ENGLISH
Editör/Yayın Yönetmeni

Koray Olşen

Yayın Kurulu

Reyhan Bilir
Aygün Doğan
Bahar Akkoyun
Seray Akkoyun
Koray Özbaysal 



Fotografya Yayın Kurulu
adına İmtiyaz Sahibi
Ş. Uğur Okçu


E-Mail Fotografya
fotografya@ada.net.tr

Yayınlanmasını İstediğiniz
Fotoğraf Haberleri İçin

fotografya@fotografya.gen.tr

ADANET Fotoğraf Editörü

Ş. Uğur OKÇU

Marka Avukatı / Copyright Lawyer
ARABULUCU
Ayşe OKÇU
 


SÖYLEŞİ > MEHMET BAYHAN İLE SÖYLEŞİ

Toplumlarda yaygın birçok bilgi türleri vardır. Bu türlerin bazıları söylemsel ve masal olma dışında hiçbir saygınlık içermezler. Saygın bilgi, insanlık tarihi boyunca oluşan kolektif birikimin adıdır. Her çağ daha önceki çağların bilgi birikimiyle yola çıkar, sorgular, araştırır, eksiklikleri yeniden düzenleyerek gelecek çağlara aktarır. Bu nedenle bilgi bir yönüyle anonim bir birikimdir. Her birimiz ne kadar gelişirsek gelişelim bir yanımız daima eksik kalacak, bir insanın tüm bilgiye ulaşmasının olasılığı bile söz konusu değil. Kolektif akıl bireysel akıldan üstündür. Birlikte yaratamadığımız sürece sahte söylemlere uzanan bataklığa saplanmak olasılığı çoğalıyor. Bilginin milliyeti, cinsi, kişiye özel imtiyazı olmaz. Büyüdüğümüz çevre, ailemiz, eğitimimiz, bilgiyle ilişkimiz, birikimimizi oluşturur. Banka hesabı gibidir, biriktirirseniz olur, biriktirmezseniz yoktur. Bilgi sorgulanması gereken bir oluşumdur, sorgulanmadığında gerçekliğini kolayca dönüştürebilirsiniz. Ciddi insanlarda, kurumlarda ve ortamlarda üretilen bilginin dokunulmazlığı yoktur. Bilginin üzerinde hiçbir etkin gücün var olma olasılığı olmadığının bilincindeyiz.

Fotoğraf bir dildir dediğimizde, fotoğrafın aktardığı bilginin varlığından, bir bilginin paylaşımından söz edilir. Fotoğraf bir yanıyla yazıya benzer, farkı görsel gösterge üzerinden iletişim gerçekleştirir. Yazı sözcüklerle kurulurken, görsel iletişim göstergeler üzerinden kurulur. Bu nedenle fotoğrafın kültürel yolculuğu bilgiyle başlar. Bilginin paylaşılıp geliştirilebileceği bir ortam olarak kurulan derneklerin, amaç ve eylemlerini konu olarak işleyeceğimiz bir dizi düşündük.

Süreç içindeki dönüşümleri, düşünceleri, anlayışları ve katkıları bir söyleşi serisi içinde gerçekleştirmeyi planladık. Bu söyleşi serisi içinde çeşitli ulusal ve uluslararası platformları sorgulamayı; dün, bugün ve yarın için nasıl bir katkıları oldu/oluyor/olabilecek konusunu irdelemeyi düşünüyoruz.

İlk söyleşiyi Mehmet Bayhan ile yapıldı. Kültürel oluşumların içinde filizlendiği Cumhuriyet’in yuvaları halkevleriydi. İlk fotoğraf eğitimleri halkevlerinde verildi. İlk fotoğraf derneğimiz, Şinasi Barutçu tarafından, 3 Nisan 1950 tarihinde Ankara’da kurulan TAFK-Türkiye Amatör Fotoğraf Kulübü’dür. 24 Aralık 1959 tarihinde ise yedi Sümerbank çalışanı, Erenköy Amatör Foto Kulübü’nü kurdular. Nurettin Erkılıç, Hulki Öğreten, Şinasi Özaltay, Kemal Kozar, Turgut Ekin, Celalettin Yavsi Ebüssüudoğlu ve Reşat Aşkın’dan oluşan kurucular, 1962 yılında derneğin ismini İfsak olarak değiştirirler. 1964 yılında İfsak’a katılan Şinasi Barutçu, yönetim kurulu başkanı olur. Kısacası, birçok değerli insan fotoğraf sevgisiyle bir araya gelerek bir ortak yaşamda buluşurlar.

