|
|
|
b u r c u a k s o y
İstanbul 1970 doğumlu sanatçı Burcu Aksoy, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi, Mimarlık Fakültesi, İç Mimarlık Bölümünü 1993 yılında bitirdi.
Mekan tasarımı alanındaki çalışmalarını, 2003 yılında plastik sanatlar alanına, 2006 yılında fotografı araç olarak kullanmaya karar verdiğinde de disiplinler arası bir safhaya taşımaya başladı. ‘Fotografik İşler’ olarak tanımladığı sanat çalışmalarını özellikle psikiyatri, psikanaliz ve mekan tasarımı disiplinlerini temel alarak üretiyor.
Son yıllardaki çalışmaları akıl hastaneleri mekanları ve bu mekanlarda kapalı tutulan insanların mevcut ve olası zihin durumlarının görselleştirilmesi üzerine yoğunlaşmıştır. Ayrıca, gerçekte var olmayan mekânların maketlerini oluşturup fotoğraflayarak üreteceği yeni fotografik imgeler üzerinde çalışıyor.
Fotografik İşler, temel alınan düşüncelerin imgelerinin önceleri 2 boyutlu, 2015-2016 yılından itibaren de 3 boyutlu nesne-mekân olarak dijital ve fiziksel ortamlardaki ifadesidir. 2019 yılından beri ‘Fotoheykel’olarak adlandırdığı bir biçime evrilmiş olan bu ifade ve sunum biçimi sanatçının üzerinde çalışmaya devam ettiği son dönem işlerinde görülebilir.
2003 yılından beri çok sayıda grup sergilerine katılmıştır. Fotoheykellerini sergileyeceği 4.kişisel sergisi Ocak 2022’de Bozlu Art Project Galeri’de açılacaktır.
Eserleri, İstanbul Modern Müzesi, Elgiz Müzesi ve yurtiçi-yurt dışı çeşitli koleksiyonlarda bulunuyor.
bana göre;
Akademi’de İç mimarlık eğitimi aldığım yıllarda bu disiplin sayesinde gelişen bir bakış açısı ve görme alışkanlığı oluştu. Bir mekâna, bir nesneye ve hattâ yaşamın kendisine bakarken algılananı da daha önceki algılayış biçiminden farklı hale getirdi bu görme biçimi.
Mimari mekânı tasarlarken izlenen yolda fotografik görme biçiminin yer almaması olanaksız. Mimarlık eylemi de fotografik bakışı her zaman tetikler. Mesleğini hangi düzeyde icra ediyor olursa olsun bir mimarın mimarlık disiplinine ait düşünce pratiğinin enstürmanları arsına fotograf makinesini katmamış olması nadirdir. Kadrajı ve kompozisyonu oluşturabilme becerisi, geometrik formların kullanılışı, çizgilere, düzlemlere, bir araya geldiğinde mekanı oluşturan lekelere, boşluklara-doluluklara yani negatif-pozitif hacimlere bakma biçimleridir kastettiğim düşünce pratiği. Benim için de olan bu..
Mimari ifade dilinin fotografik işlerimin dilini belirlediğini söylerken mimarlık disiplinin görme alışkanlığının yanısıra, o zihnin yıkıcı, yapıcı, dönüştürücü, itici ve çekici tüm özelliklerinin ortaya çıkardığı bir toplamdan bahsediyorum. Zihnin ‘görebildikleri’ gözün görebildiklerinden fazladır; soyut ifade biçiminin karşısında somut sınırlıdır. Sınırlar da olasılıkları ve olanakları fark etmeyi ya geciktirir ya imkansız kılar. Oysa, algı kapılarını kapamamak ve zihnin imkanlarını boşa harcamamak gerekir.
Her bir insanın, kendi algı ve alımlamasını biçimlendiren benzersiz kombinasyona sahip olması sayesinde neredeyse sayısız algı biçiminden, görme biçiminden, dolayısıyla neredeyse sayısız ‘gerçeklikten’ konuşabiliriz. Kişinin kendi bilincine dair gerçeklikten başka bir gerçekliğin o kişi için pek anlam ifade etmediği göz önüne alınırsa, gerçeklik, o bireysel algıya bağlıdır.
İnsanın herhangi bir eyleminden, zihinden, dolayısıyla yaratıcılıktan bahsediyorsak psikiyatri ve psikanalizden de bahsediyoruz demektir. Psikiyatri ve psikanaliz sayesinde insan zihninin kapasitesinin hem sınırlılığı hem çeşitliliği üzerinde durmaya başlamam bu algı meselesini didiklememe sebep olduğunda, bunu ifade edebileceğim alanın mimarlıktan ziyade sanat olduğunu gördüm. Mimarlığın somut sınırlılığının olmadığı, sınırsız denebilecek kurgusal mekanların oluşabileceği alan sanat,aracı da fotograf makinesi,analog ve özellikle dijital ortam oldu.
