Toplumlarda
yaygın birçok bilgi türleri vardır. Bu türlerin bazıları
söylemsel ve masal olma dışında hiçbir saygınlık içermezler.
Saygın bilgi, insanlık tarihi boyunca oluşan kolektif birikimin
adıdır. Her çağ daha önceki çağların bilgi birikimiyle yola
çıkar, sorgular, araştırır, eksiklikleri yeniden düzenleyerek
gelecek çağlara aktarır. Bu nedenle bilgi bir yönüyle anonim bir
birikimdir. Her birimiz ne kadar gelişirsek gelişelim bir yanımız
daima eksik kalacak, bir insanın tüm bilgiye ulaşmasının
olasılığı bile söz konusu değil. Kolektif akıl bireysel
akıldan üstündür. Birlikte yaratamadığımız sürece sahte
söylemlere uzanan bataklığa saplanmak olasılığı çoğalıyor.
Bilginin milliyeti, cinsi, kişiye özel imtiyazı olmaz. Büyüdüğümüz
çevre, ailemiz, eğitimimiz, bilgiyle ilişkimiz, birikimimizi
oluşturur. Banka hesabı gibidir, biriktirirseniz olur,
biriktirmezseniz yoktur. Bilgi sorgulanması gereken bir oluşumdur,
sorgulanmadığında gerçekliğini kolayca dönüştürebilirsiniz.
Ciddi insanlarda, kurumlarda ve ortamlarda üretilen bilginin
dokunulmazlığı yoktur. Bilginin üzerinde hiçbir etkin gücün
var olma olasılığı olmadığının bilincindeyiz.
Fotoğraf bir
dildir dediğimizde, fotoğrafın aktardığı bilginin varlığından,
bir bilginin paylaşımından söz edilir. Fotoğraf bir yanıyla
yazıya benzer, farkı görsel gösterge üzerinden iletişim
gerçekleştirir. Yazı sözcüklerle kurulurken, görsel iletişim
göstergeler üzerinden kurulur. Bu nedenle fotoğrafın kültürel
yolculuğu bilgiyle başlar. Bilginin paylaşılıp
geliştirilebileceği bir ortam olarak kurulan derneklerin, amaç ve
eylemlerini konu olarak işleyeceğimiz bir dizi düşündük.
Süreç içindeki
dönüşümleri, düşünceleri, anlayışları ve katkıları bir
söyleşi serisi içinde gerçekleştirmeyi planladık. Bu söyleşi
serisi içinde çeşitli ulusal ve uluslararası platformları
sorgulamayı; dün, bugün ve yarın için nasıl bir katkıları
oldu/oluyor/olabilecek konusunu irdelemeyi düşünüyoruz.
İlk söyleşiyi
Mehmet Bayhan ile yapıldı. Kültürel oluşumların içinde
filizlendiği Cumhuriyet’in yuvaları halkevleriydi. İlk fotoğraf
eğitimleri halkevlerinde verildi. İlk fotoğraf derneğimiz, Şinasi
Barutçu tarafından, 3 Nisan 1950 tarihinde Ankara’da kurulan
TAFK-Türkiye Amatör Fotoğraf Kulübü’dür. 24 Aralık 1959
tarihinde ise yedi Sümerbank çalışanı, Erenköy Amatör Foto
Kulübü’nü kurdular. Nurettin Erkılıç, Hulki Öğreten, Şinasi
Özaltay, Kemal Kozar, Turgut Ekin, Celalettin Yavsi Ebüssüudoğlu
ve Reşat Aşkın’dan oluşan kurucular, 1962 yılında derneğin
ismini İfsak olarak değiştirirler. 1964 yılında İfsak’a
katılan Şinasi Barutçu, yönetim kurulu başkanı olur. Kısacası,
birçok değerli insan fotoğraf sevgisiyle bir araya gelerek bir
ortak yaşamda buluşurlar. Mehmet Bayhan,
1974 yılında başkanı olduğunda, İfsak’ın adresi, Karaköy,
Rıhtım caddesinde bulunan Kozluca Han’daydı. 7 kişinin kurduğu
İfsak’ın üye sayısı ise, geçen 14 yılda 25 kişiye
ulaşmıştı. Mehmet Bayhan’ın yönetimi devrettiği 1983 yılında
ise üye sayısı 600’e çıkmıştı.