Mehmet Bayhan, 1974 yılında başkanı olduğunda, İfsak’ın adresi, Karaköy, Rıhtım caddesinde bulunan Kozluca Han’daydı. 7 kişinin kurduğu İfsak’ın üye sayısı ise, geçen 14 yılda 25 kişiye ulaşmıştı. Mehmet Bayhan’ın yönetimi devrettiği 1983 yılında ise üye sayısı 600’e çıkmıştı.

1974 yılından itibaren İfsak’ın yürüttüğü aktif politika Türk fotoğrafının gelişmesinde önemli rol oynar. Bu nedenle ilk söyleşimizi Mehmet Bayhan ile gerçekleştirdik.

FOTOGRAFYA- Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?

M.BAYHAN- Neredeyse doğuştan resim merakım vardı. İlkokul ikide hatırlıyorum, Kırıkkale'deydik, beşinci sınıflardan bir çocuk geldi, kocaman bizim için tabii, öyle merdivenleri çıktık, gittik müdüre. Müdür, “sen iyi resim yapabiliyormuşsun, bizim okul gazetesini resimlerini yap”dedi, iyi hatırlıyorum. Sonra bir Mimarlık bürosunda çalışmaya başladım, mimarlık öğrencisiydim, Erzurumlu bir fotoğrafçı İstanbul'a mal almaya gelmiş, bürodaki patronların yakınıydı, bize uğradı, böyle bir makine gördüm falan diyordu. Makineyi ben alayım dedim, birkaç kuruş da para var zaten, aldım, refleks değildi, ama yine de güzel bir makineydi. Filmi taktım, fotoğraf çektim, sokaktaki bir fotoğrafçıya götürdüm, bunları yap dedim, tamam dedi, iki gün sonra almaya gittim. Dedi ki film boş bomboş, makinenin ön kapağını açmayı unutmuşsun.” işte fotoğrafa böyle başladım.

FOTOGRAFYA- İfsak’a katılımınız nasıl gerçekleşti?

M.BAYHAN-Mimar oldum, serbest çalışacağım diye bir direndim. Yarısı sokağa bakan, diğer yarısı bodrum olan bir yer kiraladım, Nişantaşı'nda bir sokakta. Ön tarafta çizim masalları, arkada bir yatak odam var. Birine bir proje çizdik, parasını epey geç verdi. Tabii ekstra bir para, ben de gittim, refleks bir makine aldım. O zaman için iyi, çok iyi, en iyi makineydi. Akşam hava kararıyor, herkes evine gitmiş, ben yalnız başına oturuyorum, dedim bir haber vermişlerdi, bir dernek vardı, oraya gitsem, yalnızlıktan tabii, gittim işte İfsak ile böyle başladık.

DERGİ- Siz İfsak’ta yedi dönem başkanlık yaptınız, başkan olduğunuz süreçte İfsak’ta önemli gelişmeler yaşandı, bunları anlatır mısınız?

M.BAYHAN- Başkan olduğumda Karaköy’deydi yerimiz, ama o yeri yıkıp, daha büyük bina yapacaklardı, çıkın dediler, yer aradık. Şişhane’de bir yer bulduk, oraya taşındık. O zaman 25 kişiydik, işte o zamanki aklımla bu 25 kişiyle gitmez dedim, Türkiye'nin de ihtiyacı var, dernek yok, fotoğrafa meraklı bir sürü kişi var. Düşündükçe anılar canlanıyor, o zamanlar gazeteler hep Cağaloğlu'nda, bugünkü gibi dağılmamıştı. Neredeyse iki haftada bir onlara gider kültür sorumlusunun karşısına otururdum, “biz Kamu hizmeti yapıyoruz, çalışmak istiyoruz, bize yer vermek zorundasınız” diye baskı yapardım, öyle birer ikişer haberler çıkmaya başlamıştı. Haberler çıktıkça İfsak’a yeni üyeler gelmeye başladı, Anadolu’dan mektuplar gelmeye başladı, İfsak’ın üye sayısı arttı böylece. Ondan sonra da 79’du galiba, yarışma yapalım dedik, heyecanlıyız, Türkiye'nin ilk uluslararası yarışmasını düzenledik, tırmandık gittik. İllerden talepler geliyor, demek ki ilgi var, vatandaşlarımız hazır, bir heyecan bekliyorlar, bir ilgi bekliyorlar. Bir takım dernekler öyle kuruldu, onları yönlendirdik, bakın sizin orada bir park var, buluşun düşünün, tüzüğü hazırlayalım gibi yönlendirdik. Toplumun böyle hareketlerde önderliği ihtiyacı var. İşte ekonomi ile beraber, kültürel olarak gelişmeyi de ele alan hızlandıran çalışmalara, Yönetimin desteğine ihtiyacı var. Ben son yılların 20-30 yıl neyse Türkiye’de bu eksikliği görüyorum."

FOTOGRAFYA- İfsak’ta kilit büyümenin yaşandığı yıllardı o yıllar, nasıl çalıştınız?

