ENGLISH
 
Editör/Yayın Yönetmeni



Yayın Kurulu


Zehra Soylu Çöplü
Reyhan Bilir
Ali Hakan İlban
Aygün Doğan
Salih Zeki İlban
Bahar Akkoyun
Seray İrhan
Suderin Ersoy
Koray Özbaysal






Fotografya Yayın Kurulu
adına İmtiyaz Sahibi
Ş. Uğur Okçu


E-Mail Fotografya
fotografya@ada.net.tr

Yayınlanmasını İstediğiniz
Fotoğraf Haberleri İçin

fotografya@fotografya.gen.tr

ADANET Fotoğraf Editörü

Ş. Uğur OKÇU

Fikri ve Sınai Haklar avukatı/ Intellectual Property Lawyer
Marka Vekili / Trademark Attorney
Arabulucu / Mediator
Av Ayşe Okçu
 


SELAHATTİN NEMLİOĞLU - ANLAM YARATMAK

Selahattin NEMLİOĞLU,

ANLAM YARATMAK

Anlam yaratmak, anlamı yaşamak ve anlamı paylaşmak; öznel boyutumuzun toplumsal iletişimle zenginleştiği, çok boyutluluğu yaratan bir mimar. Bu iletişimin bir yanında da biçimler var. Sivri bir taşla toprağa çizilen şekillerle mi başladı, her nasılsa kaya resimleriyle günümüze ulaşan hiç tanımadığımız insanların mesajları. Tarihin derinliklerinde yaşamış bir adamın benimle konuşabildiği kaya resimlerinde, ne söylediğini anlamaya çalışırken yaşamını irdelediğim, tanımaya çalıştığım, duygularını hissedebilmek için çaba harcadığım, en azından onun varlığının iziyle duygulandığım, ortak bir anlam paydasında buluşabildiğim görkemli bir gizem yaşıyorum. İnsan zekâsı ve yaratıcılığı imza attığı işlerde, kendi zamanının değerleriyle, alanı ne olursa olsun, güzellikler ve anlamlar yaratır. 


Fotoğrafla ilgilenen ve fotoğrafı seven insanlar olarak paylaşmanın önemini biliyoruz. Fotoğraf görüntüyü kaydeden bir makinenin deklanşörüne basmakla tanımlayacağımız anlamsız bir teknik değil. Fotoğraf, parmağımızı deklanşöre temas ettiren duygular, düşünceler ve anlamların olduğu bir yaratma çabası aslında. Daha derinlerde o kaya resimlerine kadar uzanan yolculuğun bir başka versiyonu. Fotoğraf, bir kadraj seçimiyle kendi gerçek dünyasından koparılan ve fotoğraf karesi içindeki yeni ilişkiler sonucu farklı anlamlar yaratan bir seçimdir. Deklanşöre bastığınız anda eski ilişkiler biter ve yeni bir ilişkiler dünyası doğar. 


Fotoğrafın tüm yolculuğunda bir bebeğin büyüyüşünü, sorgulamalarını ve yaşama yetkin bir birey olarak kattığı anlamları görürüz. Talbot’un ilk baskıları henüz kullanıcıya erişemeden solarken, bugünün baskıları zamana meydan okuyor. En iyi profesyonellerin günde 6 fotoğraf üretebildiği teknik dönemden, bir günde sayısız fotoğraf üretebileceğimiz bir teknolojiye geldik. 20.yy başında matbaacılıkta tramlı klişe (yarım ton) tekniğinin gelişmesiyle görsel ürünler herkese ulaşabilir oldu. Bu sayede gazete ve özellikle Life gibi dergiler kanalıyla, fotoğrafların dünya çapında dolaşımı dönemi başladı. Bugün herkes fotoğraf çekiyor, paylaşıyor, izliyor, like’lıyor. Fotoğraflar sınırsız bir dolaşım içinde. Hem teknik, hem paylaşım anlamında büyüleyici bir çağda yaşıyoruz, tabii ki yarının gerisinde fakat dünden çok ilerdeyiz. Böyle bir ortamda kültürel bir üretim olarak fotoğrafın anlamı ve değeri konusunu da değişime uğradı. 