1974 yılından
itibaren İfsak’ın yürüttüğü aktif politika Türk
fotoğrafının gelişmesinde önemli rol oynar. Bu nedenle ilk
söyleşimizi Mehmet Bayhan ile gerçekleştirdik. FOTOGRAFYA-
Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız? M.BAYHAN-
Neredeyse doğuştan resim merakım vardı. İlkokul ikide
hatırlıyorum, Kırıkkale'deydik, beşinci sınıflardan bir çocuk
geldi, kocaman bizim için tabii, öyle merdivenleri çıktık,
gittik müdüre. Müdür, “sen iyi resim yapabiliyormuşsun, bizim
okul gazetesini resimlerini yap”dedi, iyi hatırlıyorum. Sonra bir
Mimarlık bürosunda çalışmaya başladım, mimarlık
öğrencisiydim, Erzurumlu bir fotoğrafçı İstanbul'a mal almaya
gelmiş, bürodaki patronların yakınıydı, bize uğradı, böyle
bir makine gördüm falan diyordu. Makineyi ben alayım dedim, birkaç
kuruş da para var zaten, aldım, refleks değildi, ama yine de güzel
bir makineydi. Filmi taktım, fotoğraf çektim, sokaktaki bir
fotoğrafçıya götürdüm, bunları yap dedim, tamam dedi, iki gün
sonra almaya gittim. Dedi ki film boş bomboş, makinenin ön
kapağını açmayı unutmuşsun.” işte fotoğrafa böyle
başladım. FOTOGRAFYA-
İfsak’a katılımınız nasıl gerçekleşti? M.BAYHAN-Mimar oldum, serbest çalışacağım diye bir direndim. Yarısı
sokağa bakan, diğer yarısı bodrum olan bir yer kiraladım,
Nişantaşı'nda bir sokakta. Ön tarafta çizim masalları, arkada
bir yatak odam var. Birine bir proje çizdik, parasını epey geç
verdi. Tabii ekstra bir para, ben de gittim, refleks bir makine
aldım. O zaman için iyi, çok iyi, en iyi makineydi. Akşam hava
kararıyor, herkes evine gitmiş, ben yalnız başına oturuyorum,
dedim bir haber vermişlerdi, bir dernek vardı, oraya gitsem,
yalnızlıktan tabii, gittim işte İfsak ile böyle başladık. DERGİ- Siz
İfsak’ta yedi dönem başkanlık yaptınız, başkan olduğunuz
süreçte İfsak’ta önemli gelişmeler yaşandı, bunları anlatır
mısınız? M.BAYHAN-
Başkan olduğumda Karaköy’deydi yerimiz, ama o yeri yıkıp,
daha büyük bina yapacaklardı, çıkın dediler, yer aradık.
Şişhane’de bir yer bulduk, oraya taşındık. O zaman 25
kişiydik, işte o zamanki aklımla bu 25 kişiyle gitmez dedim,
Türkiye'nin de ihtiyacı var, dernek yok, fotoğrafa meraklı bir
sürü kişi var. Düşündükçe anılar canlanıyor, o zamanlar
gazeteler hep Cağaloğlu'nda, bugünkü gibi dağılmamıştı.
Neredeyse iki haftada bir onlara gider kültür sorumlusunun
karşısına otururdum, “biz Kamu hizmeti yapıyoruz, çalışmak
istiyoruz, bize yer vermek zorundasınız” diye baskı yapardım,
öyle birer ikişer haberler çıkmaya başlamıştı. Haberler
çıktıkça İfsak’a yeni üyeler gelmeye başladı, Anadolu’dan
mektuplar gelmeye başladı, İfsak’ın üye sayısı arttı
böylece. Ondan sonra da 79’du galiba, yarışma yapalım dedik,
heyecanlıyız, Türkiye'nin ilk uluslararası yarışmasını
düzenledik, tırmandık gittik. İllerden talepler geliyor, demek ki
ilgi var, vatandaşlarımız hazır, bir heyecan bekliyorlar, bir
ilgi bekliyorlar. Bir takım dernekler öyle kuruldu, onları
yönlendirdik, bakın sizin orada bir park var, buluşun düşünün,
tüzüğü hazırlayalım gibi yönlendirdik. Toplumun böyle
hareketlerde önderliği ihtiyacı var. İşte ekonomi ile beraber,
kültürel olarak gelişmeyi de ele alan hızlandıran çalışmalara,
Yönetimin desteğine ihtiyacı var. Ben son yılların 20-30 yıl
neyse Türkiye’de bu eksikliği görüyorum." FOTOGRAFYA-
İfsak’ta kilit büyümenin yaşandığı yıllardı o yıllar,
nasıl çalıştınız? M.BAYHAN-
Benim belleğim de önemli olan bir şeyi söylemeliyim,
derneğiz ama hepimiz mütevazı insanlarız, paramız yok, pulumuz
yok, uluslararası bir yarışma yapacağız ama para lazım, işte
şöyle bir etkinlik yapılacak para lazım. O zamanlar, işte,
reklam şirketleri, birtakım eli yüzü düzgün şirketler, öyle
büyük binalarda falan değildi. Taksim'den Harbiye'ye kadar o yol
üzerinde tabelaları olan yerlerdi. Sabahleyin yürümeye
başlıyordum, giriyordum, anlatıyordum, anlatıyordum, yapamayız
diyorlardı. Ama öyle öyle destekler buldum, bir tane daha, bir
tane daha derken çalışmalar çoğalmaya başladı destekler
bulunmaya başlayınca, uluslararası yarışmayı da öyle yaptık.