M.BAYHAN- Benim belleğim de önemli olan bir şeyi söylemeliyim, derneğiz ama hepimiz mütevazı insanlarız, paramız yok, pulumuz yok, uluslararası bir yarışma yapacağız ama para lazım, işte şöyle bir etkinlik yapılacak para lazım. O zamanlar, işte, reklam şirketleri, birtakım eli yüzü düzgün şirketler, öyle büyük binalarda falan değildi. Taksim'den Harbiye'ye kadar o yol üzerinde tabelaları olan yerlerdi. Sabahleyin yürümeye başlıyordum, giriyordum, anlatıyordum, anlatıyordum, yapamayız diyorlardı. Ama öyle öyle destekler buldum, bir tane daha, bir tane daha derken çalışmalar çoğalmaya başladı destekler bulunmaya başlayınca, uluslararası yarışmayı da öyle yaptık. Bu tür desteklerin aranıp bulunuşu, ne bizim dernek tarihimizde, belki daha önce Türk toplumunda bile böyle şeyler yok. Desteklerin bulunuşu, çalışmaların yapılışı, işte böyle böyle geldik. Ta en uzak ilden bile mektuplar geliyordu, böyle böyle büyüdük.

FOTOGRAFYA- 80’lerde İfsak popülerlik kazandı. O yıllarda benim tanıdığım birçok arkadaş kursa başladı, eğitim aldı. 1985’te ise sürpriz bir kararla Fotogen kuruldu. Fotogen’in amacı neydi ?

M.BAYHAN- İfsak çok büyüdü, çalışmalar sonucu üye sayısı 600’ü geçti. Fakat üyeler arasındaki o yakın konuşma ve diyalog yaratılamadı. Aynı düşünce yapısına sahip, iyi fotoğraf üreten arkadaşlar bu durumdan rahatsız olmaya başladılar. Yeni bir kültür ortamı kurma fikri doğdu. Onlar daha rahat ilişki kurabilmek, daha rahat paylaşabilmek için, böyle bir ortamı da yaratabilmek için düşünüldü, bazı arkadaşlar ön ayak oldu. Fotogen’in kurucusu ben değilim, kurucular arasında yer aldım. Benim annem öğretmendi çocukları eğitirdi, babam askerdi Mehmetçikleri eğitirdi, eğitimcilik, yani elde ettiğimiz bilgiyi başkalarıyla paylaşmak doğuştan içimizde vardı. Dernekte bu duyguyu kuvvetle hissettim, hala da hissediyorum. Tamam dernekteyiz ama etrafımızdakilere, uzaktakilere, ulaşabildiklerimize bir takım bilgiler aktarmalıyız. Onları bir takım çalışmalar etrafında toparlamalıyız. Onlar da yavaş yavaş kültürel olarak yukarı doğru tırmanmaya başlamalı gibi birtakım duygulara sahip olmalıyız.

FOTOGRAFYA- Henüz internetin hayalinin bile kurulmadığı 70’li yıllarda, fotoğraf üretenlerin gelişimine katkı sağlayacak kaynaklara ulaşmak çok zordu. Kültürel gelişimin yaşandığı ortamlarla sürekli ilişki içinde olacak, değişimleri bilinçli şekilde izleyebilecek olanaklar yoktu. Bu şartlarda Türk fotoğrafı kendi içinde dönüp duruyordu. Bu durumu aşmak için siz neler yaptınız?

M.BAYHAN- O zamanlar ben de birkaç yabancı dergi alıyordum. Bu dergilerde Fiap’ın haberlerini görüyordum, öyle bilgimiz oldu. Buna üye olmak lazım dedik. O zaman bilmiyorduk ama kısa zamanda öğrendik ki, benden önce Türk fotoğrafına çok büyük hizmetleri olan Şinasi Barutçu, Ankara'da kurduğu dernek olan TAFK vasıtasıyla Fiap’la ilişki kurmuş, bilgimiz yoktu, bilmiyorduk. Daha sonra çalışmalar aksamış, bağ kopmuş, bir bağ yoktu. Ben mektup yazdım Fiap’a, kurucusu Belçikalı bir adamdı, rahmetli oldu. Türkiye'yi memnuniyetle üyeliğe alırız dediler, şimdi bu kural değişti mi bilmiyorum, o zaman ülkelerin federasyonları üyeliğe alınıyordu, ama ülkede federasyon yoksa bir dernek kabul ediliyordu. Türkiye’de federasyon yok, o zaman başka dernek te yok, bizi alın dedik, aldılar.