Yirminci yüzyılda her şey çok hızlı değişti. Fotoğraf, film, televizyon, bilgisayar, internet gibi Olympos’un tanrıçalarının yeryüzüne inmesiyle yeni bir mitoloji çağı oluşmaya başladı. Bu hem bir mitolojik çağ gibi, hem de bir derinlik sarhoşluğu gibi, böyle düşünüyorum. İnsanlık tarihi boyunca kabul edilmiş tüm bilgi; yeni bakış açıları, yeni buluşlar, yeni kuramlar ve yeni bilgilerle sorgulanmaya, dönüştürülmeye başlandı. İrdeleyen insanlar dünyayı yeni bir bakış açısıyla, yeni bir anlamla yorumladılar.
Anlam yaratmak ve anlam paylaşmanın birçok farklı yolları var. Fotoğraf, resim, yazı gibi tekniklerinin de amacı bu. Bu paylaşım sürecinde, paylaşan öznenin yarattığı anlamın değeri kişiyi başkalarından ayırır ve onu yeni konumlara taşır. Her teknik, kendini benimseyecek bireyle buluştuğu noktada masum ve arayış doludur. Kişinin ufuklarıyla gelişir, şekillenir, kanatlanır. Deklanşöre basılan ilk günden başlayarak sürekli yaşanan gelişim, fotoğrafçıyı kendi geleceğine taşıdı. 


Bir de sanatı tartışılan fotoğraf yaklaşımı sürüp gidiyor. Fotoğrafı bir makine çekmez, bir beyin çeker. Tıpkı görme eyleminde gözün sadece bir aracı olduğu, görüntünün beyinde oluştuğu gibi. İnsan tarihsel, toplumsal ve kültürel birikimiyle yarattığı anlamları dış dünyadan seçtiği görüntüler aracılığıyla bir fotoğraf karesine aktarır. Potlaç kültüründen tüketim bağımlılığına ulaşan insanın, seçimleri sonucu ulaştığı düzey, her alanda olduğu gibi sanat alanında da oluşan birçok soruya göreceli olarak anlam ve nitelik değiştiriyor. Fotoğraf kendi varlığıyla düşünceye hizmet ettiğinde ortaya çıkan ürün, nitelikleri sonucu farklı değerlendirmelerle karşılaşabilir. Önemli olanın, bu içeriğin insanın ve toplumun gelişim yolculuğunda bir amaç edinmesi olduğunu düşünüyorum.
“benim fotoğrafım sanat” diyerek tek yönlü bir yol arayan insanın karıştırdığı, fotoğrafın bir teknik, sanatın ise bireysel bir yaratı olduğu gerçeği. Bu yanılsamanın kökleri, belki de resim yönteminin bir sanat alanı olarak tarihsel süreç içinde ulaştığı prestij ve değerin, bizi büyük büyük harflerle yazılan bir sanat sevdasına ittiğindendir, kim bilir?  Zaten fotoğraf başlangıcında, nedensiz ve amaçsız bir doğumdu. Yaratıcıları, bu yöntemin nasıl gelişeceğinin, neler başarabileceğinin farkında bile değildi. Tüm amaçları görüntüyü kalıcı bir biçimde kaydetmekti. Resim ve fotoğraf; nesnelerin görsel benzerliğini kullanan bu iki teknikten biri çok uzun bir tarihsel birikime sahipken, diğeri henüz bebekti. Fotoğraf, doğal olarak benzer olduğu bir disiplinin birikiminden yararlanarak büyümeye başladı.