İç mimar olmanın mekan yaratmakta yetersiz olduğu nokta,fotografik imgeyi üretmeye başladığım nokta oldu böylece.
Fotografı,ifade aracı ve enstürman olarak kullanırım. Herhangi bir gerçek ile bağlantısını kurmayı hedeflemeden. Gerçeklik ile bağlantısı gereğinden çok kurcalanmış mesele olarak fotografik imgede zaten ‘gerçek’ten bahsedemeyiz. J.Lacan’ın kavramlarıyla konuşursak,‘gerçeklik’ancak bir başka bütünün yani ‘gerçek’in ifade edilebilir belli bir parçasını oluşturabilir ve az önce söylediğim gibi, gerçeklik de bireysel algıya bağlıdır. Görsel algı, algılanan nesnenin sadece bir parçasıdır. Algılanan, zaten nesnenin kendisi değil; duyu organlarının edinebildiği veriler olur. Mesela,Nörotik/psikotik özellilklere sahip kişilerin duyu organlarının işleyişi fizyolojik olarak norm dahilinde olabildiği halde, normların dışına çıkarak algılayabildikleri ‘gerçeklik’in, yani tarifledikleri somut ve soyut nesnelerin ‘gerçek’e dahil olmadığını,gerçeklik içinde yer almadığını kim iddia edebilir? Dolayısıyla, bir nesne göründüğünden fazlasıdır. İkincil anlamdır bu. Bir şeyin var olmasıyla olmaması arasındaki fark, algıdır.
Bir ifade aracı olarak fotograf belli koşullar altında bir şeyin neye benzediğini gösterir diyorsak, bu koşullardan kastedilmesi gerekenin yalnızca fotografın teknik imkanları olmadığını hatırlamak gerekir. İçerikle tekniğin birbirini taşıyabilecek şekilde bulunduğu yaratıların benim için önemi buradadır. Bir fotoğrafın teknik okumasının yanında düşüncesinin okuması yer alamıyorsa eksik kalmıştır. Görüntüyü asıl oluşturan, arkasındaki düşünce ve bunu işleyiş biçimidir. Hattâ çoğu zaman, ifade biçimi olarak tekniği aşan bir fikirden bahsdebiliyor olmak gerekir.
Sanatçıların görsel deney fikrinin, yıllardır fotoğrafa müdahale tekniklerini bulmayı ve geliştirmeyi tetiklediğini biliyoruz. Ki bu da algı biçimlerine bir yenisini eklemek demek, birden fazla gerçekliğin oluşturulabilirliği demek. Manüplasyonun vaadi de tek bir gerçeklik değildir zaten. Mekânın, bakan kişinin zihninin algılayabileceği şekilde sınırlandırılmış uzay parçası olduğu bilinir. Sınırlandırılma meselesinde belirleyici olan öncelikle somut ya da kurgusal o mekanı oluşturan yaratıcının kendi zihin koşullarıdır; o zihnin bakmaktan, görmekten kendini alamadığı bakış açısının koşullarıdır. Sonra devreye, mekânaaiçerden ya da dışarıdan bakan bir ötekinin zihni girer. İşte bu ’ötekinin olası zihni’, işlerimdeki mekan tasarımının, kurgusunun, çeşitliliğinin, hattâ tanımsızlığının karşılığıdır. Özellikle bir mekânda, orada olmadığı halde orada var olan şey de bu sayede oradadır. Tedirgin edici, karanlık, karmaşık, alt-üst olmuş bir mekân, bu şeklideki zihin kadar nümkündür,hattâ sayesinde mümkündür.
Objektifin gördüğünün dışında kalan, yapanın kendisinden başkasının tahayyül edemeyeceği görüntüyü oluşturmayı, yani nesne ve mekânları birbirine karıştırarak, olduğundan başka yapılara dönüştürmeyi tercih ediyorum. Bilinçdışından ortaya çıkması muhtemel zihin durumlarının oluşturacağı görüntüler ve algılar üretme, anlatma isteği tasarım ve sanat çalışmalarımın esasını oluşturuyor. Fotografik işlerim de iki ve üç boyutlu olarak bu tercihin dijital ortamdaki ifadesidir.
Psikanaliz ve Psikiyatrinin insan için açtığı düşünsel ve hattâ çıldırtıcı yoldan ilerlemeyi tercih ettiğim bir ifade biçimini ve mimarlık disiplini ile birlikte resim sanatının kimi özelliklerinin bana kazandırdığı bir plastik dili kullanıyorum. Fotografın ‘yapılmasına’ dayanıyor fotografik işlerim. Farklı zihin yapılarının algılarını temsil eden mekânlar görüntüleri oluşmuş oluyor.