Bu tür desteklerin aranıp bulunuşu, ne bizim dernek tarihimizde,
belki daha önce Türk toplumunda bile böyle şeyler yok.
Desteklerin bulunuşu, çalışmaların yapılışı, işte böyle
böyle geldik. Ta en uzak ilden bile mektuplar geliyordu, böyle
böyle büyüdük. FOTOGRAFYA-
80’lerde İfsak popülerlik kazandı. O yıllarda benim tanıdığım
birçok arkadaş kursa başladı, eğitim aldı. 1985’te ise
sürpriz bir kararla Fotogen kuruldu. Fotogen’in amacı neydi ? M.BAYHAN-
İfsak çok büyüdü, çalışmalar sonucu üye sayısı
600’ü geçti. Fakat üyeler arasındaki o yakın konuşma ve
diyalog yaratılamadı. Aynı düşünce yapısına sahip, iyi
fotoğraf üreten arkadaşlar bu durumdan rahatsız olmaya
başladılar. Yeni bir kültür ortamı kurma fikri doğdu. Onlar
daha rahat ilişki kurabilmek, daha rahat paylaşabilmek için, böyle
bir ortamı da yaratabilmek için düşünüldü, bazı arkadaşlar
ön ayak oldu. Fotogen’in kurucusu ben değilim, kurucular arasında
yer aldım. Benim annem öğretmendi çocukları eğitirdi, babam
askerdi Mehmetçikleri eğitirdi, eğitimcilik, yani elde ettiğimiz
bilgiyi başkalarıyla paylaşmak doğuştan içimizde vardı.
Dernekte bu duyguyu kuvvetle hissettim, hala da hissediyorum. Tamam
dernekteyiz ama etrafımızdakilere, uzaktakilere,
ulaşabildiklerimize bir takım bilgiler aktarmalıyız. Onları bir
takım çalışmalar etrafında toparlamalıyız. Onlar da yavaş
yavaş kültürel olarak yukarı doğru tırmanmaya başlamalı gibi
birtakım duygulara sahip olmalıyız. FOTOGRAFYA-
Henüz internetin hayalinin bile kurulmadığı 70’li yıllarda,
fotoğraf üretenlerin gelişimine katkı sağlayacak kaynaklara
ulaşmak çok zordu. Kültürel gelişimin yaşandığı ortamlarla
sürekli ilişki içinde olacak, değişimleri bilinçli şekilde
izleyebilecek olanaklar yoktu. Bu şartlarda Türk fotoğrafı kendi
içinde dönüp duruyordu. Bu durumu aşmak için siz neler yaptınız?
M.BAYHAN- O
zamanlar ben de birkaç yabancı dergi alıyordum. Bu dergilerde
Fiap’ın haberlerini görüyordum, öyle bilgimiz oldu. Buna üye
olmak lazım dedik. O zaman bilmiyorduk ama kısa zamanda öğrendik
ki, benden önce Türk fotoğrafına çok büyük hizmetleri olan
Şinasi Barutçu, Ankara'da kurduğu dernek olan TAFK vasıtasıyla
Fiap’la ilişki kurmuş, bilgimiz yoktu, bilmiyorduk. Daha sonra
çalışmalar aksamış, bağ kopmuş, bir bağ yoktu. Ben
mektup yazdım Fiap’a, kurucusu Belçikalı bir adamdı, rahmetli
oldu. Türkiye'yi memnuniyetle üyeliğe alırız dediler, şimdi bu
kural değişti mi bilmiyorum, o zaman ülkelerin federasyonları
üyeliğe alınıyordu, ama ülkede federasyon yoksa bir dernek kabul
ediliyordu. Türkiye’de federasyon yok, o zaman başka dernek te
yok, bizi alın dedik, aldılar. Bir Yolculuk
başladı, Türkiye'ye kazanımı açısından bakarsak, Fiap
ilişkileriyle değişik ülkelerdeki çalışmaların farkına
vardık, heyecanların farkına vardık. Sadece fotoğraf alışverişi
değil yazışmalar, merhabalar, haberleşmeler de başladı. Bazı
toplantılarına gittik, bazen onlar geldiler. Fotoğrafın kültürel
bir etkisi olduğunu, insanın kültürünü geliştiren önemli bir
canlandırıcı olduğunu düşünüyorum, Fiap yanıyla da bu
yapıldı. Değişik yorumların, değişik arayışların, değişik
estetiklerin farkına vardık. 1979'u
hatırlıyorum, Türkiye'nin ilk uluslararası fotoğraf yarışmasını
düzenledik. O zamanki Güzel Sanatlar akademisinde sergiledik,
sergisi orada açıldı. Akademinin anlı şanlı resim-heykel
hocaları gelip; "fotoğrafın böyle bir boyutu da var mı,
böyle bir zenginliği de var mı, bu sergiyle farkına vardık"
dediler, hep aklımdadır, hiç unutmuyorum. Fotoğraf gerçekten
zenginlikler taşıyan bir malzeme, sadece bir görsel aktarım
değil, içeriğiyle İnsan yüreğine kattığı heyecan ve beynine
kattığı kıvılcımlarla… İşte değişik ülkelerle
ilişkilerle bunların biraz farkına varıldı. Ve işte zaman da
geçti gitti. Uluslararası
ilişkiler başlayınca, Türkiye’de de bir canlanma oldu.