Dünya her insanın belleğinde ve bilincinde farklı bir kurgu olarak oluşur. Çocukluğumuzdan başlayarak ilişki içinde olduğumuz tüm uyaranların bu kurguya bir etkisi olur. Yaşama farklı bakışlarımız ve farklı algılarımız sonucu hem bir kaosun, hem bir düzenin nedenlerini oluştururuz. Bir yanda düzen kuran insan, bir yanda düzen bozan insandır. Bu durum bireysel tepkilerle, beklentiler doğrultusunda yaşamı yargılama, bozulmaları ve kaymaları önleme çabalarıyla anlam alanları yaratır. İnsanın bilinci bilmeyi ve hakim olmayı sever. Zaman dediğimiz akış içinde bir buğu gibi süren geçici yaşamlarımızın gizemi, tarih boyunca mitoslara neden olmadı mı? Her çağ kendi mitoslarıyla yaşar. Bilmek çabası, sorgulamak, anlamaya çalışmak, insanın içsel yaşamının tedirgin yanıyla bağlantılı değil mi? Yaşamla ilişkimiz, toplumsal yanımızla söylemlere dönüşür, bu nedenle yazarız, çizeriz, konuşuruz, fotoğraf çekeriz. 
İnsanın iç dünyası, zihni ve bilinci oldukça karmaşıktır. Tüm anlamlarımız ve mitoslarımız orada doğar. Bilinç, kontrollü bir mantık süreciyle ilişkiler kurarken, uykularımızda hürriyetine kavuşan bilinçaltı mitosları yaratır. Bilinçaltının etkin olduğu rüya zamanları, mantığın olmadığı, mitolojik olanaklarının sonsuzluğuna alır götürür bizi. Arasıra hayaller kurarız, düşlerimiz ve keşkelerimiz, sonuçta birey olarak yaşadığımız toplumda ve şu küçücük gezegende kaygılarımız olur.
Derdi olan insanın konusu, doğal olarak, kendi bilincinden doğar. Konu dediğimiz yaklaşım, dış dünyadaki olgulara iç dünyamızın öznel tepkileri sonucu doğal olarak var olur. Hesiodos, Anadolu’dan Helen topraklarına zorunlu olarak göçen bir ailenin çocuğuydu. Onun yazılarında, göçtüğü topraklarda adaletsizliği sorguladığını görürüz. Robert Frank, Amerika’yı gözlemlediğinde soğuk, mutsuz ve yalnız insanlar; refah, politika ve bayrakla özetlediği ruhsuz bir ülke görür, fotoğraflarında kendi yorumunu yansıtır. Eugene Smith, magazin dergilerinin fotoğrafçının öznel yorumlarını hiçe sayan imparatorluğuna karşı çıkar, Life dergisinden ayrılır. Minamata’da çektiği tüketim toplumunun özünü sorgulayan harika fotoğraflarıyla tarihteki yerini alır. David Maisol, çeyrek asırdır tüketim toplumunun bilinçsizce kirlettiği yaşam alanımızı çalışır. Bu insanların konusu, kendi yaşamlarından, tepkilerinden, yorumlarından, beklentilerinden doğar.


Fotoğrafın ve sanatın konusu, insanın toplumsal ilişkileri ve bu ilişkiler ağı içinde yüklendiği sorumlulukla bağlantılıdır. Burtynsky, Gursky, Salgado, Smith gibi fotoğrafçıların konularında bu yaklaşımı görürüz. Witkin, Maholy-Nagy, Siskind, Arbus gibi bazı fotoğrafçılarsa iç dünyasını çalışmalarına yansıtır.  Çalışmalarımız, bu küçük gezegendeki ortak problemlerinin ya da içsel dünyamızın tepkilerinin, yaratıcı kimliğin sınır tanımayan arzularıyla yoğrulması sonucu toplumsal bir ilgiye sunulur. Fotoğraf bir iletişim nesnesi olur, sizin kimliğinizi yansıtır.