Bir Yolculuk başladı, Türkiye'ye kazanımı açısından bakarsak, Fiap ilişkileriyle değişik ülkelerdeki çalışmaların farkına vardık, heyecanların farkına vardık. Sadece fotoğraf alışverişi değil yazışmalar, merhabalar, haberleşmeler de başladı. Bazı toplantılarına gittik, bazen onlar geldiler. Fotoğrafın kültürel bir etkisi olduğunu, insanın kültürünü geliştiren önemli bir canlandırıcı olduğunu düşünüyorum, Fiap yanıyla da bu yapıldı. Değişik yorumların, değişik arayışların, değişik estetiklerin farkına vardık.

1979'u hatırlıyorum, Türkiye'nin ilk uluslararası fotoğraf yarışmasını düzenledik. O zamanki Güzel Sanatlar akademisinde sergiledik, sergisi orada açıldı. Akademinin anlı şanlı resim-heykel hocaları gelip; "fotoğrafın böyle bir boyutu da var mı, böyle bir zenginliği de var mı, bu sergiyle farkına vardık" dediler, hep aklımdadır, hiç unutmuyorum. Fotoğraf gerçekten zenginlikler taşıyan bir malzeme, sadece bir görsel aktarım değil, içeriğiyle İnsan yüreğine kattığı heyecan ve beynine kattığı kıvılcımlarla… İşte değişik ülkelerle ilişkilerle bunların biraz farkına varıldı. Ve işte zaman da geçti gitti.

Uluslararası ilişkiler başlayınca, Türkiye’de de bir canlanma oldu. İstanbul'da ve değişik illerde çalışan ve arayış içinde olan arkadaşlar hareketlendiler. Hareketlenmelerle öyle bir canlanma oldu, kısa zamanda Fiap’ta ülke olarak ödüller kazanmaya başladık, Ülke olarak madalyalar aldık, mansiyonlar aldık, dünya kupası bile aldık. O çalışmalar bizi diğer ülkelere tanıttı, bizden haberleri oldu.

FOTOGRAFYA- 1970 sonrası fotoğraf dünyasında büyük kırılmalar ve değişimler yaşadı. Windows And Mirrors sergisi, New Topography, New Document gibi sergiler, Cindy Shermann, Düsseldorf Ekolü gibi yeni yaklaşımlar gelişti. Türk fotoğraf dünyası tüm bu gelişmelerin dışında kaldı. Türkiye’de bireysel gayretler sonucu kendine özgü, mütevazı bir fotoğraf anlayışı gelişti. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

M.BAYHAN- 65- 67 ya da 68 mi tam hatırlamıyorum. Amerikan Kültür Merkezi, İstiklal Caddesi'nin üstündeydi, Galatasaray'a yakındı. Family Of Man sergisinden bir bölüm getirdiler ve kendi salonlarında sergilediler. Tekrar ve tekrar gidip hayranlıkla izledik. Fotoğrafın o tarafı da var mı diyerek. Sadece büyük boy fotoğraflar değil, küçük boy kartpostalları da vardı büyük fotoğrafçıların, şaşkınlıkla izlemiştik, fotoğraf böyle bir zenginlik taşıyabilir mi diye. Sizinle de söz ettik, fotoğrafın zengin kültürel içeriği olduğunu, görsellik içeriği olduğunu, estetik içeriği olduğunu. Bu çalışmalar sadece Family Of Man sergisi değil ki, o çok önemli gerçekten, bu ülkelerle ilişkiler Fiap çevresindeki çalışmalar, derneklerle yürütülen çalışmalar, bu kıvılcımları getirdi Türkiye'ye. Bu tür çalışmalar biraz gelişti, biraz boyutlandı, arkadaşlarımız yetişti, ama hala çok yeterli bulmuyorum, yapılacak pek çok iş var.

Amerikalıların Family Of Man dışında, başka  sergilerini pek hatırlamıyorum. Ama Fransız kültüre sergiler geliyordu.

İfsak Başkanıyken, heyecanlarımız dorukta, bu uluslararası ilişkiler içerisinde mesela uluslararası yarışma yaptığımız zaman  yabancı ülkelerden ödül alanlar oluyordu, ben doğrudan konsolosluklarına gidiyordum, onlara yollatıyordum ödülü ve belgesini. Ülkelerle ilişki kurmak için konsolosluklarına baskı yapıyordum, bize sergi getirin diye, böyle gelen sergilerde oldu. Mesela, Yugoslavya’dan, Bulgaristan'dan, Fransa'dan öyle sergiler geldi. Birde ben yabancı dergilerden adreslerini bulup kişisel olarak yazıyordum. 1982’de Jerrry Uelsmann’ın sergisini getirttim, Atatürk Kültür Merkezi'nde açıldı. Diğer karma sergiler geldi, mesela Yosemite’deki Ansel Adams’ın gelininin yönettiği galeriden, Ansel Adams sergisi geldi. Henri Cartier-Bresson’un birkaç fotoğrafı geldi böyle ilişkiler kuruluyordu işte.

