Çalışmaya katıldığımızı edit aşamasında karşılaştığımız başlıca problem hazırlık sürecine ilişkin katılımcılarla paylaştığımız eksiklerdi. Fotoğrafçıların çoğu yanlarında kalem kağıt olmadan fotoğraf çekmişlerdi. Böyle bir çalışmada gerekli olan ortak yöntemin, etik ve teknik krıterlerin gerektiği gibi paylaşılmamış olması bu eksiklerin tamamlanması için sıkça fotoğrafçılara geri dönüş yapmamıza neden oldu. Başladığımız çalışmayı bir yarışma ya da fotoğrafçıların sergilediği performansları değerlendiren bir “seçmece platformu” olarak düşünmedik, kolektif bir enerjinin ortaya çıkaracağı bir ortaklaşa faaliyet olarak kabul ettik. Bu nedenle her bir fotoğrafta olduğu gibi çalışmanın tamamında şu kriterleri esas aldık: -Görünenleri göstermekten çok arkasındaki gerçekleri gösterebilen fotoğrafları önemsedik. -Hayatlarının zor zamanlarına tanık olduğumuz insanları temsil eden görüntülerin onur kırıcı olmamasına özen gösterdik. -Fotoğraflarda görünen insanların birer “unsur” olarak değil adı, sanı, kimliği, kişiliği bilinen birer özne olarak ele alınmış olmasına önem verdik. -Fotoğraflarda mağduriyetler üstünden bir dil kurmak yerine mağdur edilenlerin umutlarını, mecbur edildikleri yaşam koşularına karşı direnişlerini ve bu uğurdaki dayanışma ve birlikteliklerini anlatan bir dil kullanılmasını önemsedik. -Fotoğrafçıların ele aldıkları konuyu farklı boyutlarıyla ve değişik toplumsal katmanlar içindeki etkileriyle birlikte işlemelerini bekledik. -“Oradan geçerken” çekilmiş, meseleye dışarıdan/uzaktan bakan görüntüler yerine “içerden/yakından” bakan fotoğrafları öne çıkardık. -Fotoğrafçının konusuyla kurduğu ilişkinin yakınlığını gösterebilen fotoğrafların çalışmayı güçlendirdiğini kabul ettik. -Fotoğrafçının bir fotoğrafı çekmeden önce geçirdiği hazırlık sürecini ve emeğini kıymetli bulduk. GÖÇ/MEN/LİK çalışmasının bu temel ilkeler çerçevesinde gerçekleşmesi, insani ve toplumsal sorumluluğumuzun gereğiydi. Bu çalışmayla tanıklıklarımızı yansıtma hak ve özgürlüğümüzü kullanırken toplumsal belleğe bir iz bırakabilmeyi amaçladık. Bilindiği gibi insan toplulukları ancak ortak bellekleriyle “toplum” haline gelebiliyorlar. Çağımızda görsel hafızanın toplum hayatındaki öneminin farkında olduğumuz için, bu tür kayıtların çoğalması ve daha derinlikli, daha hacimli toplamlar yaratmasını umut ediyoruz. GÖÇ/MEN/LİK çalışmasının planlama ve uygulama aşamalarında yer alan arkadaşlarımıza editörler grubu olarak teşekkür ederiz. 24.04.2017 /İstanbul
[i] Özcan Yurdalan'ın Fotoğraf Federasyonu'nun mayıs ayında yayınladığı GÖÇ-MEN-LİK kitabında yer alan önsözüdür.
|