Fotografik imgenin sunuş biçiminin zamanla iki boyutlu olmaktan çıkıp 3 boyutlu hale gelişi de bu farklı zihin yapılarını ifade alanını genişletmek için gerçekleşti ; 2016 yılında akıl hastanelerini konu edindiğim kişisel sergimde fotografik imgenin sunumu ile ilgili bilinen yaklaşımın dışına çıkarak sunum biçimini ve fotografı boyutlandırmanın ilk aşamasını gerçekleştirmekle, yani fotograf baskılarının sıvandığı metal plakaların kıvrlmasıyla ve bazılarının silindir haline getirilmesiyle oluşan mekânlar, fotografik imgenin kendisindeki mekân ile birlikte 3.boyutu oluşturmaya başladı.
Bu ilk boyutlandırma, 2019 yılında ‘fotoheykel’ olarak adlandırdığım bir aşamaya evrildi. Artık kendi başına bir nesne ve aynı zamanda mekân olan, duvardan bağımsızlaşmış, birbirlerine göre konumlandırılabilen formlar ortaya çıktı. Kendisinin mekân olmasının yanısıra, enstelasyon olarak içinde bulunduğu mekânla da karşılaşabilen, paslaşabilen hattâ onunla didişebilen bir iafde biçimine dönüştü.
Bir sanatçının edindiği mesele olarak akıl hastaneleri ve esas olarak ‘zihin meseleleri’söz konusu olduğunda, fotografik içeriğe ve biçime dair yapı bozum zaten kaçınılmazdı. Bir mekanın içinde kapalı tutulan ve norm dışında olduğu kabul edilen zihinlerin olası ‘gerçeklik’ lerinden birine karşılık gelebileceği için, gerekliydi de. Böylece, fotografik görüntüyü deformasyona uğratmakla yetinmeyip görüntülerin bulunduğu yüzeyleri de deformasyona uğratmayı seçerek ulaşıldı bu 3.boyuta.
İçinde yaşadığımız dünyanın geometrik modelinin üç boyutlu uzay olduğunu, bu boyutun algısının da insanın hareketlerinin koordinasyonuyla bağlantılı olduğunu biliyoruz. Algının ne ölçüde gerçekleştiği, sahip olunan duyular yardımıyla üç boyutu yani derinlik, genişlik ve yüksekliği tanıma kapasitesine bağlı. Fotografik görsel içinde ve fotografik görselin sunumunda bu üçünün birlikte algılanması gerekir.
Zaman dışında, dördüncü bir ‘mekansal’ boyutun bilim insanları tarafından varsayılmasına rağmen sorunu,insanın kendi evriminin şu anki aşamasında bunu algılayamıyor oluşu. Zihnin kapasitesinin ulaşma ihtimali olan hedef seviyesi olarak düşünürsek bunu, farklı zihinlerin farklı algılarını fotografik görüntüye dönüştürmeye çalışan bir sanatçı ve iç mimar olarak, fotografı neden geleneksel kalıplarından koparıp sunum biçimini ve içeriğini boyutlandırmanın peşinden gittiğim anlaşılır.
Perspektif imgedeki boyut algısı için izleyicinin rolü gerekli. İzleyici ile fotografik görüntüdeki nesne-mekanın birbirlerine göre konumlarıdır o boyutu algılamayı sağlayan. Fotogrfaik imgenin kendisi dışındaki 3.boyutu deneyimlemek ve varabileceği noktayı görmek gerekiyor.
Bütün bunlar ‘gerçek’ ve ‘gerçeklik’ meselesine ve sanat pratiğimin teorik temelini oluşturan psikiyatriye dönüp dolaşıp gelmeyi sağlar. Bu yüzden, Fotografik serilerim daima birer psikiyatri terimi ile adlandırılır. Bu serilerin içerisinde bulunan tüm fotografik işlerim daima birer zaman dilimi ile, saat ve dakika olarak, isimlendirilir. Fotoheykeller ise, yine birer zaman dilimini bu kez saat-dakika-saniye biçiminde, isim olarak taşır.
Bu ‘fotoheykel’lerin ilki,Haziran 2021de gerçekleşen Contemporary İstanbul Fuarı’nda sergilendi. Ekim 2021 de gerçekleşecek Contemporary İstanbul Fuarı’nda bir yenisi daha sergilenecek olan fotoheykeller, Ocak 2022’de Bozlu Art Project Gallery’de yapılması planlanan lkişisel sergimde aynı zamanda bir mekan enstelasyonu oluşturacak biçimde izlenebilecek.
Burcu Aksoy
Eylül 2021
|
|
|
Ziyaretçi Sayısı:728
|
|