FOTOGRAFYA- 1980 darbesinde dernekler kapandı, İfsak bu süreçte ne yaptı?

M.BAYHAN- 1980’de ihtilal oldu, dernekler kapandı. Biz başlamışız, heyecanlıyız, gelen giden çok, kurs yapıyoruz, yarışma yapıyoruz falan, nasıl kapanır? Kalktım Selimiye 1. Ordu merkezine gittim, orada alt katta bir odada, askeri yönetimin derneklerle ilgili bölümü, havacı subaylar vardı. Onlara anlattım, bakın biz çalışıyoruz, uluslararası işlerimiz var, kurslarımız var, bakın başladık, gelin, bizim çalışmalarımızı durdurmayın, çalışmak istiyoruz. Bana kızdılar, neredeyse kovaladılar. Fakat sonradan düşünmüşler ki, bu adam buraya kadar geldi, herhalde bir sakıncası yoktur bunun ve bir hafta sonra telefon geldi karakoldan, çağırdılar, gel dediler, istediğin izin yazısı geldi. 

FOTOGRAFYA- Olanakların sınırlılığı nedeniyle Türk fotoğrafı kendi içinde kendine özgü bir yol çizdi. Fakat Dünya’da derin kültürel dönüşümler ve hareketler yaşandı. Sadece fotoğraf üretme, kaydetme ve düzenleme olanakları ve yeni teknolojiler değil, düşünceler değişti. Felsefi olarak yeni anlayışlar doğdu, iletişim, dil ve estetik bağlamında yeni kabuller geldi. Yaşanan değişimler, dünyada sanata ve fotoğrafa bakışı değiştirdi. Fakat burada bir bakıyoruz ki bazı derneklerin bünyesinde bir tutukluk hali hâkim. Sanki bir yerde takılı kalındı, kalıplara bağlanıldı. Bir tutukluk hali kaldı, bunun nedeni ne olabilir?

M.BAYHAN- Bu konuda benim genel düşüncem şudur, Osmanlı çöküş dönemi yaşadı uzun yıllar, uzun süren bu zayıflama döneminde, genel toplum kültürü, sanatın, bilgilerin topluma yayılması çok ihmal edildi. Zaten Osmanlı da böyle bir gelenek yoktu, sanat yapılıyorsa Saray’a kapaklanmış sanatçılar yapıyordu. Anadolu'daki paşalar, beyler, yöneticiler etraflarına sanatçıları toplamamışlardı. Avrupa'nın önemli farklarından biri Ortaçağ'dan beri Avrupa'da ileri bölgeleri yöneten imparatorlukların yöneticileri, etraflarına sanatçıları ve bilim insanlarını topladılar. Bu sadece onlara değil çevresine yayılmasına da neden oldu bir takım bilgilerin. Ve biz Cumhuriyet'e geldiğimiz zamanlarda yeterli bilgiden, hareketlilikten yoksun geldik. Fotoğraf tek başına bir olay değildir. Genel sanat kültürüyle, edebiyatla, resimle, müzikle desteklenmiyorsa fotoğraf zayıf kalır. İşte Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecinde Atatürk’ün ön ayak olduğu, düzenlediği pek çok devrimler var. Bunlar bir canlanma yarattı ama Atatürk ve İnönü’den sonra çok partili siyasal yaşama geçtiğimiz zaman, açıkçası kültürel olarak ta bir kaosun içine düştük. Bu çalışmalar ihmal edildi. Mesela benim çocukluğumda halkevlerinin son izleri vardı, Annem anlatırdı. Halkevleri vardı. Esnaf dükkanını kapatır gelir, müzik yapar, tiyatro yapardı. Düşünebiliyor musunuz, esnaf dükkânını kapatıyor, geliyor, tiyatro yapıyor, topluluk kuruyor. Ve bunlar kaybolunca toplum zayıf kaldı. Okullarımızda da bu kültür geriledi, öğretmenlerimiz bu genel kültürle donanmış yetişmedi. Sonuçta bir zayıflık oluştu. İletişim teknolojileriyle beraber, internet, televizyon, gazeteler, dergilerin çoğalması ile beraber topluma genel kültür akışı dışarıdan bilgiler gelmeye başlayınca, işte bizim İfsak’ın kuruluşu ve tırmanışı da başlangıç dönemlerine düştü bu hareketliliğin. Bir hareket yaratıldı, fakat bugün de bir şikâyetim var genel olarak, Türk insanı işi ve evi dışında bir kültürel olaya girmiyor. İşi dışında kendini geliştirmek, ne bileyim müzik yapmak, edebiyat yapmak peşine düşmüyor, bütün hareketler bu yüzden de zayıf kalıyor.

