VİRÜSÜN
AKLI, EVRİMİ VE ELON MUSK Corona’yı
düşünmeye devam ediyorum. Bedenimizi kendi
kararımızla evimize hapsedecek kadar hayatımızı etkileyen bir
şey üzerine düşünmemek mümkün değil zaten. Düşünmek
istemesen bile, virüs bugüne kadar göz ardı edilip, tartışılmayan
veya tartışılıp bir türlü üzerinde uzlaşılamayan birçok
konuyu gözümüzün içine soka soka yaşamımızın içine girmeye
devam ediyor. Örnek mi
istiyorsunuz… Bunlardan birisi
virüsün aklı ile ilgili… Hani insandan başka
bir canlının aklı yoktu! Zeka ve bilinç sadece insan da vardı! Halbuki virüs
insana karşı verdiği mücadeleyi öyle zeki bir planlamayla
yürütüyor ve öylesine güçlü taktikler uyguluyor ki, aklımıza
gelecekte insandan daha zeki canlılar oluşabileceği ihtimalini
getiriyor.
Söylemek
istediklerimi şöyle açıklayabilirim; Hiç şüphesiz ki
insan aklını sadece davranışlarıyla değil, vücudunun
değişimiyle de gösteriyor. Örneğin virüs vücuda girince
bedenimiz bunu hemen algılayacak bir bilinç oluşturup,
bağışıklık sistemimizi ona göre güçlendirerek kendini
savunmaya başlıyor. Aslında bir çoğumuz aşı bile olmaya gerek
kalmadan virüsü yenecek bir savunma duvarı oluşturuyoruz. Aşı
bu savunma duvarını güçlendirecek bir şey sadece… Bu bedenimizin aklı…
Ve bilinci… *** Peki virüs bu
savunmaya karşı çaresiz mi? Aksine o da güçlenen
bu savunma sistemine karşı saldırısını nasıl daha etkili hale
getirebileceğini düşünüyor, planlar kuruyor. Görüyoruz ki,
virüs bizim onu yenmek için kullandığımız yöntemleri de
hissedip, kendine yeni bir saldırı stratejisi hazırlıyor.
Virüsün aşıların
daha yeni uygulanmaya başladığı dönemde, aşıyı etkisiz
kılacak değişimleri gerçekleştirmesi buna bir örnektir.
Bu değişimi bir
bilinçle yaptığını tıbbi araştırmalardan da hissediyoruz.
Örneğin virüs, akciğer dokusuna yapıştığı vantuzları
etkisiz hale getiren aşı uygulanmaya başlar başlamaz, bu kez
başka dokulara yapışacak yeni vantuzlar geliştiriyor. Böylece
daha bulaşıcı hale geliyor. Yani kendi saldırısının nereden
kırılacağını biliyor ve zayıf noktasını güçlendirecek
değişimler gösteriyor. Biz bunu daha
öldürücü hale geliyor diye algılıyoruz ama onun çabası
öldürmek değil, üremek… Neslini çoğaltıp yaşamak… Bu
arada insanın ölmüş olması onun pek ilgilendiği bir şey değil.
Aynı biz insanların kendi neslimizi yaşatmak için, diğer
hayvanları öldürmeyi kanıksamamız gibi bir şey…
“Yavrum yemek
yemelisin, yemesen büyüyemezsin!” Ama onun büyümek
yani yaşamak için yediği, öldürülen bir koyunun eti… *** Corona’daki bu
değişimlere moda isimlendirmeyle “mutasyon” deniliyor. Mutasyon demek,
değişen şartlara ayak uydurmak için kendinde yaptığın
değişiklikler demek… Yani “Evrim”… Evrim deyince aklıma
hemen Darwin gelir… Ne kadar haksızlık ettiler adama… Şeytanın
Papazı ismini bile taktılar…. Evrim diye bir şeyin olmadığını
ispat etmek için kırk takla attılar… Her attıkları taklayla
beraber küfürler savurdular. Halbuki ne diyordu
Darwin;
“Evrim,
biyolojide mutasyon ile değişikliğe uğrayan canlı türlerinin
genetik kurallara göre özelliklerini yavrularına geçirmesi, bu
yavruların olumlu veya olumsuz doğal seçme süreçleri tarafından
seçilerek çoğalması ve belirli canlı toplulukları içinde
egemen hale gelmesi veya yok olması sürecidir.” Kısacası
Corona’nın yaptığı da tam bu… Diğer
canlılara karşı egemen hale gelebilmek için kendinde bilinçle
yarattığı değişiklikleri, yavrularına öğreterek savaşıyor…
Ya bu savaşı kazanacak… Ya da yok olup gidecek… Savaşı
kazanırsa ne olacak? *** Artık
gelecekte dünyanın hakimi olacak olan varlığın insan dışında
bir şey de olabileceği ihtimalini göz ardı etmemeliyiz. Unutmayınız
bir zamanlar dünyanın hakimleri dinozorlardı, değişen şartlara
ayak uyduracak evrimi geçiremediler. Bu insanların dünyaya hakim
olması için bir boşluk oluşturdu ve biz kendimizi tek akıllı
varlık ilan ettik. Akıl
ve bilinç kavramını, sadece kendi penceremizden ölçerek
öbürlerini reddettik. Oysa
ki bugün virüs kendine göre bir akılla, evrim geçirerek