Konu, insanın dünya ile süregiden ilişkileri içinde gelişen doğal bir tepki ya da değerlendirmeden doğmalı. Eğer konu üretici bireyin kimliğinin bir parçası değilse, çalışmanın ruhu nasıl oluşur? Hani bir söz vardır, taşıma suyla değirmen dönmez, işte öyle. Üreten insanın duyguları yapıta can katmalı. Fotoğraf makinesi sadece kaydeder, zaman çizgisinde bir var olup bir yok olan milyarlarca fotoğraf gibi anlamsız, ruhsuz, çok güzel olmakla birlikte sıradan olmaktan kopamayan fotoğrafları da kaydeder.
Fotoğraf’ta tek bir kare üzerinden farklı zihinsel değerlendirmeler ve sorgulamalar yaparak, kendi yargılarınızı üretirsiniz. Fotoğraf ile film iki farklı görüntü/ler üretim alanıdır. Aralarında derin bir fark görürüz. Çok saygı duyduğum bir hocamdan duyduğum bir söz çağrışım yaptı; “film gevezedir ancak fotoğraf zeki insana hitap eder”. Film belirli bir süre boyunca senaryonun ve yönetmenin kendi seçtikleri sona sizi/izleyiciyi taşıdıkları bir süreçte gerçekleşir. Bu süreçte görüntünün çokluğu, katmanları, bağlantıları sizi kendi ağında tutar. Etik olarak benimsemeyeceğiniz ve gerçek yaşamda onaylayamayacağımız durumları ve düşünceleri onaylatır. Gerçeklik tek yanlı akış sürecinde bozulur ve filmin kendi gerçekliği egemen olur. Oysa fotoğraf bunu yapmaz, yapamaz da. Fotoğrafın katmanları fotoğrafı oluşturan bireyin zihin süreçlerinde işlenir ve fotoğraf izleyicisinin zihin süreçlerinde çözümlenirken yeniden oluşur. Fotoğraf hem üreticisinin hem de çözümleyicisinin, izleyicisinin kendi gerçekliği içinde anlamlarını oluşturur. Bu nedenle fotoğraf bir öyküye zorlamaz, sizin algıladığınız dünyanın bir yorumuyla sizi yeniden düşündürür.


Fotoğraf makinenizi alıp, ava çıkarcasına sokak sokak, ülke ülke dolaşarak, popüler yaklaşımın aradığı pitoresk görüntülerin peşinde bir ömür dolaşabilirsiniz. Oysa kültürel ve toplumsal olarak değerli olan fotoğraf, aslında dış dünyada keşfedeceğiniz bir görüntü değil, iç dünyanızda oluşan anlamların görüntülerle söyleme dönüştüğü bir yaratıdır. Bir gezi rehberinin, birkaç dolar karşılığı hazırladığı sahnelerle Moğol rahibin,  balık ağı ören Vietnamlı kadının fotoğrafları ne anlatabilir ki? 
Eğer fotoğrafçının bir konusu, bir niyeti yoksa, ürettiği fotoğrafın varlığının kökünde yaşayan nedensizlik, anlamın oluşumunu engeller. Burada bir fotoğraf, bir maskeye benzer biraz da… Sizin gerçekliğinizden doğmaz. Yapay bir görüntü, yüzeysel bir çekicilikten başka bir özelliği, içeriği olmayan bir maskedir. Kimliği, mimikleri, iletişimi, canlılığı olmayan bir yapaylığa tutsak olunur. Bıkmadan süren bir tekrarlar zincirine eklemlenen, Yeni Cami’nin yanı başındaki geçidin ışık gölge denemeleri, merdivenlerin döngüsel kompozisyonları, bir Ara Güler taklidi özentisi olarak Edirne eski caminin duvarında yer alan eski yazının sayısız farklı üretimleri gibi. Sıradan, basit, yetersiz, anlamsız, nedensiz.
Anlam arayışı farklı bir yaklaşım olarak çıkar karşımıza. Öncelikle kendimizi eğiterek, görüntülerin nasıl anlamlar üretebileceği konusunda yeterlilik yolunda çaba harcamaya başlarız. Bu çabanın verimli olabilmesi amacıyla fotoğrafın tarihi içinde yer alan çalışmaları tanımamız, anlamamız, çözümlememiz ve içselleştirmemiz önem taşır. Amacımız bir merdiven gibi yükselir ve ulaşmak isterseniz, sizi üst katmanlara yönlendirir.  Her yeni gün yaşanır ve geçmişte kalır, bu nedenle dünün fotoğraf çalışmalarının tekrarlarını yapmak, Kandinsky’nin söylemiyle eşleşir. Kandinsky’nin sanatla ilgili söyleminde ele aldığı gibi her dönemin yapıtı farklıdır, sanat değişir ve dönüşür. Eskilerin yapıtlarını taklit etmek, yeni bir şey üretmenizi sağlamaz. Bu durumu bir maymun örneğine bağlar. Bir maymunun eline kitap verirsiniz, okur gibi yapabilir, ama asla okuyamaz, bu bir taklitten başka bir şey değildir.