FOTOGRAFYA- Kandinsky’nin bir söylemi var diyor ki sanat daima değişir, değişimlere rağmen siz hala geçmişin sanatını yapıyorsanız, bu neye benzer, bir maymunun eline kitap verin, okur gibi yapar, ama asla okuyamaz, yaptığı şey sadece taklittir. Bizim yaptığımız sanat da maymunun taklidinden farklı olmaz. Buradan bakacak olursak, fotoğraf da böyle bir taklit içinde mi? Bir bakıyorum bir Ueslmann taklidi, diğerinde Ansel Adams, Cartier-Bresson taklidi, diğerinde farklı bir etki ve taklit. Helezon merdiven karelerinin gereksiz çalışmalarından bıktık neredeyse. Düşüncelerdeki evrimi, gelişmeleri anlamaya karşı yaygın bir direnç var. Sanki kendi coğrafyamızın benliğinden kopuş var. Durağan bir fotoğraf anlayışını merkeze koyan bu anlayış fotoğrafın bir kültürel üretim olarak gelişmesinin önünü tıkar gibi. Bunlar benim izlenimlerim. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

M.BAYHAN- İzlenimleriniz genel olarak doğru. Benim biraz önce açıklamaya çalıştığım, ortalama vatandaşımızın kültürel eylemlere katılmaması, işinin dışında birtakım kültürel olaylara, sanatsal olaylara katılmamasının yarattığı bir eksiklik var. Bu eksiklik önemli bir zayıflık yaratıyor. Bugünde de devam ediyor bu durum.

FOTOGRAFYA- Dünyada sistemler ve çatılar çok değişti. Dolayısıyla bir zamanlar önemli çatılar olarak düşündüğünüz FIAP, PSA gibi kurumlar yeni iletişim teknolojileri ve medyalar nedeniyle eski önemini taşımıyor. Ayrıca 1960 sonrası fotoğrafta yaşanan dönüşümler de başka ufukları gösteriyor. Fakat ülkemizde bir etiket merakı başladı. Herkes Fiap unvanlarının serisi peşinde. Oysa iyi fotoğraf yarışma dışında bir şey, yaratıcılık ve kültüre dayalı bir üretim. Yakın zamana kadar eğitim verdiniz ve izlediğim kadarıyla  öğrencilerinize yaratıcılığı, fotoğraf yapmayı, kültürün önemini hep anlattınız. Dolayısıyla bizleri tanıyorsunuz ve bu konuda neler söylemek istersiniz.

M.BAYHAN- Parantez içinde söylemeliyim ki çok ciddi bilgi yüklü, kültürlü, fazla önemli biri olduğumu zannetmiyorum. Öğrenilecek çok şey var, buna bir yaşam bile yetmiyor bütün bu zenginliği iyi kavramak için. Ben şanslı bir çocuktum, çünkü annem iyi resim yapardı, babamın da hemen her konuda kitapları olan çok büyük bir kütüphanesi vardı. Ben kütüphanenin içinde büyüdüm, dünya tarihlerinden, felsefeden, işte aklınıza gelebilecek her şeyden söz eden kitaplar okudum. O kaynaklardan beslenmeye başlayınca yönelişiniz de, arayışınız da farklı oluyor. Fiap’ın unvanları ister istemez ilgi çekiyor, ben reddedemem onları. Tamam, ama biraz önce sözünü ettiğimiz genel kültür yapısının geliştirilmemesi, beynin o verilerle doldurulmaması bir eksiklik olarak kaldı. Ben öyle arkadaşlarımı biliyorum ki evlerinde üçten fazla kitap yok, dosya kâğıdı yok, cetvel yok. Ben böyle şeylere çok meraklı olduğum için dikkat ederim. Bu nedenle genel yapı gelişmiyor, beynin çok yönlü olarak beslenmesi lazım ki, onun içinde fotoğraf yerine otursun. Önemli eksiklerden biri bu. Burada bir anımı anlatmak istiyorum. O zamanlar Milli Türk Talebe Birliği vardı, şimdi var mı bilmiyorum. O zamanki milli Türk Talebe Birliği yabancı dil sınavı açıyordu, o sınavda başarılı olanlar Avrupa'ya staja yollanıyordu ya da diğer ülkelerden gelen öğrencilerle buluşmaya gidiyorduk. Ben de İngiltere’ye gittim, Londra’nın batısında küçük bir yerde bir çiftlik, şato gibi bir yer, bizim kalacağımız bir yeri var, yedi sekiz ülkeden de gelen gençler vardı. Hollanda'dan, Fransa'dan, İtalya'dan, İngiltere’den falan gençler vardı. Orada şunu gördüm; ben Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisiydim, çokta meraklıydım, ressamları biliyordum, sanatı biliyordum, biliyor sanıyordum her ne kadar biliyorsam, fakat onlar da biliyordu. Oysa biri tıp okuyordu, biri ekonomi okuyordu, biri hemşirelik okuyordu, sanatla ilgileri yok. Orada şaşırdım, bunlar nasıl biliyorlar. Demek ki bu malzeme bunların evine giriyor, giriyor ki görüyorlar, çocuklukları öyle geçiyor. Türkiye'nin ana eksiklerinden biri bu. Babamın kitaplarının arasında doğmasaydım zor toparlanırdım, ne kadar toparlandıysam, hiç bir iddiam yok. Bizim genel olarak toplumumuzdaki eksikleri sizde bilirsiniz. Eve bilim zor girer, sanat zor girer, bir sanat etkinliği olur çocuğun elinden tutulup götürülmez, vesaire vesaire. İşte bunlar birike birike kişiliği oluşturuyor, kişilik eksik kalıyor. Sonra fotoğrafa da yansıyor ya da yansımıyor, fotoğrafı sadece makineyi yöneltip düğmeye basmak olarak algılıyoruz, hâlbuki fotoğraf bir kültürel zenginliktir. Gördüğü hatta göremediği bir sürü şey, aktardığı aktaramadığı doğa vardır, yaşam vardır, acılar vardır, sevinçler vardır, estetik vardır, vardır da vardır. Çok zenginlikleri vardır. Belki de bu eksiklikler ülkelerin gelişme hızını da etkileyen ana etkenler.