saldırısını sürdürüyor. Birileri
de kenardan evrim için, “öyle bir şey yok” diye bağırmaya
devam ediyor. *** Değişimi genelden
özele taşıyıp, tüm dünyayı değil fotoğrafı düşündüğümde,
bir fotoğrafçı olarak içime korku giriveriyor. Bu korku inanın
salgından ölme korkusu kadar güçlü… Öyle bir dönem
yaşıyoruz ki; tüm sosyal yapı, ekonomik değerler, insan
ilişkileri ve estetik değerler ters mers olmuşken, üstelik salgın
bu değişimi büyük ölçüde hızlandırmışken, bir fotoğrafçı
olarak ben ne yapmalıyım ki, yaşamaya devam edebileyim diye
düşünmeden edemiyorum. ***
Elon Musk Aralık
2019 da uzaya her biri bir çalışma masası büyüklüğünde
yaklaşık 12 bin uyduyu uzaya göndermeye başladı. Dünyanın
çevresinde, yeryüzünden sadece 500 km. yükseklikte bir uydu
kalkanı kuracağından bahsediyor;
“Dünyanın en
ücra köşesinde bulunan bir eve bile, bugün Newyork’daki bir
evde bulunandan 500 kat daha hızlı, üstelik ücretsiz internet
sağlayacağım”diyor. Hedefini de ortaya
koymuş; “Elde ettiğim
kazanç ile Mars’a bir yaşam kolonisi kuracağım”. Bu sözlerdeki
paradoksu sizler de hissettiniz zannederim; Bir taraftan
milyarlarca dolar harcayıp bedava internet sunacak bir ağ
oluşturacak, öbür taraftan bu bedava hizmetten Mars’a yeni bir
imparatorluk kuracak kadar para kazanacak! Demek ki parayı
internet satarak değil, internetten bir şeyler pazarlayarak
kazanacak. ***
İnternetten ne
satılabilir? Her şey… Yeter ki evinde
yeterince hızlı bir internet olsun. Herhalde dünyadaki
bu değişim sürecinin sonu, kendini evine taşımış bir insanlık
oluşacak. Herkes ihtiyaçlarını artık evinden görecek. Üstelik
şimdiki bilgisayar monitörlerinin iki boyutlu sınırlamasından
kurtulunarak, evin içinde üç boyutlu bir yaşam gelişecek.
Dışarıdaki işleri de robotlarla bir kısım seçilmişler
yapacak. Bunun sonucu neler
mi değişir? Klasik alışverişteki
değişimi artık ben yazmayayım, zaten bugün bunu herkes
hissediyor. Ama işin eve sanal partner getirmeye kadar gidip,
evlilik kavramının bile kökten bir değişime uğrayabileceğini
düşünmeden edemiyorum. Bir düşünün; Tüm sınıf üç
boyutlu olarak eve geldiyse bir okul binası yapmaya ne gerek var? Veya Kuğu Gölü
Balesi’ni sanatçıların arasına oturup, tek başına evden
izleyebiliyorsan, niye salona gidesin? İstediğim zaman
Louvre’u da Hermitage’ı da gezebiliyorsam şehirlerarası veya
ülkeler arası yolculuğa niçin çıkayım? Elon Musk günleri
gelirse fotoğrafçıların ne bir fotoğraf derneğine ne de bir
sergi salonuna ihtiyacı kalmayacak zaten. Fotoğrafçı sanal
toplantılarda sadece derneğinin müdavimleriyle değil, tüm
dünyayla buluşacak, sergisini 100 kişiye değil binlerce kişiye
sunuverecek. *** Peki bu kadar
değişimin olduğu bir dünyada fotoğrafa ait estetik değişmeyecek
mi? Eve üç boyutlu
sanal gelin bile getirilebilen bir dünyada fotoğraf hala iki
boyutlu ve durağan mı kalacak? Böyle kalırsa bugüne kadar
taşıdığı gerçeği anlatmaya en yatkın teknik olma özelliğini
yitirmeyecek mi? Fotoğraf
estetiğinde de bir değişimin olacağını kabul ediyorsak eğer,
fotoğraf makinesi dediğimiz şeydeki değişim nereye varacak? Hala
koca objektifli mamut makineleri kullanmaya devam mı edeceğiz,
yoksa en az 2500 yıldır var olan camera obscura geleneği, üç
boyutluluğa ters olduğu için terk mi edilecek? Camera obscura terk
edilecekse, yeni aletle elde edilene “fotoğraf” denilecek mi? Niye korktuğumu
anladınız değil mi?
Ben bunlara uyum
sağlayabilecek miyim yoksa öbürleri gibi evrime küfür mü
edeceğim? Ama korkumun başka
bir nedeni daha var; Dikkatlerinizden
kaçtıysa söyleyeyim. Bugünkü salgını yapan canlının ismi
Covid-19… Covid-19’un açılımı şöyle; 2019 yılının Aralık
ayında mutasyona uğrayan Corona virüsün yaptığı hastalık…
2019 Aralık ayı
mı? Yani bizleri eve
hapsedip, evde yaşama kültürü oluşturmaya başlayan salgın ile,
herkesi evine davet eden Elon Musk’ın internet zırhı projesi
aynı günlerde hayatımıza girmiş. Corona’yı
düşünmeye devam ediyorum… Ama şimdi onu
düşünürken Elon Musk’ı da düşünmeden edemiyorum… Gelin de korkmayın
işte!
|