İstanbul'da ve değişik illerde çalışan ve arayış içinde olan
arkadaşlar hareketlendiler. Hareketlenmelerle öyle bir canlanma
oldu, kısa zamanda Fiap’ta ülke olarak ödüller kazanmaya
başladık, Ülke olarak madalyalar aldık, mansiyonlar aldık, dünya
kupası bile aldık. O çalışmalar bizi diğer ülkelere tanıttı,
bizden haberleri oldu. FOTOGRAFYA-
1970 sonrası fotoğraf dünyasında büyük kırılmalar ve
değişimler yaşadı. Windows And Mirrors sergisi, New Topography,
New Document gibi sergiler, Cindy Shermann, Düsseldorf Ekolü gibi
yeni yaklaşımlar gelişti. Türk fotoğraf dünyası tüm bu
gelişmelerin dışında kaldı. Türkiye’de bireysel gayretler
sonucu kendine özgü, mütevazı bir fotoğraf anlayışı gelişti.
Bu konuda ne söylemek istersiniz? M.BAYHAN- 65-
67 ya da 68 mi tam hatırlamıyorum. Amerikan Kültür Merkezi,
İstiklal Caddesi'nin üstündeydi, Galatasaray'a yakındı. Family
Of Man sergisinden bir bölüm getirdiler ve kendi salonlarında
sergilediler. Tekrar ve tekrar gidip hayranlıkla izledik. Fotoğrafın
o tarafı da var mı diyerek. Sadece büyük boy fotoğraflar değil,
küçük boy kartpostalları da vardı büyük fotoğrafçıların,
şaşkınlıkla izlemiştik, fotoğraf böyle bir zenginlik
taşıyabilir mi diye. Sizinle de söz ettik, fotoğrafın zengin
kültürel içeriği olduğunu, görsellik içeriği olduğunu,
estetik içeriği olduğunu. Bu çalışmalar sadece Family Of Man
sergisi değil ki, o çok önemli gerçekten, bu ülkelerle ilişkiler
Fiap çevresindeki çalışmalar, derneklerle yürütülen
çalışmalar, bu kıvılcımları getirdi Türkiye'ye. Bu tür
çalışmalar biraz gelişti, biraz boyutlandı, arkadaşlarımız
yetişti, ama hala çok yeterli bulmuyorum, yapılacak pek çok iş
var. Amerikalıların
Family Of Man dışında, başka sergilerini pek
hatırlamıyorum. Ama Fransız kültüre sergiler geliyordu. İfsak
Başkanıyken, heyecanlarımız dorukta, bu uluslararası ilişkiler
içerisinde mesela uluslararası yarışma yaptığımız zaman
yabancı ülkelerden ödül alanlar oluyordu, ben doğrudan
konsolosluklarına gidiyordum, onlara yollatıyordum ödülü ve
belgesini. Ülkelerle ilişki kurmak için konsolosluklarına baskı
yapıyordum, bize sergi getirin diye, böyle gelen sergilerde oldu.