FOTOGRAFYA- Fiap size bir unvan verdi, bunu anlatabilir misiniz?

M.BAYHAN- Türkiye’de uluslararası çalışmaları başlattık, bir gün Fiap’tan bir mektup geldi, uzun zamandır çalışmalarınızı takip ediyoruz, sizi de bu şekilde tanıdık, Biz Fiap yönetimi olarak size exellence HonEFIAP unvanı vermeyi uygun gördük. Bu unvanı yarışmalarla almadım, çalışmalarımdan ötürü bana verildi. Türkiye’de bu unvanı alan tek kişiyim. Bu unvan, Fiap’ın, çalışmaları nedeniyle fotoğrafa katkıları olanlara verdiği özel bir ödül.

FOTOGRAFYA- Türkiye’de fotoğraf dernekleri, kolektif bir gelişim ortamı olarak kuruldu. Bugün derneklerde, bu ortak üretim alanında çatıyı bölme girişimleri oldu. İfsak TFSF’den ayrıldı? Yarın birileri çıkarak yeni bir federasyon kurma çabasına girişebilir. Bunların Türk fotoğrafına faydası olur mu?

M.BAYHAN- Kendimi dışında tutmayarak, kendimin zayıflıklarını da vurgulayarak, toplumumuzda genel kültür yapısının gelişmeye açık olduğunu ve bir takım eksikler olduğunu konuşmuştuk. Bu örgütlenme açısından da böyle, dernekler bir federasyonu oluşturuyorsa, o federasyon da, dünyada pek çok örneklerinde olduğu gibi belirli kurallar gündeme gelir. Artık derneklerin sorumluluğu o kurallara uymak ve üyelerine o bilinci yaymaktır. Ama ben bu birleşmeyi, bir arada olmayı, federasyonu onaylamıyorum diye ortaya çıkılırsa sorun yaşanması kaçırılmaz olur. İfsak’ta başladığım ilk yıllarda, toplantılarda, “gelişmiş ülke, fotoğraf derneği çok olan ülkedir” derdim. İnsanlar dernekler kurmuşsa, çeşitli şehirlerde, çeşitli semtlerde kurulan o derneklerin de bir federasyon çatısı altında toplanması gerekir. Bunlar toplumun gelişmesinin kaçınılmaz aşamalarıdır. Bunları yapmıyorsanız, o kurallara da uymuyorsanız bir takım zorluklar doğar tabii.

FOTOGRAFYA- Böyle bir topluluk içinde var olunca ben değil biz demek çok önemli. Dernekler ve Federasyon olarak örgütlenmenin Türk fotoğrafının gelişmesi açısından önemli olduğuna inanıyorum. Dernekler kolektif bilginin toplandığı, bireysel birikimlerin paylaşılarak bilginin artmasına, kişilerin gelişime açık olduğu fotoğrafın kültürel yuvaları. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

M.BAYHAN- Bir federasyonumuz var, kabul etmek lazım ki yıllar önceye göre daha gelişmiş, ilişkiler daha iyi kurulmuş. Ama sizin de vurguladığınız gibi genel kültür yapısındaki eksiklikler, belirli kültürel aşamalardan geçerken yaşanan sorunlar veya tam geçilmemesi dernek yönetimlerine de yansıyor. Derneği yönetenlerin Dünya fotoğrafını biraz bilmesi lazım, Türkiye'de ne yapıldığını bilmesi lazım. Hangi çalışmalar yapılacak, neler eksik, neyin peşinden koşturulacak, ne araştırılacak, bu konularda biraz aksıyoruz galiba, biraz sorunlarımız var.