Konuyu saptadığımızda, çalışmalarımız bir konunun detaylarına odaklanma, planlama süreciyle devam eder. Bazı fotoğrafçılar bu süreci çok ciddiye alırlar, notlar alır ve bir zaman planı yaparlar. David Hurn bu yöntemle çalışırdı ve zaman planının bir projenin sona ulaşmasını sağladığını, bir yarım proje olarak askıda sallanmasını engellediğini söyler. Hangi alanda bir proje düşünürsek düşünelim, bu yolculuğun bir planı, bir seyir defteri olmalı; Weston günlük tutardı. Jeff Wall, çalışmak istediği bir konuya karar verdiğinde, ilk işi not almak olduğunu söyler. Bir yıl aldığı notu bekletir, bir yıl sonra nasıl bir yapıta dönüştüreceğini eskizlerle planlar. Bu yöntemle belleğin sorgulamasını gerçekleştirdiğini söyler. 
Konu, fotoğraflara dönüşürken içeriye girdiğimiz kapı, bizi yaratım sürecine taşır. Anlatacağımız konuyu düşünürken anlam üretecek görsel içeriğin detaylandırılması da başlar. Fotoğraf karesinde yer alan her nesne, her imge bir anlam taşır, okumayı yönlendirir. Gerekli içeriğin, istenilen anlamı oluşturması yönünde düşünerek, bir yol haritası oluşturmalı.


Anlatımız bir projedir. İster tek bir fotoğraf karesi, ister birçok fotoğraf karesinden oluşan bir proje olsun, konuyu anlatacak içeriği ve biçimi düşünürüz. Anlamı oluşturacak bileşenlerin, anlam iletecek kavramlara gönderme yapacak imge ve nesnelerin planlanması, anlam yolculuğunda zihnimizde gerçekleşen kurgular, iç deneylerle, bir yapıta dönüşmesi sürecinde yaratıcılık imzanız olur. Yaratıcılığı, basmakalıp yaklaşımlardan koparak kendi düşüncemizi ve biçemimizi kurgulayabileceğimiz bir tasarımın oluşturulması süreci diyebiliriz. Burada, yaratıcılığımızın etkin rol alacağı zaman dilimi içindeyiz. Farklı, beklenmedik, etkili, vurucu, düşündürücü bir tasarım!
1960’lı yıllarda Amerika’da, yüksek eğitim kurumlarında fotoğraf bölümleri açıldı. Aynı çatı altında bazı öğrenciler sanat eğitimi alırken diğer yanda fotoğraf eğitimi alan öğrenciler vardı. Bu çatı disiplinlerin birbirinden etkilenmesine yol açtı. On yıllık süreçte resim ve fotoğraf eğitimi alan öğrenciler, diğer disiplinin yöntem ve yaklaşımlarından etkilendiler. Resim sanatının otoportre yaklaşımı fotoğrafçılığa yansıdı. Kadın-erkek eşitliğini, feminizmi konu olarak ele alır, geliştirir. Cindy Shermann, isimsiz film karelerini çalışırken, modeli de fotoğrafçısı da kendisi olur. İkinci sınıf filmlerde kadın imgesinin, kadının ikincil sunumunu sorgulamayı içerik olarak benimser. Bu içeriğin biçimsel sunumu için düşünür ve planlar. Sahneler olarak planladığı içerikleri nasıl yaratıcı bir yaklaşımla sunabileceğini düşünür. Hem öznesi hem nesnesi olacağı bir çalışma; kendi makyajını yapar, sahneyi hazırlar ve makineyi hazırlar, kendisi sahnedeki konumunu alır ve fotoğrafını çeker. Sahne seçimi ve hem öznesi hem nesnesi olduğu yaratıcı yaklaşımıyla, fotoğraf tarihinde yeni bir yolculuğu başlatır. Çalışmasını feminizmin öne çıktığı yıllarda yapması, daha yoğun olarak ilgi oluşturmasına yol açar. Yaratıcılık, yapıta yansıdığında yapıtın bütününde kaybolur. Özgün varlığıyla yapıt, konu ve yaratıcılığın kimlik kazandırdığı bir anlam nesnesine dönüşür.