Mesela, Yugoslavya’dan, Bulgaristan'dan, Fransa'dan öyle sergiler
geldi. Birde ben yabancı dergilerden adreslerini bulup kişisel
olarak yazıyordum. 1982’de Jerrry Uelsmann’ın sergisini
getirttim, Atatürk Kültür Merkezi'nde açıldı. Diğer karma
sergiler geldi, mesela Yosemite’deki Ansel Adams’ın gelininin
yönettiği galeriden, Ansel Adams sergisi geldi. Henri
Cartier-Bresson’un birkaç fotoğrafı geldi böyle ilişkiler
kuruluyordu işte. FOTOGRAFYA-
1980 darbesinde dernekler kapandı, İfsak bu süreçte ne yaptı? M.BAYHAN-
1980’de ihtilal oldu, dernekler kapandı. Biz başlamışız,
heyecanlıyız, gelen giden çok, kurs yapıyoruz, yarışma
yapıyoruz falan, nasıl kapanır? Kalktım Selimiye 1. Ordu
merkezine gittim, orada alt katta bir odada, askeri yönetimin
derneklerle ilgili bölümü, havacı subaylar vardı. Onlara
anlattım, bakın biz çalışıyoruz, uluslararası işlerimiz var,
kurslarımız var, bakın başladık, gelin, bizim çalışmalarımızı
durdurmayın, çalışmak istiyoruz. Bana kızdılar, neredeyse
kovaladılar. Fakat sonradan düşünmüşler ki, bu adam buraya
kadar geldi, herhalde bir sakıncası yoktur bunun ve bir hafta sonra
telefon geldi karakoldan, çağırdılar, gel dediler, istediğin
izin yazısı geldi. FOTOGRAFYA- Olanakların sınırlılığı nedeniyle Türk
fotoğrafı kendi içinde kendine özgü bir yol çizdi. Fakat
Dünya’da derin kültürel dönüşümler ve hareketler yaşandı.
Sadece fotoğraf üretme, kaydetme ve düzenleme olanakları ve yeni
teknolojiler değil, düşünceler değişti. Felsefi olarak yeni
anlayışlar doğdu, iletişim, dil ve estetik bağlamında yeni
kabuller geldi. Yaşanan değişimler, dünyada sanata ve fotoğrafa
bakışı değiştirdi. Fakat burada bir bakıyoruz ki bazı
derneklerin bünyesinde bir tutukluk hali hâkim. Sanki bir yerde
takılı kalındı, kalıplara bağlanıldı. Bir tutukluk hali
kaldı, bunun nedeni ne olabilir? M.BAYHAN- Bu
konuda benim genel düşüncem şudur, Osmanlı çöküş dönemi
yaşadı uzun yıllar, uzun süren bu zayıflama döneminde, genel
toplum kültürü, sanatın, bilgilerin topluma yayılması çok
ihmal edildi. Zaten Osmanlı da böyle bir gelenek yoktu, sanat
yapılıyorsa Saray’a kapaklanmış sanatçılar yapıyordu.
Anadolu'daki paşalar, beyler, yöneticiler etraflarına sanatçıları
toplamamışlardı. Avrupa'nın önemli farklarından biri
Ortaçağ'dan beri Avrupa'da ileri bölgeleri yöneten
imparatorlukların yöneticileri, etraflarına sanatçıları ve
bilim insanlarını topladılar. Bu sadece onlara değil çevresine
yayılmasına da neden oldu bir takım bilgilerin. Ve biz
Cumhuriyet'e geldiğimiz zamanlarda yeterli bilgiden, hareketlilikten
yoksun geldik. Fotoğraf tek başına bir olay değildir. Genel
sanat kültürüyle, edebiyatla, resimle, müzikle desteklenmiyorsa
fotoğraf zayıf kalır. İşte Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş
sürecinde Atatürk’ün ön ayak olduğu, düzenlediği pek çok
devrimler var. Bunlar bir canlanma yarattı ama Atatürk ve İnönü’den
sonra çok partili siyasal yaşama geçtiğimiz zaman, açıkçası
kültürel olarak ta bir kaosun içine düştük. Bu çalışmalar
ihmal edildi. Mesela benim çocukluğumda halkevlerinin son izleri
vardı, Annem anlatırdı. Halkevleri vardı. Esnaf dükkanını
kapatır gelir, müzik yapar, tiyatro yapardı. Düşünebiliyor
musunuz, esnaf dükkânını kapatıyor, geliyor, tiyatro yapıyor,
topluluk kuruyor. Ve bunlar kaybolunca toplum zayıf kaldı.
Okullarımızda da bu kültür geriledi, öğretmenlerimiz bu genel
kültürle donanmış yetişmedi. Sonuçta bir zayıflık oluştu.