Fotoğraf çekenlere de iş düşüyor. Fotoğraf çalışanlarımız açısından önemli eksiklerden biri de belirli konulara yönelerek, kendileri için özel alanlar oluşturmamalarıdır. Bunu yapan bazı arkadaşlarımız var, belirli konulara yönelip kendileri için özel alanlar oluşturan arkadaşlarımız var, takdir edilecek arkadaşlarımızın da sayısı çok ve giderek çoğalıyor. Ama böyle bir genel eksiklik te var, Fotoğraf çekeceğim de, e kardeşim ne fotoğrafı çekeceksin. Senin eğilimin ne, senin arayışın ne? Fotoğraf çekmek de bir arayıştır, arayacaksın.

Derneklere gerçekten çok iş düşüyor, sayıları da çoğaldı. Dernekleri yönetenlere çok iş ve çok sorumluluk düşüyor. Sohbetimiz başlarken söylediğimiz gibi toplumumuzda genel olarak birtakım eksiklikler var, bu çalışmaların asıl amacı unutulmuş gibi. Amaç İnsan beynini yukarı doğru çekmektir, insan niteliğini yukarı doğru çekmektir, yoksa ödül almak değil, ödül de alınır zaten. Ama o fotoğrafta içerik zenginliğine, anlama, estetiğe, malzemenin kullanılışında yetkinliğe ulaşamıyorsak bu fotoğrafın da değeri yoktur. Böyle sorunlarımız var fotoğraf dünyamızda.

Ortadoğu ülkelerinde Lider yapısı çok önemli, fakat gelişmiş ülkelerde takımlar öne çıkıyor. Derneklerde takımlar öne çıkmayınca liderin de nefesi kesilir, eksik kalır ve sorunlar oluşur. Demokratik yapıyı özümsemiş gerçek gelişmenin farkına varan toplumlarda lider değil takımlar aranır. Liderlik ön planda olunca demokratikleşme zorlaşıyor.

FOTOGRAFYA- Son olarak ne söylemek istersiniz?

M.BAYHAN- Ben düşler Kurarım, çocukluğumdan beri kurarım, ama işte seksen yaşına geldim. Toplumda birtakım sorunların hala sürdüğünü görmek sıkıntı veriyor, benim de zayıflıklarımı vurgulayarak. Bizim içinde olduğumuz Samanyolu galaksisinin en yakınında Andromeda galaksisi var. Belki orada çok gelişmiş bir uygarlık vardır, onlara ulaşmaya çalışıyorum hep, biriniz gelin de o bilginizi, tecrübenizi aktarın, şu dünyayı toparlayalım diye. Şu İçinde bulunduğumuz salgın dönemi, zorluklar da bunu düşündürüyor, sanki dünyanın sonu gelecek. Güneşin ömrü sınırlı, şu kadar milyar senesi var, bitecek. Uygarlığımızı güneşin enerjisini zayıflatmaya başlayacağı döneme kadar yaşatabilir miyiz? Yoksa daha önce kendimiz mi yok edeceğiz.  

(Bu söyleşi ve söyleşinin yazılı metin olarak düzenlenişi Selahattin Nemlioğlu tarafından yapılmıştır.)






Ziyaretçi Sayısı:752
 
   
 
   
 

Barındırma: AdaNET

 

Copyright and "Fair Use" Information

Dergimiz ticari bir kuruluş olmayıp amatör bir yayındır. Fotoğrafçıları ve dünyada yapılan fotoğraf çalışmalarını tanıtmak amacıyla bilgi ve haber yayınları yapmaktadır.
Bir kolektif anlayışıyla çalıştığı için makalelerde yer alan fotoğraflar ve alıntıların sorumluluğu makalenin yazarına, fotoğrafçısına aittir.
Dergide yer alan içeriklerden ve ihlallerden derginin herhangi bir sorumluluğu yoktur.

Fotoğrafya'da yayınlanan yazıların, fotoğrafların ve kısa filmlerin sorumluluğu
yazarlarına/fotoğrafçılarına/sanatçılarına/film yönetmenlerine aittir.

Dergimiz fotoğrafla ilgili gelişmeleri duyurmak amacıyla çalışmaktadır. Ek olarak, ülkemizde yeterince tanınmayan yabancı fotoğrafçılar ve fotoğraflarıyla ilgili bilgi de aktarmaktadır. Makalelerde yer alan fotoğraflar HABER amaçlı kullanılmaktadır.

AdaNET Ana Sayfa X-Hall Instagram