Eugene Smith’in Minamata’sını ele alalım. Küçük bir balıkçı yerleşimi olan Minamata’nın tek sanayi tesisi olan Chisso fabrikası, atıklarıyla su kaynaklarına ağır metaller boşaltır. Bunun sonucu bölge halkında yoğun bir cıva zehirlenmesi ve ölümler başlar. Life dergisi Smith’i, bu dramının fotoğraflarını çekmesi için Minamata’ya gönderir. Smith yaşanan dramın birkaç fotoğrafa sığmayacağını görür, bu çalışmasını sürdürür. İnsanlık dışı duyarsızlığı fotoğraflarla anlatan Smith, tehditler alır ve erken ölümüne neden olacak hasarlar bırakan saldırılara uğrar. Gerçekleştirdiği fotoğraf çalışması, ibretlik bir ürün olarak, yıllar boyunca insanları etkileyerek bir sorumluluk bilinci yaratır. Serinin en ünlü fotoğrafı olan, 1971 yılında çektiği, “Tomoko Uemura in Her Bath”( Tomoko Uemura banyoda) isimli karedir. Bu çalışma gelişen üretim-tüketim ekseninde gözardı edilen sorumlulukları, amacı ve ufku para kazanmanın dışına çıkamayan çıkarcı yapıyı, sanayi toplumunda insanın değişen değerini sorgulamaya açar. Smith’in Japonya’nın küçük bir yerleşiminde gözlerden uzakta sessizce yaşanan bu dramın uluslararası boyutunu görmesi, geleceği okurcasına konuya yaklaşması, konunun önemini çağrıştıracak karelere ulaşmak için bulduğu yöntemlerle çalışmasını sürdürmesi önemli bir başarıdır.


Tüketim çılgınlığının geleceğe nasıl bir dünya bırakacağı, insan neslinin bu çılgın koşullarda devam edip edemeyeceğini, gelecek nesillere karşı duyarsızlığımızı çalışan bir başka sanatçı ise Edward Burtynsky’dir. Tartışılmaz olarak yüzyılımızın en önemli sanatçılarının önde gelenleri arasında yer alır. Sanata yaklaşımını öyle bir noktaya taşımıştır ki, sanatçı kimliğini önemsemeyerek “ben bir çevre aktivistiyim” demekten kaçınmaz. İnsanın yerkabuğuna karşı işlediği suçları, oluşan büyük sorunları ele alır ve fotoğraflarında seçkileriyle anlamlar yaratır. Çarpıcı ve büyük boyutlu çalışmalarında, insan uygarlığının açgözlülüğünü ve kültürün erozyonunu okuyabiliriz. Yerkabuğunun doğal oluşumu içinde milyonlarca yıl içinde oluşmuş su kanalları, doğal dönüşümleri, kendini temizleyen ve tazeleyen dengesini hiçe sayarak, canlı-cansız tüm yapısına müdahale ettiğimiz Dünya’mız varlığını sürdüremezse insan var olabilir mi?  Burtynsky, Yangze nehrinde yapılan dünyanın en büyük barajını çalışırken bu mesajı aktarır. Devasa kömür yığınları ya da metal atıkları parçalanan yerkürenin söylemine dönüşür. Fotoğraflarında yerkürenin acısını anlatır. Yüzüklerin efendisi filminde bir Gollum karakteri vardı, özgün ses tonuyla ve “yüzük, yüzük, güzel yüzük” mırıldanışıyla, yüzükten başka hiçbir şeyi görmeyen bir karakter. Acaba aynı şeyleri mi söylüyordu?


