Çocukluğumda tatil günlerini iple çekerdim.Çünkü kış ayları dışında çoğu cumartesi ya da pazarlarımızı annemin anneannesinin çifliğinde geçirirdik. Sinop' a yarım saat kadar uzakta olmasına karşın bu güzel yerde tam bir köy yaşamı sürerdi .Geceleri gazlambası ışığında odanın duvarlarına vuran gölgeler küçüklüğüm ile ilgili ilk anılarımı oluşturur. Harman zamanı dövene biner, harman yerinde saatlerce döner dururduk. Bizleri, dövene ağırlık amacıyla bindirdiklerini bilmez, bunu bir eğlence sanır, sevinirdik. Tüm
komşu evlerde olduğu gibi annemin dayısının da iki iri öküztarafından çekilen bir kağnısı vardı. Bazan bu kağnıya doluşur komşu köylere düğüne giderdik. Yol boyunca çocuk bağrışmaları ve kağnı sesinden oluşan bir koro bizlere eşlik ederdi. Hiç duymamış olanlara bu müzikli inilti sesini anlatmak sanırım olanaksız. Özellikle sabah erken saatlerde yada akşam geç vakitlerde daha iyi duyulan bu ses beni halen etkilemektedir. Tekerlekler döndükçe iki ahşabın birbirine sürtünmesi sonucu oluşan bu gıcırtılı sesin daha iyi çıkması için özel sıvılar sürülür. Hatta bazı yörelerde kağnısı iyi ötmeyenin horlandığı bile söylenir. Köyün yaşlıları ise daha kağnı görülmeden uzaklardan gelen sesinden kimin kağnısı olduğunu hemen söyleyiverirler. Bazı yörelerde ''öküz arabası'' da denilen kağnının en önemli özelliği iki öküz ( bazı yerlerde manda) tarafından çekilmesi ( at kağnıda asla kullanılmaz ) ve tamamen ahşaptan yapılmasıdır. Mazının iki ucuna takılan tümü tahta olan bu tekerler çamur tutmaması için genelde akağaçtan yapılıp, aşınmaması içinde etrafına 2 cm eninde demir çember geçirilir. Öküzler arasından geçen uzun bir üçgen şeklindeki ''ok'' anayapıyı oluşturur. Bu okun ucuna boyunduruk bindirilir. Uzun bir tahtadan oluşan boyunduruğun iki tarafındaki deri kayıştan yapılmış ''zelve ''ler öküzlerin boynuna bağlanır. Bazı yerlerde tekerleğin at arabası tekerine benzediği yada tümünün demirden yapıldığı görülse de bunlar kağnının orjinal tekeri değildir. Ateşin keşfinden sonra insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biri olan tekerleğin Orta Asya'daki çoban halklar tarafından M.Ö.3000 lerde kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır. Hayvanların evcilleştirilmesi de ilk kez buralarda olmuş, bu iki olaya bağlı olarak ilk hayvanlı arabalar yine bu topraklarda ortaya çıkmaya başlamıştır. M.Ö.3000 -2500 yıllarına ait arkeolojik araştırmalarda dört tekerli araba figürlerine raslanmaktadır. Kağnının ise ilk kez Mısır'da kullanılıp oradan yayıldığı sanılmaktadır. Yüzyıllar boyunca bir çift öküzün koşulduğu kağnı çilekeş Anadolu insanının en büyük yardımcısı olmuş ve halende olmaktadır. Bu güne kadar Karadeniz bölgesi ve Afyon civarlarında bulabildiğim çalışır durumdaki kağnıları görüntüledim. Biraz geç kalmış olmakla birlikte Doğu Anadolu, Orta Anadolu ,eğer kalmışsa Çanakkale civarındaki kullanılır durumdaki kağnılarıda fotograflayıp bu çalışmalarımı bir albümde toplamayı hedeflemekteyim. Fotograflarımla sizlere bir tarih boyu Anadolu topraklarına damgasını vuran vefakar ve artık yokolmaya başlayan kağnıların görüntülerini ulaştırabilsem de ne yazıkki o büyülü sesini veremeyeceğim..... TÜLİN DİZDAROĞLU Mayıs 2002
|