İletişim teknolojileriyle beraber, internet, televizyon, gazeteler,
dergilerin çoğalması ile beraber topluma genel kültür akışı
dışarıdan bilgiler gelmeye başlayınca, işte bizim İfsak’ın
kuruluşu ve tırmanışı da başlangıç dönemlerine düştü bu
hareketliliğin. Bir hareket yaratıldı, fakat bugün de bir
şikâyetim var genel olarak, Türk insanı işi ve evi dışında
bir kültürel olaya girmiyor. İşi dışında kendini geliştirmek,
ne bileyim müzik yapmak, edebiyat yapmak peşine düşmüyor, bütün
hareketler bu yüzden de zayıf kalıyor. FOTOGRAFYA-
Kandinsky’nin bir söylemi var diyor ki sanat daima değişir,
değişimlere rağmen siz hala geçmişin sanatını yapıyorsanız,
bu neye benzer, bir maymunun eline kitap verin, okur gibi yapar, ama
asla okuyamaz, yaptığı şey sadece taklittir. Bizim yaptığımız
sanat da maymunun taklidinden farklı olmaz. Buradan bakacak olursak,
fotoğraf da böyle bir taklit içinde mi? Bir bakıyorum bir
Ueslmann taklidi, diğerinde Ansel Adams, Cartier-Bresson taklidi,
diğerinde farklı bir etki ve taklit. Helezon merdiven karelerinin
gereksiz çalışmalarından bıktık neredeyse. Düşüncelerdeki
evrimi, gelişmeleri anlamaya karşı yaygın bir direnç var. Sanki
kendi coğrafyamızın benliğinden kopuş var. Durağan bir fotoğraf
anlayışını merkeze koyan bu anlayış fotoğrafın bir kültürel
üretim olarak gelişmesinin önünü tıkar gibi. Bunlar benim
izlenimlerim. Bu konuda ne söylemek istersiniz? M.BAYHAN-
İzlenimleriniz genel olarak doğru. Benim biraz önce
açıklamaya çalıştığım, ortalama vatandaşımızın kültürel
eylemlere katılmaması, işinin dışında birtakım kültürel
olaylara, sanatsal olaylara katılmamasının yarattığı bir
eksiklik var. Bu eksiklik önemli bir zayıflık yaratıyor. Bugünde
de devam ediyor bu durum. FOTOGRAFYA-
Dünyada sistemler ve çatılar çok değişti. Dolayısıyla bir
zamanlar önemli çatılar olarak düşündüğünüz FIAP, PSA gibi
kurumlar yeni iletişim teknolojileri ve medyalar nedeniyle eski
önemini taşımıyor. Ayrıca 1960 sonrası fotoğrafta yaşanan
dönüşümler de başka ufukları gösteriyor. Fakat ülkemizde bir
etiket merakı başladı. Herkes Fiap unvanlarının serisi peşinde.
Oysa iyi fotoğraf yarışma dışında bir şey, yaratıcılık ve
kültüre dayalı bir üretim. Yakın zamana kadar eğitim verdiniz
ve izlediğim kadarıyla öğrencilerinize yaratıcılığı,
fotoğraf yapmayı, kültürün önemini hep anlattınız.
Dolayısıyla bizleri tanıyorsunuz ve bu konuda neler söylemek
istersiniz. M.BAYHAN-
Parantez içinde söylemeliyim ki çok ciddi bilgi yüklü,
kültürlü, fazla önemli biri olduğumu zannetmiyorum. Öğrenilecek
çok şey var, buna bir yaşam bile yetmiyor bütün bu
zenginliği iyi kavramak için. Ben şanslı bir çocuktum,
çünkü annem iyi resim yapardı, babamın da hemen her konuda
kitapları olan çok büyük bir kütüphanesi vardı. Ben
kütüphanenin içinde büyüdüm, dünya tarihlerinden, felsefeden,
işte aklınıza gelebilecek her şeyden söz eden kitaplar okudum. O
kaynaklardan beslenmeye başlayınca yönelişiniz de, arayışınız
da farklı oluyor. Fiap’ın unvanları ister istemez ilgi çekiyor,
ben reddedemem onları. Tamam, ama biraz önce sözünü ettiğimiz
genel kültür yapısının geliştirilmemesi, beynin o verilerle
doldurulmaması bir eksiklik olarak kaldı. Ben öyle arkadaşlarımı
biliyorum ki evlerinde üçten fazla kitap yok, dosya kâğıdı yok,
cetvel yok. Ben böyle şeylere çok meraklı olduğum için dikkat
ederim. Bu nedenle genel yapı gelişmiyor, beynin çok yönlü
olarak beslenmesi lazım ki, onun içinde fotoğraf yerine otursun.