Jeff Wall’un “Ölü Asker Konuşma-Dead Troops Talk” isimli yapıtını gözden geçirelim. Konusu 1986 yılında Afganistan’da, Moqor yakınlarında pusuya düşerek öldürülmüş Rus askerlerinin bir fotoğrafıdır. Bir plato oluşturulur, profesyonel tiyatro oyuncularına makyajlar yapılarak, farklı sahneler çekilir. Bu çekimlerden yapılan seçkiler tek bir fotoğrafta birleştirilir. Askerler ölüdür, fakat birbirleriyle iletişim halindedirler. Bir asker, fareden korkan arkadaşının başını zorla yukarı kaldırırken, üçüncü bir asker, ölü bir fareyi kuyruğundan tutarak korkan askere doğru uzatır! Neden? Orada ölen askerin yaşamının diğer bir boyutuyla ilişkilendirir izleyiciyi, onun da senin kadar insan olduğu, korkuları olduğu gibi. Acaba gazetelerde yayınlanan, televizyonlarda aktarılan savaş haberi görsellerinin gerçekliğini mi sorgular? Belki de savaşı, nedenlerini, tüketim çağının ekonomisinin ve insanın yaşamının anlamını yeniden masaya yatırır. Yapıt 2,30 cm en ve 4,20 cm boyunda, arkadan aydınlatılmalı bir kutunun üzerinde yer alan, saydam bir görüntüdür. Bu devasa yapıtı izlerken gerçek bir sahneyle karşılaşmış gibi olursunuz. Fotoğrafın içinde yer alan göstergeler, izleyiciyi yeni ve farklı sorgulamalara yönlendiriyor. Yapıt farklı kademelerde kurgulanır, içerdiği yaratıcı imgeler ve süreçlerle anıtsal bir sunuma dönüşür. Bu çalışmasında sanatçı, anlatma dürtüsünden uzaklaşarak, izleyicinin görsel imgelerle okumasını hedefliyor. İzleyicinin yapıtla yüz yüze anlam oluşturma sürecinde, “sanatçının yapıtı oluştururken sildiği şiiri yazdıklarını” söylüyor. 
Bir fotoğrafçı için yaratıcılık, değer oluşturabileceği bir yol, bir stratejidir. Bir yol, hedefi olan insan için önem taşır; hedefiniz yoksa sizi o hedefe taşıyacak yolun da anlamı olmaz. Fotoğrafçının kendisi ve içinde yaşadığı dış çevre ile ilgili sorunları, dertleri, korkuları, umutları onu anlam oluşturmaya yönlendirir. Anlamı inşa etme sürecindeki seçimleri basmakalıp ya da yaratıcı yaklaşımlar içerebilir. Geçmişte uygulanmış olan yapıları/kalıpları tekrarlayarak yaptığınız kompozisyonlar, Kandinsky’nin açıkladığı gibi bir değer üretmez. 


Bir fotoğrafın ruhu, fotoğrafın oluştuğu sahnenin kurgusunu belirleyen fotoğrafçının zihninde ve duygularında doğar. Fotoğrafçı bireyin niyetini, bilgiye dayanmayan varsayımlar ve eski fotoğrafları taklit çabası etkiliyorsa, çektiği fotoğrafların özgün bir ruhu olur mu?