Önemli eksiklerden biri bu. Burada bir anımı anlatmak istiyorum. O
zamanlar Milli Türk Talebe Birliği vardı, şimdi var mı
bilmiyorum. O zamanki milli Türk Talebe Birliği yabancı dil sınavı
açıyordu, o sınavda başarılı olanlar Avrupa'ya staja
yollanıyordu ya da diğer ülkelerden gelen öğrencilerle buluşmaya
gidiyorduk. Ben de İngiltere’ye gittim, Londra’nın batısında
küçük bir yerde bir çiftlik, şato gibi bir yer, bizim
kalacağımız bir yeri var, yedi sekiz ülkeden de gelen gençler
vardı. Hollanda'dan, Fransa'dan, İtalya'dan, İngiltere’den falan
gençler vardı. Orada şunu gördüm; ben Güzel Sanatlar Akademisi
öğrencisiydim, çokta meraklıydım, ressamları biliyordum, sanatı
biliyordum, biliyor sanıyordum her ne kadar biliyorsam, fakat onlar
da biliyordu. Oysa biri tıp okuyordu, biri ekonomi okuyordu, biri
hemşirelik okuyordu, sanatla ilgileri yok. Orada şaşırdım,
bunlar nasıl biliyorlar. Demek ki bu malzeme bunların evine
giriyor, giriyor ki görüyorlar, çocuklukları öyle geçiyor.
Türkiye'nin ana eksiklerinden biri bu. Babamın kitaplarının
arasında doğmasaydım zor toparlanırdım, ne kadar toparlandıysam,
hiç bir iddiam yok. Bizim genel olarak toplumumuzdaki eksikleri
sizde bilirsiniz. Eve bilim zor girer, sanat zor girer, bir sanat
etkinliği olur çocuğun elinden tutulup götürülmez, vesaire
vesaire. İşte bunlar birike birike kişiliği oluşturuyor, kişilik
eksik kalıyor. Sonra fotoğrafa da yansıyor ya da yansımıyor,
fotoğrafı sadece makineyi yöneltip düğmeye basmak olarak
algılıyoruz, hâlbuki fotoğraf bir kültürel zenginliktir.
Gördüğü hatta göremediği bir sürü şey, aktardığı
aktaramadığı doğa vardır, yaşam vardır, acılar vardır,
sevinçler vardır, estetik vardır, vardır da vardır. Çok
zenginlikleri vardır. Belki de bu eksiklikler ülkelerin gelişme
hızını da etkileyen ana etkenler. FOTOGRAFYA-
Fiap size bir unvan verdi, bunu anlatabilir misiniz? M.BAYHAN-
Türkiye’de uluslararası çalışmaları başlattık, bir
gün Fiap’tan bir mektup geldi, uzun zamandır çalışmalarınızı
takip ediyoruz, sizi de bu şekilde tanıdık, Biz Fiap yönetimi
olarak size exellence HonEFIAP unvanı vermeyi uygun gördük. Bu
unvanı yarışmalarla almadım, çalışmalarımdan ötürü bana
verildi. Türkiye’de bu unvanı alan tek kişiyim. Bu unvan,
Fiap’ın, çalışmaları nedeniyle fotoğrafa katkıları olanlara
verdiği özel bir ödül. FOTOGRAFYA-
Türkiye’de fotoğraf dernekleri, kolektif bir gelişim ortamı
olarak kuruldu. Bugün derneklerde, bu ortak üretim alanında çatıyı
bölme girişimleri oldu. İfsak TFSF’den ayrıldı? Yarın
birileri çıkarak yeni bir federasyon kurma çabasına girişebilir.
Bunların Türk fotoğrafına faydası olur mu? M.BAYHAN-
Kendimi dışında tutmayarak, kendimin zayıflıklarını da
vurgulayarak, toplumumuzda genel kültür yapısının gelişmeye
açık olduğunu ve bir takım eksikler olduğunu konuşmuştuk. Bu
örgütlenme açısından da böyle, dernekler bir federasyonu
oluşturuyorsa, o federasyon da, dünyada pek çok örneklerinde
olduğu gibi belirli kurallar gündeme gelir. Artık derneklerin
sorumluluğu o kurallara uymak ve üyelerine o bilinci yaymaktır.
Ama ben bu birleşmeyi, bir arada olmayı, federasyonu onaylamıyorum
diye ortaya çıkılırsa sorun yaşanması kaçırılmaz olur.
İfsak’ta başladığım ilk yıllarda, toplantılarda, “gelişmiş
ülke, fotoğraf derneği çok olan ülkedir” derdim. İnsanlar
dernekler kurmuşsa, çeşitli şehirlerde, çeşitli semtlerde
kurulan o derneklerin de bir federasyon çatısı altında toplanması
gerekir. Bunlar toplumun gelişmesinin kaçınılmaz aşamalarıdır.