New York Filarmoni Orkestrası şefi Benjamin Zander, yirmi yılı aşkın bir süre önce ülkemize gelerek yönetim eğitimi konferansı verdi. Bir orkestra şefi koca şirketleri yöneten yetkin insanlara ne anlatabilirdi ki? Zander, bir orkestrayı yönetmek bir şirketi yönetmeye benzer diyerek konuya açıklık getirdi. Organizatör firmadan hiç tanımadığı, konservatuar eğitimli bir müzisyeni, enstrümanıyla birlikte hazır bulundurmasını ister. Konuşmanın bir yerinde kendisini sahneye çağırır ve enstrümanıyla Mozart’ın bir parçasını çalmasını ister. Müzisyen çalar. Zander müzisyenle konuşmaya başlar, ona Mozart’ın bu parçayı nasıl ve hangi koşullarda bestelediğini anlatır. Sözlerinin sonunda, bu defa Mozart’ın duygularının hissederek çalmasını söyler. Müziğin yorumu tamamen değişir. Bu noktada bir orkestra şefi fotoğraf hakkında neler söyleyebiliyor! Müzik gibi, konuyu anlayıp içselleştirdiğinizde fotoğraf tamamen değişir, ruh kazanır.


Fotoğraf iki yüzyıla yaklaşan tarihsel sürecinde, ilkin teknik olarak gelişti ve her yeni adım yeni bir başlangıç oldu. Bugün ulaştığımız büyüleyici olanaklar, sürdürdüğü gelişimlerle, gelecekte çok daha farklı olasılıklara gebe. Yaşanan süreçlere bağlı olarak fotoğraf üretimi de gelişti, dönüştü. İki yüzyıla yaklaşan geçmişinde, fotoğrafa gönül vermiş sayısız fotoğrafçılar yaşadı, isimlerini bildiğimiz, ya da izleri kaybolmuş olan sayısız fotoğrafçının emeklerine çok şey borçluyuz. Onların çabalarıyla günümüzün bilincine ulaştık. Bu yolculuk hep sürecek. Bazıları sanat geleneğinin dilini kullanmaya devam edecek, bazıları ise fotoğrafın kendi geleneği içinde duygu ve düşüncelerini aktarmayı sürdürecek, ya da farklı dönüşümler gerçekleşecek. Hangi durumda olursa olsun geçmişin bize aktardığı mirası, ona gerekli saygıyı göstererek geleceğe taşımamız gerekir. Zamanın akışı içinde değişen ve değişmeyen sorunlarla etkilenen insan bilinci, acıları, tepkileri, karmaşık duyguları yorumlayarak, sürekli farklılaşan fakat sonlanmayan sorunlarla ve farklı yaşamlarla sürecek. Önemli olan yaşadığımız dönemin bilincinde olarak, günümüzü temsil eden değerler oluşturabilmek.

 




Ziyaretçi Sayısı:876
 
   
 
   
 

Barındırma: AdaNET

 

Copyright and "Fair Use" Information

Dergimiz ticari bir kuruluş olmayıp amatör bir yayındır. Fotoğrafçıları ve dünyada yapılan fotoğraf çalışmalarını tanıtmak amacıyla bilgi ve haber yayınları yapmaktadır.
Bir kolektif anlayışıyla çalıştığı için makalelerde yer alan fotoğraflar ve alıntıların sorumluluğu makalenin yazarına, fotoğrafçısına aittir.
Dergide yer alan içeriklerden ve ihlallerden derginin herhangi bir sorumluluğu yoktur.

Fotoğrafya'da yayınlanan yazıların, fotoğrafların ve kısa filmlerin sorumluluğu
yazarlarına/fotoğrafçılarına/sanatçılarına/film yönetmenlerine aittir.

Dergimiz fotoğrafla ilgili gelişmeleri duyurmak amacıyla çalışmaktadır. Ek olarak, ülkemizde yeterince tanınmayan yabancı fotoğrafçılar ve fotoğraflarıyla ilgili bilgi de aktarmaktadır. Makalelerde yer alan fotoğraflar HABER amaçlı kullanılmaktadır.

AdaNET Ana Sayfa X-Hall Instagram