Bunları yapmıyorsanız, o kurallara da uymuyorsanız bir takım
zorluklar doğar tabii. FOTOGRAFYA-
Böyle bir topluluk içinde var olunca ben değil biz demek çok
önemli. Dernekler ve Federasyon olarak örgütlenmenin Türk
fotoğrafının gelişmesi açısından önemli olduğuna inanıyorum.
Dernekler kolektif bilginin toplandığı, bireysel birikimlerin
paylaşılarak bilginin artmasına, kişilerin gelişime açık
olduğu fotoğrafın kültürel yuvaları. Bu konuda ne söylemek
istersiniz? M.BAYHAN- Bir
federasyonumuz var, kabul etmek lazım ki yıllar önceye göre daha
gelişmiş, ilişkiler daha iyi kurulmuş. Ama sizin de
vurguladığınız gibi genel kültür yapısındaki eksiklikler,
belirli kültürel aşamalardan geçerken yaşanan sorunlar veya tam
geçilmemesi dernek yönetimlerine de yansıyor. Derneği
yönetenlerin Dünya fotoğrafını biraz bilmesi lazım, Türkiye'de
ne yapıldığını bilmesi lazım. Hangi çalışmalar yapılacak,
neler eksik, neyin peşinden koşturulacak, ne araştırılacak, bu
konularda biraz aksıyoruz galiba, biraz sorunlarımız var. Fotoğraf
çekenlere de iş düşüyor. Fotoğraf çalışanlarımız açısından
önemli eksiklerden biri de belirli konulara yönelerek, kendileri
için özel alanlar oluşturmamalarıdır. Bunu yapan bazı
arkadaşlarımız var, belirli konulara yönelip kendileri için özel
alanlar oluşturan arkadaşlarımız var, takdir edilecek
arkadaşlarımızın da sayısı çok ve giderek çoğalıyor. Ama
böyle bir genel eksiklik te var, Fotoğraf çekeceğim de, e
kardeşim ne fotoğrafı çekeceksin. Senin eğilimin ne, senin
arayışın ne? Fotoğraf çekmek de bir arayıştır, arayacaksın. Derneklere
gerçekten çok iş düşüyor, sayıları da çoğaldı. Dernekleri
yönetenlere çok iş ve çok sorumluluk düşüyor. Sohbetimiz
başlarken söylediğimiz gibi toplumumuzda genel olarak birtakım
eksiklikler var, bu çalışmaların asıl amacı unutulmuş gibi.
Amaç İnsan beynini yukarı doğru çekmektir, insan niteliğini
yukarı doğru çekmektir, yoksa ödül almak değil, ödül de
alınır zaten. Ama o fotoğrafta içerik zenginliğine, anlama,
estetiğe, malzemenin kullanılışında yetkinliğe ulaşamıyorsak
bu fotoğrafın da değeri yoktur. Böyle sorunlarımız var fotoğraf
dünyamızda. Ortadoğu
ülkelerinde Lider yapısı çok önemli, fakat gelişmiş ülkelerde
takımlar öne çıkıyor. Derneklerde takımlar öne çıkmayınca
liderin de nefesi kesilir, eksik kalır ve sorunlar oluşur.
Demokratik yapıyı özümsemiş gerçek gelişmenin farkına varan
toplumlarda lider değil takımlar aranır. Liderlik ön planda
olunca demokratikleşme zorlaşıyor. FOTOGRAFYA-
Son olarak ne söylemek istersiniz? M.BAYHAN- Ben
düşler Kurarım, çocukluğumdan beri kurarım, ama işte seksen
yaşına geldim. Toplumda birtakım sorunların hala sürdüğünü
görmek sıkıntı veriyor, benim de zayıflıklarımı vurgulayarak.
Bizim içinde olduğumuz Samanyolu galaksisinin en yakınında
Andromeda galaksisi var. Belki orada çok gelişmiş bir uygarlık
vardır, onlara ulaşmaya çalışıyorum hep, biriniz gelin de o
bilginizi, tecrübenizi aktarın, şu dünyayı toparlayalım diye.
Şu İçinde bulunduğumuz salgın dönemi, zorluklar da bunu
düşündürüyor, sanki dünyanın sonu gelecek. Güneşin ömrü
sınırlı, şu kadar milyar senesi var, bitecek. Uygarlığımızı
güneşin enerjisini zayıflatmaya başlayacağı döneme kadar
yaşatabilir miyiz? Yoksa daha önce kendimiz mi yok edeceğiz. (Bu söyleşi
ve söyleşinin yazılı metin olarak düzenlenişi Selahattin
Nemlioğlu tarafından yapılmıştır.)
|